31 Temmuz 2013 Çarşamba

"Şeytan Ayrıntıda Gizlidir" Ahmet Ümit'ten Öyküler...

 
   Ahmet Ümit'ten onsekiz polisiye hikaye. 
   Günümüz Türkiye'sinden suç manzaraları. Kâşanelerden viranelere, orospulardan centilmenlere, trajediden komediye çok çeşitli bir yelpaze içinde kısacık öyküler. Aşk, hırs, öfke, kıskançlık, ihanet otuziki kısım tekmili birden duygular, insanı suça yönelten itkiler onsekizlik draje halinde hizmetinize sunulmuş.
   Nedir : standart polisiye okuruna hitap etmez. Zira, öykülerin en kesafetlisi yirmi sayfa kadardır. E yazar ne yapsın ? Bu yirmi sayfaya karakter derinliği oturtamaz (Komiser Nevzat'ı tenzih ederim). Olay örgüsünü çetrefilleştiremez, hikayeyi derinleştiremez. Kuru bir anlatımla şıpınişi anlatır öyküsünü, noktayı koyar. Arada "Genelev Çiçekçisi" gibi, empati kurdukça içinizi buran öyküler vardır ama hızlı okursanız pek bir his uyandırmaz. 
   Roman okuyucusuna hitap etmez. Romanesk bir tarafı yoktur. Gazetelerin üçüncü sayfalarını okumak gibi bir şeydir. Edebi bir anlatım hak getiredir.
   Yolcuya ve tatilciye hitap eder ama. Ankara - İstanbul otobüs yolculuğunda yahut dört güneşlenme esnasında şezlongüstü gideri ve biteri vardır. Canınız sıkılmaz, okuduktan sonra aklınızda bir şey kalmaz. İyi oyalar...
   Öykü değil de gerçek isterim diyorsanız Doğan Katırcıoğlu (nur içinde yatsın) abimizin "Olur Böyle Vakalar"ını karıştıracaksınız.

30 Temmuz 2013 Salı

"Oblivion" Bilimkurgu, her türlü...

Post apokaliptik dünya var (ki pek severim (The Tower'a selam olsun !))
Elyıns var (görmesek de, duymasak da)
Klon teknolojisi var (The Moon'a selam olsun !)
Görsellik 10 numara.
Bilimkurguya düşkün sinefillere hitap eden bir filmimizle karşı karşıyayızdır.
   İstila bitmiş, savaş kazanılmış lakin dünyamız da mahvolmuştur. Göç hazırlıklarını yapan iki kişilik timimiz, son hazırlıkları kontrol etmekte ve etrafı kolaçan etmektedirler. Olaylar gelişir.
   Elbette bir A Space Odyssey 2001 beklemeyeceğiz. Senaryoda fazla mantık aramayacağız (Satürn'ün halkalarının %90'ı suymuş mesela...)(dronlar herkesi parça pinçik ederken insanların liderini öldürmeyecek şekilde yaralamayı tercih etmektedirler mesela).  Bırakacağız kendimizi süpersonik efektlerin karşısına 124 dakika su gibi akıp gidecek. Olgakurilenko hakkında birşeycikler diyemem ama Andrearaysboro'nun aksanı ve sterilliği şükeladır.  İlk 20 dakikadan sonra düşer gibi olan ilgimiz senaryodaki ilginç kırılmalarla canlı tutulmakta, sonlara doğru asıl gerçeğin belirlemeye başlamasıyla birlikte yine merak canavarı canlı tutulmaktadır. Tomkruuyz ve Morgınfriimın (Conlenın gözlükleri pek yakışmış) bekleneni gerçekleştirmekte, yancı rollerde gördüğümüz Ceymilenıstır  (biliyorum adamın adının Nikolaykostervaldau olduğunu) ise hoş bir sürpriz olmaktadır.
   Yalnız müzikler nasıl kulağımı tırmaladı, nasıl 80'li yılların beğenisiyle yapılmış anlatamam.   
   Velhasıl bilimkurguya meraklıysanız, beklentilerinizi yüksek tutmadan gayet güzel izlenecek filmdir. Efektler açısından arşive aldım (ama bir kez daha izleyip silerim). 
   Böyle yani... 

28 Temmuz 2013 Pazar

"Killing Season" Devlerin Düşüşü... (hem mecazi, hem zahiri)

   Direktör çok telmaşa da, başroller süper.
   Kast 7 (yazıyla yedi) kişiden oluşuyor. 
   Bunların beşinin söylediği replikleri toplasanız 100 (yazıyla yüz) kelimeyi bulmaz.
   Bazı gece sahnelerinin gündüz çekildiği, görüntülerdeki dolunayın oraya monte edildiği bas bas bağırıyor.
   Konumuz şöyle : intikam...
   Mesajımız da böyle : savaş kötüdür.
   Botokslu yüzü, eymiş sakalı, üç numara traşlı kafası ve kulaklara takır tukur gelen aksanı ile Contravolta;
   Yüzünde hep bezgin bir ifade, ikide bir sopa yiyen rolü, şnavbarfiks şovu yapabilen fiziği, "bu filmi unutmak istiyorum" dercesine bakan siması ile Rabırtdeniro; 
   Bir tek bıncemin'in (valla travolta böyle diyur idi) hayat tarzı ilgimi çekti. Cep telefonu, bilgisayar, televizyon, insan, et yok. Kitap, plak, doğa var. Bir de limon ve tuz (bu ipucu filmi seyredenler için).
   Deniro ve Travolta'yı izlediğinizi unutabilirseniz, beklentilerinizi düşük tutabilirseniz, içten içe sizi kemiren destrodoyu yatıştırmak için izlerseniz, güzel vakit geçirebilirsiniz. Ama aynı şeyi bilgisayarda FPS oyunları da deneyerek yapabilirsiniz. Karar sizindir.
   Son hatırlatma : sabisübyan ile izlenmez, yönetmen bey her nedense bazı yaralanma sahnelerini Cronenberg yalınlığı ve sansürsüzlüğüyle vermek istemiş, lakin olmamış. 


25 Temmuz 2013 Perşembe

"İstanbul'un Nazım Planı" Sunay Akın'dan Hem İstanbul, Hem Nazım...

   Okumaya başladım, bir gün sonra bitirdiğimde hiç şaşırmamıştım.
   Nedir : tüm Sunay Akın kitapları bende aynı hissi uyandırır. Bizde karşılaştırmalı tarih yoktur. O yüzden ilgi çeker. Sayın Bay Akın da, damarı iyi yakalamıştır. Hakkını yemeyelim eşelediği konuyu, sıradan okurun ilgisini hep canlı tutacak tarzda kalem oynatır. Neyse kritikler sona kalsın, gelelim kitabımıza...
   Başlık herşeyi özetliyor. (Bir şapka nelere kadir yareppim !) Kitapta İstanbul var, Nâzım var (Allaam şapka yapmayı öğrendim), şiir var, tarih (bolca) var, edebiyat dünyası var, ilginç bilgiler var. Otuzsekiz başlıkta ve 138 sayfada verilebilecek tüm hoşluklar var. İş Bankası yayımlamış (son dört baskı), onsekiz de baskı yapmış. Ne güzel... Buna diyebilecek hiçbirşeyimiz olmaması gerek. Yazarımız bir de oyuncak müzesi yapmıştır ki buna diyebilecek hakikaten de hiç bir şey yoktur. (olumsuz anlamda)
   Yalnııız = gerek tek kişilik gösterileri (ki ismi "Sunay Bey Tarihi"dir)(burayı da tıklayıverin bir zahmet), gerek üslubu, gerek konuları seçmesi, fakirde bir "layt" Salah Birsel çağrışımı yapmaktadır. Bu da (Salah Ustayı çok seven biri olarak) hoşuma gitmemektedir. Biliyorum ki hoşuma gitmemesinin hiç bir akılcılığı yoktur. Adamceyiz; kitabın esamisinin okunmadığı modern zamanlarda, yazdığı kitaplarla okuyan kitleyi belki de büyütüyor (her kitap on apaçi, on tiki kazandırsa bibliyofiller ordusuna, kârdır), üstüne müze de yapmış (kimsenin aklına gelmeyen bir temada), küfür etmiyor, belaltı vurmuyor, savunduğu düşünceler de güzel.... Eeee ne kaşınıyorsun arakolpa ?
   Bu kitabında da kendinden çok söz etmiş. (üstelik aynı Salah Ustanın üslubunca (kendinden hep üçüncü tekil şahıs olarak bahsederek))
    Edebiyatçılara gizliden giydirmesi de aynı üslupta (alıntılar ve ispatlarıyla (aynı Salah Usta usülü))
   Özellikle son kitaplarda hep birbirini tekrarlayan sayfalarla karşılaşıyorum (bak bunu Salah Usta yapmazdı).
   Vallahi de aklıma gelenler bu kadar. 
   Şikemperver bir insan olarak şöyle bir örnek vereyim de kendimi daha iyi anlatmaya çalışayım :
   Mahalledeki asırlık lokantaya gider bol sirkeli sarımsaklı bir paça çorbası içersiniz, iliği erimiş, yoğunluğu tam kıvamında, sirke sarımsağın pek yakıştığı, şükela bir çorbadır bu. Ama hazımsızlık yaptırabilir, bir de ağzınız kokar...
   Sonra eve yakın yeni bir lokanta açılır. Orada da vardır paça çorbası. Ama bu paça konsantre paçadır. Sirke tamam da sarımsak tozu kullanılır. Sarımsağın tadı var kokusu yoktur. (negzel), Daha ucuzdur, gitmesi daha kolaydır, ağzınızı kokutmaz, aşçıbaşı güleryüzlü, üstü başı temizdir. 
   Makul insan yeni lokantayı tercih eder. Hem sağlığını, hem çevresindekileri, hem kesesini korur. Arızalı insan, saplantılarının peşine gider eski çorbasından şaşmaz. Nedir : paça çorbası, paça çorbası gibi yapılmalıdır.
   Bay Akın'ın 23 kitabını toplasanız, 1/2 Salah Bey Tarihi etmezdir. 
   Arakolpa da ağır obsesiftir.

23 Temmuz 2013 Salı

"October Sky" Neden Olmasın ?

DİKKAT : MALUMATFURUŞLUK
Anagram nedir ?
Romanımızın adı "Rocket Boys", 
filmimizin adı "October Sky".
Anagram budur.
   Gelelim filmimize : 
   Konumuz beyliktir : madencilikle geçinen bir kasabadaki spor bursu alma ihtimali olmayan dört genç, başka türlü yırtmaya çalışırlar. Olaylar gelişir...
   Homırhikım'ın biyografik romanından çevrilen senaryo gerçek olaylara dayandığından filmin sonunda çıkan lambaları izlemek güzel olabilir. 
   Bitince gülümseten filmdir. Evet, holivut filmlerinde kullanılan klişelerin birçoğu amansızca kullanılmıştır (tipik okul gruplaşmaları, inekle yakınlaşmalar, yeşerilen kızların gıcık tiplerce kapılması, tüm ana ve yan karakterlerin pür betimlemeleri (bkz.kriskuupır) vb.). Giriş, gelişme, sonuç kitabına uygundur (yani şaşırtmaca yoktur (misal filmi Vudielın çekseydi son sahnede o roket patlar, dört gençten geriye sadece ayakkabılar kalırdı ve fakir filmi hararetle önerirdi)). Oyunculuklar, dekor/kostümler (sanat yönetmeni iyi iş çıkarmış), görüntüler iyidir. Yeni yetme, hafif ebleh bakışlı bir Ceykgilenhaal, tüm antipatikliği ile bir Kriskuupır, upuzun kemikli yüzüyle Loradern yevmiyeyi hakketmişlerdir.
    Filmden aklımda kalan iki sahne etkileyicidir. 
   Madene inen asansörün içinden, gökyüzündeki uyduyu seyreyleyen Homır'ın yüzündeki o mahzun ifade. (bildiğiniz Küçük Emrah)
   Filmin sonundaki roketin yükselişinin değişik açılardan çekimleri...
   Özellikle canınızın sıkkın olduğu akşamlarda güzel bir alternatiftir.
   Her türlü izlenebilir. Çocuklu, ana babalı, grup her türlü...

21 Temmuz 2013 Pazar

"Siyah İktidar" Çevirinin Gözlerinden Öperim...

