14 Ocak 2013 Pazartesi

"A Woman in Berlin" Savaş Kötüdür...

   İşgaller beraberinde tecavüzleri de getirir. Savunmuyorum, tespit yapıyorum. Destrodonun zuhuru libidoyu da tetikler ve süperego altedilir. İnsanlığın bu noktaya gelebilmek için binlerce yıldır verdiği uğraş, şiddetin ortaya çıkmasıyla langır lungur yıkılır. Bu cilayı sabitlemek içinse, dipte yatan şiddet mahlukunu hiç uyandırmamak gerektir. Kimimiz bu mahluku doyurmak için vurdulu kırdılı filmler seyrederiz, kimimiz bilgisayar oyunlarında zombi vururuz, kimimiz futbol seyrederiz, kimimiz dedikodu yaparız. Herkesin yöntemi kendine... Lakin bu haris mahluk, savaş denen devlet destekli mekanizma ile uyandırılırsa hemmen kardaşı libidoyu da kendine yarenlik yapmak üzere uyaracak ve birlikte ahlak moral süperego falan dinlemeyerek adeta adi bir zırtlana dönüşecektir. (zırtlan : yozlaşmış sırtlan). Öyleyse ne yapacağız : savaş olmasın diye vargücümüzle karşı duracağız, en azından dileyeceğiz, itikadımıza göre dua edeceğiz. Farkındaysanız yazı, film tanıtımından başka mecralara kayıyor, titreyip kendimize dönerek filmimize geçelim.
    "2.Dünya Savaşı biter, onun hikayesi başlar" diyor filmin afişlerinden birinde. Katılmıyorum, ilk bir kaç dakikada onun hikayesinin başlangıcını da görüyoruz. "Berlin düşer, kadınlar hayatta kalma mücadelesi verirler." Konuyu da bu şekilde özetledikten sonra gelelim sübjektif yorumlarımıza.
   Almanya'da filmimize esin olan kitap yayınlanınca kızılca kıyamet kopmuş, kitabın yazarının ismi hep anonim olarak kalmış. Neymiş : alman kadınlarını kötülüyormuş. Yok öyle bir şey ! Filmde izlediğimiz kadınların tümü de en derin içgüdümüzü yaşayakalmaktadır, yaşamı sürdürme içgüdüsü... 
   Yönetmen bey; filmin ilk dakikalarından itibaren yıkıntılar arasındaki kadınların, bir ordu dolusu (bu benzetme mecazi değildir) testosteron bulutları içinde dolaşan işgalci askerlerin arasındaki kurbanlık kuzu görüntülerini çok iyi aktarmıştır. İnsanın içi ürperiyor. 
  Sadece işgalci rusların değil alman ordusunun da üstüne taşlar atılmıştır. Yani aleni bir kayırma yoktur. Sadece olay Berlin'de geçmektedir. Ruanda'da, Bağdat'ta, Paris'te, Atina'da da geçebilir ve fon değişir. Aktörler yine aynı replikleri tekrarlar aynı sahneleri oynarlar. Hiç fark olmaz.
   İki saati geçen süresi ile, karamsar (aynı zamanda gerçekçi) bakış açısı ile, çizdiği ana ve yan karakterlerin sahiciliği ile (akkoyunlar, karakoyunlar, onuru ile ölenler, onuru yaşamaya tercih edenler, zalimler, mazlumlar vs.vs.) filmimiz kendini bir şekilde izletmiştir.
   Nina Hoss bizi şaşırtmamış çok iyi oynamıştır.
   Moğol piyade, olağanüstü şarkısı (o baslar o gırtlaktan nasıl çıkar ? aklım çıktı !) ve durağan oyunculuğuyla bana çok sahici gelmiştir.
   Eğlenmek için değil ders almak için izlenirse pek şükela olur.
   Çocuklar için sert sahneler içerdiğinden afiş uyarısına uymakta fayda vardır (16+)
   Düşmeyi resmen ilan eden generalin ifadesi de vurucudur.

   Şu aralar izlemekte fayda vardır (belki izleyenlerde savaşın gerçekleri konusunda bir idrak patlaması olur)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder