29 Kasım 2016 Salı

"Captain Fantastic" İyi film.


  • Ne zamandır bekliyordum, sinemalarda saçma sapan saatlerde sadece bir hafta oynadı, kaçırdım. Mecburen malum kaynaklardan edinip, şöyle sakin sessiz bir akşam ayarlayıp, telefonları kapayıp izledim.
  • Son yazacağımı ilk yazayım : fikir, filmin önüne geçmiş.
  • Kaptan Fantastik'in karısı ölür, çocuklarıyla cenazeye giderler. Konu bu. 
  • Kaptan ve kadını, çocukları öyle bir sistemde yetiştiriyorlar ki hem fantastik hem kuntastik. 
  • Fantazyası şöyledir : çocuklar "dış dünyadan" kuzenleriyle yemek masasında Nike'ın Yunan Savaş Tanrıçası mı yoksa ayakkabı markası mı olduğu konusunda fikir ayrılığına düşerler. Hiçbiri diğer kavramdan haberdar değildir. Bu perspektifle Kaptan'ın çocuklarının "Kyodontas"ın tersine ufuklarının anormal şekilde açıldığını varsayabiliriz. Yurdum entellektüelinin çok daha üzerine çıkmışlardır, önyargı, ayıp, günah gibi kısıtlayıcı kavramlardan azadedirler. Zihinsel ve fiziksel kapasiteleri en üst düzeydedir.
  • Kuntazyası ise şöyledir : en büyük oğlan; karavanparkta tanışıp öpüştüğü tipik amerikan motoruna (çok da şairane bir şekilde (gayet de ciddi olarak)) evlilik önermektedir. Hayattan (Ah o tüketimin peşinde solan hayat !) bu kadar uzaktır. "Kitaplarda yazıyorsa, herşeyi biliyorlardır" ama yazmazsa (ki hayatımızın büyük bölümünde yaşadıklarımızı kitaplardan öğrenmiyoruz) durum kötüdür.
  • Kaptan (kadınını da yitirdikten sonra) oluşturduğu sistem hakkında biraz ikirciklenir. Bu ikirciklenmesi saç kadar ince bir kırıktan sonra çatırdamaya dönüşecek ve pes edecektir ancak iş orada bitmeyecektir.
  • Neyse filmi anlatmayayım da izleyin.
  • Aklımda kalanları yazmaya çalışayım.
  • Kaptan'ın; çocukların "seni de kaybedemeyiz" dedikten sonra frene basması. Çekilen sifon (ki hayatın bittikten sonraki hiçliğin bombastik metaforudur). Kiremitin kırılmasının hayatta yarattığı kırılmalar. Sarı kopilin aldığı "tecavüz nedir ?" sorusunun cevabı (şükela ötesidir). Kardeşler arasındaki ayrıkotunun "neden noel'i kutlamıyoruz ?" sorusuna aldığı cevap (bu da aynı kalibrededir). 
  • Kaptan'ın 1 doları. (seri numarasını göremediğimden Fetöcü olup olmadığını anlayamadım (bkz.aşağıdaki lamba)) kırmızı takımı da atlamamak gerek.
  • İnzivada nüdizmi anlarım da kampingde nüdizm biraz garip kaçmış.(yine aşağıdaki lamba (bu arada : eskiden sinemaların girişlerinde, filmlerdeki sahnelerin fotoğrafları olurdu, onlara lamba denirdi))
  • Film olarak ortalama, fikir olarak çok başarılı bir yapımdır. Yine seyredeceğim, hatta üçüncüye bile seyredeceğim (Noam Chomsky'nin de bir iki kitabını bulup okuyacağım)
  • Ne zamandır çizgi roman kahramanlarını izliyorum, CGI'a boğuldum. Bu; can simidi gibi geldi. Çocuk yetiştiriyor ve sistemi sevmiyorsanız, ıskalamayın.


28 Kasım 2016 Pazartesi

"Fantastic Beasts and Where to Find Them" Bizde niye yok diyor ?


   Yok ! yeniyetmelikten beri özel efekt olayının (o zamanlar maketti, kuklaydı. (bkz.Dünyayı Kurtaran Adam) CGI'ın daha hastasıyız ama (bkz.Ayhan Sicimoğlu)) peşinde koşan bir insanım. Ondan dolayı üç buutlu izlemek için gittim üç saatimi harcadım. Yoksa senaryoda falan öyle kafa yoracak bişiy yok.
   Heripotır'ın ekmeğini (daha da) yemek isteyen bir ceykeyravlings, "bizde niye yok diyor" diyen Amerikalıların gönlünü hoş etmiş, (olmazsa olmaz) tarihi niyork atmosferinde "alohomora"lı "dambıldor"lu bir film çekmiş.
   Görsellik olarak diyecek bir şey yok. Üç saatin sonunda başım bile ağrımadı ve perdeden dışarı fırlayan hayvanat öyle fazla CGI kokmuyordu. Lakin sündürüldükçe sündürülen filmimiz, senaryo dünyasının en klişe işlerinden biri olan iyi ile kötünün hikayesini iyi kötü anlatan Heripotır serisinin bile altında bir iş çıkarmış. Kötünün kim olduğunu filmin ortalarına kadar anlamadım. Karşısındakiyle konuşurken hep sağ omzunun altına bakan bir Ediredmeyn (bu adamı Yılmaz Morgül'e benzeten bir ben miyim ?), yüzü asla akılda kalmayacak bir sıradanlık içeren Ketrinvootırstın (hani oyun gücü de aman aman diyil), her daim kumarhane krupiyesi gibi giyinen bir Kolinferıl, ve en son sahnede arzı endam eden Canidep (ki yaşlandırma makyajında fazla çalışmalarına gerek kalmamış) filmin artıları sayılmaz. 
   Ha ! fakir gibi CGI manyağıysanız gidebilirsiniz ama izlerken bir türlü kendimi veremedim, hikayenin içine giremedim, sonraki sahneyi merak edemedim. Siz bilirsiniz yani.