   Salah Usta'nın "Yaşlılık Günlüğü"nü okurken kenara not almışım "Siyah İktidarı bul, oku !" diye. Nadirkitap sağolsun, şanjanlı kitapçılarda bulamadığım ne kadar tozlu kitap varsa bulunabiliyor çabukçacık (Bestami Bey'e selam olsun !)
   Önsözü okudum, üsluptan aklım çıktı. Çevirmene baktım, aklım yerine girdi. Can Yücel...
   İncecik bir kitap (200 sayfa, 1968 basımı, ANT Yayınları). Tek başına okumak için fazlaca ağır. Paralel okumayla iyi gidiyor. Stokely Carmichael, oturmuş Amerikan ırkçılığının kitabını yazmış. O güne dek bu konuda yapılanları, bilimsel tespitlerle (genellikle alıntılardan oluşuyor, ama olsun) eleştirmiş, yeni yolunu bellemiş, dayanaklarını sağlamlamış ve kağıda dökmüş. 
   Tüm bu yapılanlar genel olarak ırkçılık hakkında değil, sadece o coğrafyada yaşanan ırkçılık hakkında olduğundan, digerka^mlık (yine şapka yapamadım !) yapmak oldukça zordur. Kitap ilerledikçe verilen örnekler sadece Amerika'da, yalnızca o dönemde yaşananlardan seçildiğinden okura masalsı gelebilir. Bu bağlamda, bibliyofile pratik olarak herhangi bir fayda sağlamayacağı düşünülebilir. Ancak tarihsel olarak bu konuya ilgi duyanlara hitap eder. 
   Burada büyük bir AMA yazmak gerektir.
   Bir kitap sadece üslubu için okunabilir mi ? sorusuna yanıt arayanlar, bu kitaba yakın dursunlar derim. 
   Can Yücel nasıl duru bir argo kullanmış, dilimize nasıl takla attırmış, görmek gerektir. 
   Misal sömüren varlıklara ne deriz : "Sömürgeci". Can Usta "Sömürgen" diyor (bundan kelli ben de öyle diyeceğim, zira sömürmek kemirgenlere daha bir yakışıyor).
   Şöyle bir cümle zihnimizi tokatlıyor mesela : "Dawson ve onun gibilerin bu tenkide verecekleri bir karşılık vardı elbet; onlarca iş görebilmenin yolu anca buydu; elden geldiğince nimet koparabilmek için partiyle (buraya kadar normal) kaskarikoya girmek gerekti." 
   Haydi bakalım kaskarikonunu ne demek olduğunu anlamak için Hulki Aktunç'un büyük argo sözlüğünü aç karıştır, bulama, internetlerde araştır, yine bulama, hafızayı yokla, yine yok ! Çaresiz akıl yürüterek okumaya devam et...(misal "orostopol"da yaşamadım böyle zorluk. O,  sözlükte var.)
   Öte yandan kitapta yazılanların bazı bölümlerinin günümüzde de aynı algıyla okunabileceğini keşfetmek ilginç oldu. Misal : "Özgürlükten yana görünüp de, kışkırtıyı (bak ! usta terörizme ne güzel karşılık bulmuş) kötü gözle görenler, toprağı sürmeden mahsul almak istiyorlar; gör gürlemeden, yıldırım düşmeden yağmur yağsın istiyorlar; okyanusu istiyorlar, ama dalga olmasın, sular köpürmesin diyorlar... Ağlamayan çocuğa meme vermez iktidar. İstemiyene zırnık vermemiştir, vermiyecektir de. Bir halk boynunu büktü mü, abanacaklardır üstüne, bini bir paraya gidecektir uğradığı haksızlığın, ta ki silkinsin, sözle, yumrukla, ya da her ikisiyle birlikte dirensin... Tiranların edeceği zulmün sınırı, zulme uğruyanların sabrına bakar." (noktasını değiştirmedim (yoksa biliyorum "istemeyene", "uğrayanların" yazılacağını ben de))
   Böyle beyin cilalayan satırlar var kitabımızda, lakin yarısından sonra fazlaca mahalli örnekler ve çözümler içerdiğinden ilk yarısı kadar firfirikli okunmuyor. Buna mukabil çeviri ve kullanılan dil okuru alıp götürüyor. Bu da böyle mazruftan ziyade zarfı için okunan kitaplardan biri olarak, raflarımızdaki yerini alıyor. 
   Karar senindir sevgili k^ari. "İçerik önemli" diyorsan okumayabilirsin (kaldı ki bence içerik de önemli satırbaşları içeriyor), ama dilimizin kullanımı ilgini çekiyorsa ıskalama derim...
bu arada Hulki Hoca öldükten sonra n'oolacak "büyük argo sözlüğü" ? kadük mü kalacak ? öksüzyetim mi kalacak ?

20 Temmuz 2013 Cumartesi

"Any Day Now" Sen Bir Garip Çingenesin, Gümüş Zurna Neyine ! (homofobik başlık)

   70'li yıllarda iki eşcinsel, özürlü bir çocuğun vesayetini almaya kalkarsa neler olur ?
   Filmimiz ilginç bir konuyu güzel oyunculuklarla (Marko'ya alkışlar gönderiyoruz (o ne odaları ışıtan gülümsemedir o)) derli toplu anlatıyor. 
   Değişik cinsel eğilimlerini yeni yetmeliğinde keşfetmiş bir drag-queen (Rudi), sonradan bu yola girmiş bir savcılık avukatıyla (Pol) tanışır, birbirlerinden hoşlanırlar. Derken tecrübeli arkadaşımızın canki komşusu uyuşturucudan içeri girince, down sendromlu oğlu ortada kalır. Rudi çocuğu sahiplenir, annesinden velayeti de alır, pürüzlerin giderilmesi için hayat arkadaşı Pol'den yardım alır. Olaylar gelişir...
   Senaryomuz, neredeyse bir yıldır okuduğum (beni perperişan eden) senaryo kitabındaki bütün kurallara uyarak ilerliyor, ortalara doğru tam "Eee şimdi ne olacak ?" derken kitapta yazılı kurallar uygulanıyor ve bir kırılma yaşanıyor, her şey tam da beklendiği gibi olayor.
   Senaryo, kurgu, oyunculuklar, kostümler, dekorlar iyidir. Elınkaming'in ara ara abartıya kaçan oyunculuğu ve bazı yatak sahneleri göze batsa da, müzikler ve diğer bağzı şeyler bunları fazlasıyla telafi etmektedir. 
   Filmleri izledikten sonra bir iki kriterle değerlendiriyorum. Bunların en önemli ikisi "arşive katayım mı ?" ve "sevdiceğim sonuna kadar izledi mi ?"dir. Kabul. Fazlasıyla kişiseller ancak şimdiye kadar tutan bir formül bu.
    Sevdiceğim sonuna dek izledi. 
   Arşive alıp almama konusunda kararsız kaldım zira işleniş ve kurgu pek beylikti.
   Lakin; 
   ebeveynliğin cinsel tercihlere bağlı olup olmaması sorunsalı,
   toplumun (bir türlü kırılamayan) önyargıları,
   bu önyargıların doğrultusunda oluşturulmuş kanuni dayanakları,
   tüm bunların karşısında yaşanan çaresizliği,
   gibi ciddi sorulara yönelik tespitler barındırdığından, arşivimize de katmışızdır.
   Homofobik bir insankişiyseniz izlemeyiniz.
   Önyargılardan arındığınızı düşünüyorsanız "Al Gözüm Seyreyle Salih" (Yaşar Kemal Usta'ya da bin selamlar)

15 Temmuz 2013 Pazartesi

Şiirin Peygamberiyle Ortak Paydalarımız...



Sizin hiç babanız öldü mü? 
Benim bir kere öldü kör oldum 
Yıkadılar aldılar götürdüler 
Babamdan ummazdım bunu kör oldum 
Siz hiç hamama gittiniz mi? 
Ben gittim lambanın biri söndü 
Gözümün biri söndü kör oldum 
Tepede bir gökyüzü vardı yuvarlak 
Şöylelemesine maviydi kör oldum 
Taşlara gelince hamam taşlarına 
Taşlar pırıl pırıldı ayna gibiydi 
Taşlarda yüzümün yarısını gördüm 
Bir şey gibiydi bir şey gibi kötü 
Yüzümden ummazdım bunu kör oldum 
Siz hiç sabunluyken ağladınız mı? 


10 Temmuz 2013 Çarşamba

"Hayat Kaç Kere Başlar ?" Kaç kere ?

   Suluzırlak bir insan değilim. En son onüç yıl önce kızıcığımın yıkılan odasındaki küçücük şemsiyeye bakarak ağladığımı hatırlıyorum.
    Bir de bu kitabın belirli paragrafları gözlerimi doldurur gibi oldu. 
   Kitabımız bir hayat öyküsü. Eskilerden başlayıp günümüze süregelen, serbest çağrışımlı anıların ard arda yazılmış hali. Bu anılar oldukça kişisel olup birçoğumuzu ilgilendirmeyebilir, ancak yansıttıkları günlere dair ilginç ipuçları verdiğinden okuması keyifli olabiliyor. İlk bölümlerde aile anılarından oluşan anılar gittikçe yazarımızın çevresinde kümeleniyor ve sanıyorum ki kitabın yazılma amacını oluşturan büyük kırılmaya doğru doludizgin akıyor. Büyük kırılma noktası : 17 Ağustos 1999 depremi. Birçok insanın hayatında (hem metaforik, hem de gerçek anlamda) kırılma yaratan bir tarih. Yazar da bu kırılmadan nasibini almış, hayatındaki en önemli figürlerden ikisini, anne ve babasını kaybetmiş. Kaybettikleri, bizlerin de pek sevdiği alt komşularımız Atilla Abimiz ve Filiz Teyzemiz olmasa yazılanlar bu denli etkiler miydi fakiri ? Bilmiyorum. 
   Ama başlangıçta yabancılaşmış olarak okuduğum satırlar; deprem faslına geldiğinde, hayatımın bir bölümü (hem de üstünü örtmeye çalıştığım bir bölümü) gözlerimin önüne geldiğinden kah gülerek kah gözlerim dolarak yaladım yuttum. 
   Fakirin bugüne dek bir çok kitapta ismi geçti. Lakin bu kitaba gelinceye dek isminin geçtiği satırlar hep karanlık komplolar ve hayali organizasyonlarla süslendiğinden sahafta kitap karıştırırken ismine rastladığında hep ürperdi. 
   Bu kitaba kadar. Burada anlatılanlar hep gerçek, birebir yaşanmış olaylar. 
   Depremden sonra Uluç'un yaşadıkları ise aslında başka bir kitaba konu olabilirmiş. Hayatındaki her şeyi geride bırakarak yeni bir hayat kurmak her babayiğidin harcı değil. Bu eylemi (üstelik de başarıyla) gerçekleştirmiş birinin yaşadıklarına tanıklık etmek ise okurun isteğine kalmış.
   Baştan uyarayım : edebi bir haz, akıcı bir kurgu, meraklı hikayeler, göz yaşartan duyarlılıklar peşindeyseniz okumayınız. İstediklerinizi bulamayacaksınız.
   Amma velakin ! roman değil de hayatın kendisini merak ediyorsanız, büyük deprem sizi de bir şekilde etkilediyse, hayatta tükenme aşamasına geldiyseniz ve motivasyona ihtiyacınız varsa yakın durunuz. 

9 Temmuz 2013 Salı

"Trance" Danny Boyle Transa mı Geçiyor ?

   Yönetmen Deniboyl, oyuncular Ceymzmekevoy ve Vinsıntkasel olunca insan ister istemez meraklanıyor. Filmimiz de gayet güzel bir iç ses anlatımı ve hareketli bir soygun ile başlayınca "hah" diyorsunuz "galiba iyi bir 101 dakika geçireceğim".
   Lakin kazın ayağı öyle değil sevgili sinefil.
   Araya sanat, suç dünyası, hipnoz, saplantılar yerleştirilen bulmaca gibi bir filmle karşı karşıyayızdır. Yukarıdaki afiş filmimizi anlatmada son derece başarılıdır. Zira floresan ışıkların ve cam duvarların fazlaca kullanıldığını görüyoruz. İlk yirmi dakikadan sonrası tempo sarkmakta, kurgu çetrefilleşmekte ve son yirmi dakikaya kadar "du bakali nolecek ?" diye bekleyen izleyici, akıl zorlayıcı bir finalle yüzleşmektedir. 
   Inception'dan esinlenme var mıdır bilemem ama rüyalar yerine hipnoz seanslarının geçmesi, bilinçaltındaki görüntülerin parlak renkler ve aktüel kamera açılarıyla verilmesi oldukça tanıdıktır.  Buna intihal denir. Ancak bir Inception değildir. 
   Şiddet (Kasel tam kafayla da yeterince ürkütücüyken yarım kafalı hali rüyalara girmeliktir) ve cinsellik (Goya'ya selam olsun) ögeleri mebzul miktarda kullanıldığından sabi sübyana ağır gelir.  Beklentilerinizi düşük tutarsanız iyi bir seyirliktir. Ama bir Trensayanlar beklerseniz ciddi hayal kırıklığına uğrarsınız.

8 Temmuz 2013 Pazartesi

"The Cider House Rules" Elmacıların Ev Kuralları...

    Irkçılık, Kürtaj, Ensest, Aşk, Sorumluluklar, Kader : bunlar ağır kavramlar. 
   Alınız bu kavramları yetimhane dekorunda Maykılkeyn (bayılırım !) ve Tobimeguayr'a (bayılmam !) (üstüne bir de Karlayzteron (az bayılırım !) ilave ederek) yorumlatınız. 
   İşte Lasse Hallström bu işi gayet güzel yapıyor. Conörving'in romanı zaten tuğla (600 küsur sayfa), yönetmen romandaki bir çok (en azından) ana hattı vereyim diyerek süreyi uzatmış (126 dk.). Süre, birçokları için bir engel olabilir. Üstelik filmde siiciay (computer generated imagery) yok, kavga döğüş yok, aksiyon yok. Birtakım insanlar biryerlere gidip, birşeyler konuşuyorlar. Lakin filmimiz öyle bir naif ki (bunu betimleyecek başka sıfat bulamadım), izleyici ilk onbeş dakikadan sonra kaptırıyor kendini, bitince de kendine geliyor.
   Öyle 1080p'li versiyonları falan yoktur, görüntüler, ışıklar, 99 yılından kalmadır. Nedir : görkemli görüntüler beklemeyecekmişiz. Ama meşhur olmadan önceki Tobimeguayr (hala ısınamadım sana çocuk ! (koca filmi yüzünde iki mimikle bitirdi de)), Karlayzteron (ne estetik "yastığa değen organların" var bacım !). Meşhur olmuş (ama çok da değil) bir Maykılkeyn (abinin karşısında saygıyla eğiliyor, başka da bir şey demiyorum). o dönem pek (pek demeyelim de hiç diyelim, burnumuz uzamasın) meşhur sayılmayan J.K.Simmons (ki toplamda 15 saniye falan zuhur etmektedir filmimizde) vardır. Ortanca Malcolm'daki arıza sarı kardeş vardır (gözleri bile nemlendirtmektedir.). Oyunculuklar iyi, senaryo, kurgu iyiden ötedir.  Bu durumda ne yaparız ? Kaçıranlara ısrarla (hiç de sevmem ısrarcılığı), izleyenlere samimiyetle (hah bu oldu) izlemelerini öneririz.
  "Kızlarının babalarından hamile kalması normal midir ?" sorusunu sorabilecek çocuğunuz ve buna verebilecek makul mantıklı yanıtınız yoksa çocuklarla izlemeyin, ya da risk alın izleyin. Oralara gelinceye kadar kızancıklar sıkılıp internetin başına otururlar nasolsa. 

3 Temmuz 2013 Çarşamba

"Dead Man Down" Ölüler de Düşerler...

   Yine bir "un-yağ-şeker var, helva yok" filmiyle daha karşı karşıyayız sevgili sinefiller.
   Konu beylik.  İntikam (intikam satar).
   Oyuncular iyi Kolinferıl (küçükemrah kaşlarıyla), Numirapas (atarlı oyunculuğuyla), Terınsavırd (kötü adama hiç gitmemiş), İsabelhuper (evden çıkmadan oyniyim bari demiş).
   Görüntüler, kostümler, dekorlar, müzikler (ZAZ var) özenli.
   Aksiyon sahneleri aksamadan çekilmiş.
   Masrafsa, gereken masraf yapılmış yani... Her türlü.
   Ama olmamış.
   Filmin başlarında, zıtların karşılaşması dikkati birazcık çekse de, ilerleyen dakikalarda iyice aksiyona vurup hayattan uzaklaşan ve ciddi mantık hataları içeren bir senaryoya sahiptir. İki saate yakın (118 Dk.) sürenin ortalarına doğru filmden uzaklaşıyor, sonlarına doğru kopuyor, en sonunda ise iyice kopuyorsunuz. 
   Tütün lobisi filmi çok iyi beslemiş, her karakterin imkan bulduğunda tüttürmesinden anlaşılıyor bu.  Beklentilerinizi düşük tutarsanız hayal kırıklığına uğramazsınız, lakin ejderha dövmeli kız ile Brüj'deki tetikçiyi biraraya getiren aynı yönetmenin bir filmini izleyerek "şöyle güzel bir sinefil tatmin yaşayayım" diyerek izlerseniz soğuk yemek yemiş gibi olursunuz.
   Benden söylemesi...

1 Temmuz 2013 Pazartesi

"İnsanat Bahçesi" Desmond Morris'ten Kendimizden Sonra Topluma Dışarıdan Bakış !..


  Sayın Bay Desmond Morris'in daha önce bir kitabını yorumlamamıza karşın çıkış noktası olan "Çıplak Maymun"u henüz dürtüklemedik. Bu kusurumuzu sonra telafi edeceğimizin sözünü verip (her on yılda bir okurum), üstadın fakiri ikinci kez çarpan kitabıyla karşınızdayız sevgili okur...
   Sayın Morris; bir etolog, yani hayvan davranışlarını gözlemek ve yorumlamak üzerine uzmanlaşmış bir hayvanbilimci. Yıllar süren kariyerinin sonlarında "yav ben bu birikimimi insanları konu alarak yorumlasam nasıl olur ?" diye bir soru sormuş, çok da iyi yapmış. "Çıplak Maymun" bu birikimin ilk, en çarpıcı ve pik eseri. Lakin konumuz "İnsanat Bahçesi".... 
   "Çıplak Maymun"da araştırılan, didik didik edilen, duvardan duvara savrulan, parça pinçik yapılan objemiz insandı. "İnsanat Bahçesi", tahmin edilebileceği üzere içinde yaşadığımız toplumu biraz evvel saydığım fiillere tabi tutuyor.  

   Kabileler ve süper kabileler.
   Statü ve süper statü.
   Seks ve süper seks.
   Bizler / onlar.
   Damgalanma ve ters damgalanma.
   Uyarma / Uyarılma çabası
   Çocuğumsu yetişkinler
   bölümlerinden mürekkep kitabımız, her bölümde gözümüzün önünde apaşikar olan ancak bir hayvan bilimcinin eşsiz bakış açısıyla yorumlandığında bambaşka anlamlara bürünebilecek onlarca sosyolojik olguya neşter atıyor.
   Özellikle son günlerde yaşanan gelişmeler düşünüldüğünde "statü ve süper statü", "bizler / onlar" bölümlerinin okunması (bittabi yorumlanması) beyinde onulmaz hazzzzlara neden olabilmektedir. Böylelikle (özellikle muktedirlerde) anlamlandıramadığımız garip davranış biçimlerinin etimolojisi anlanmakta, Darwin efendinin ruhuna fatihalar gönderilmektedir.
   Kitabın Sander'den 1973'te yayımlanmış baskısını okudum. Dönemin gençliğinin eğilimleri, düşünceleri, yaşam tarzı da sosyolojik tespitlerden nasibini almış. Tespitlerin günümüz gençliğiyle mukayesesini yapabilmek de bir başka zihin egzersizi olmaktadır. Engin Darıca'nın çevirisi metrobüs gibi (yokuş aşağı olanlardan) akıp gitmektedir. 
   En iyisi yazmaya üşenmediğim bir iki paragraf yazıp bibliyofilin iştahını kabartmaktır. 
   İşte incilerden bir demet :
   "Dakika bir, gol bir" yazmaya üşendim ama statü süper statü bölümünde sınıf atlama kaygısıyla yapılan "üstünlük taklitleri" örnekleri fakirin aklını çıkarmış, kredili satış, ipotek, borç verme sisteminin zuhurunu şıppadanak açıklamıştır."
   Bu da emeklilik düşleyenler için gelsin :
   "Emeklilik çağına gelenler, çoğu kez dinginlik içinde oturup güneşlenmeyi düşlerler. Dinlenmek ve "keyfine bakmak"la tatlı bir yaşlılık dönemini ellerinden geldiğince uzatmaktır emelleri. Oysa bu güneşlenmek düşünü gerçekleştirdiği zaman başına ne geleceği bellidir : yaşamı uzamayacak, kısalacaktır. Neden mi ? Gayet basit ! Uyarılma çabasından vazgeçmiştir de ondan. İnsanat bahçesinde yaşayan bizler yaşam boyu uyarılma peşinde koşarız ve vazgeçtiğimiz ya da tökezlediğimiz anda başımıza ciddi belalar gelebilir."
   Bu da dış mihraklar için gelsin :
   "Kurulu düzen temsilcileri soruna rasyonel olarak baktıklarında, buluculuğun ve yaratıcılığın toplumsal ilerleme için çok gerekli birer öge olduğunu görmüşlerdi. Oysa aynı süper-kabile otoriteleri, bir yandan bu eğilimi resmen desteklerken öte yandan, toplumsal düzenin dizginlerini elden bırakmamak için duydukları kötü denecek kadar güçlü hırs yüzünden, karşısında yer almaktaydılar. Yeni siperler kazıp, yeni saldırılar planlayarak, toplumu kendi koyverdikleri buluculuk akımlarına karşı tam teşkilat direnmek üzere hazırladılar....." Bu böyle sürer, gider.
   Bu cümle çevirinin hoşluğu içindir : 
   "Her ne kadar aşk oyunlarında az biraz hoyratlığa kaçan ve eşleriyle sadik denebilecek birtakım eylemlere girişen erkekler yok değilse de, tam anlamda sadist sayılabilecek yaratığa oldukça az rastlarız (hamdolsun...). "(vallahi aynen böyle yazıyor.)
   Ayrıca : moda, kapitalizm, eşcinsellik, fundamentalizm ve sayamadığım bir çok kavram için şıpınişi açıklamalar vardır. Bu açıklama ve tespitler istatistiklerle desteklenmemekte, dolayısıyla bilimsel sayılamamaktadır ama olsundur, akıl terazisinde tartıldığında kefeler müsavi gelmektedir.
   Şiddetle ne işim olur ! hararetle öneririm.