27 Kasım 2016 Pazar

"Alafrangalığın Tarihi" Ercüment Menemen !

   Şiir pek sevmiyorum (duygusal kadüklük başka birşey değil), üslubundan haz aldığım, bana birşeyler hissettiren şairler pek az. Sayın Yavuz da onlardan biri değil. Kendisinin hiç bir kitabını okumadım. "Hüzün ki en çok yakışandır bize" dizelerinin sahibiymiş. İnternetten "İnançsızlar" şiirini buldum, okudum, fazla da hoşuma gitmedi. Neyse; konumuz kendisinin şiirleri değil zaten "Alafrangalığın Tarihi".
   "Peki, neydi yapılması gereken ? Size garip ve belki de "uçuk" gelecek birşey söyleyeyim : Köy Enstitüleri yerine Kent Enstitüleri kurulmalıydı." Bu cümle kitaptan, başlıktaki Ercüment Menemen'i ise bilen bilir (mühim olan hadise şudur : hadise çok mühimdir !). 
   Kitabımız; bilimsel bir üslupla yazıldığı zannıyla çok sayıda dipnot ve alıntıyla yazılmaya çalışılmış. Öyle ki bir çok bölümde okura "bitse de kurtulsak" hissi vererek hızlı okumaya geçiş yapma isteği verir (var böyle bir istek (yok hissettim, biliyorum)). Kendisini eleştirmek haddim değil ama fakir aşırı sıkıldı kitabı okurken. Hayır, konu gıllıgışlı, velveleli bir konu. Yazarımız da Keçecizade'nin "Bihakkı Hazret-i Mecnun izale eyleye Hak, Serimde derd-i hıretten biraz eser kaldı" beyitini de bilmektedir (bilip okura açık etmemektedir ama (ben burada yazayım da belki okuyan çıkar : "Deliler Sultanı'nın yüzüsuyu hürmetine Hak'tan şifa diliyorum; zira akıl belasından tamamiyle kurtulabilmiş değilim" (aynı beyit "Saatleri Ayarlama Enstitüsü"nde de kullanılmıştır)))
   Çoğu zaman kim ne demiş, dipnotlarda ne yazıyor diye altını üstünü çizmekten yazarın ne dediğini pek çıkaramasam da kısaca şunu anladım : Hayatta en gerçek yol gösterici bilim değil akıl olmalıdır. Bilimin siyah beyaz tanımlamaları hayatı çekilmez hale getirmektedir. Yaşasın inanç, yaşasın bilimden azade akıl. 
   Buyursunlar karanlık çağlara. Bilimsiz akılın insanı nerelere götürdüğünü, nerelere getirdiğini (tarih bilimine şükür olsun ki) bilebiliyoruz. Hal böyleyken "Yepyeni Bambaşka Memleketim"de gideri olması gerektir ama muharririn malum bir gazetede yazmasından dolayı nezarethane koridorlarını arşınladığını okuyunca, onun görüşlerinin de "fincancı katırlarını ürküteceği" zannında olanların olduğunu idrak ettim (hah ! bir Ercüment Menemen de burada yazıyor). 
   Hilmi Yavuz; fakirin kalibresinin çok üstünde. Ama yazdıklarına hiç aklım yatmıyor, katılmıyorum. "O taraftan nasıl görünüyor ?" diye merak ettim, aldım, okudum ama gördüklerim hoşuma gitmedi (Kadınlara Seçme ve Seçilme Hakkı veren kanunu görmezlikten gelmesi gibi). Cumhuriyete nasıl menfi bakılır ? Bilim nasıl kötülenir ?  gibi sorularınız ve heba edecek zamanınız varsa öneririm, yoksa yaklaşmayın !   
hah fontun altını da yanlışlıkla beyaza boyadım ki, yazı tam olsun !

24 Kasım 2016 Perşembe

"Müptezeller" Emrah Serbes Çağrışım !


  • Öyle düz bir tanıtım yazısı olmaz bu novellaya.
  • Çünkü düz bir roman değil (zaten içinde de roman olduğu yazmıyor) !
  • 163 sayfalık esere novella diyebilirsiniz belki ama standart serim-düğüm-çözüm örgüsünde olmadığından belki de diyemezsiniz.
  • Bay Serbes'in başta yazılan kısa yaşamöyküsü ile kitap apaçık parallellikler taşıyor. Zaman, mekan ve kurgu olarak gözden kaçmayacak (kaçamayacak) bu parallellikler; insanda acaba "Emrah, o kafayı yaşadı mı ?" sorularını düşündürüyor.
  • Deliduman'daki protagoniste (ne işim olur protagonistle !) esas oğlana benzer Bakır Arslan'ın ağzından anlatılanlar mebzul miktarda argo ve mümbit miktarda küfür içerir. Ama o mekan ve zamanda yaşananlar belki de aynen böyleydi, bilemeyiz.
  • Kendi adıma esas oğlana zerre yakınlık duymadım, karakteri içselleştiremedim, Deliduman'da aldığım zevki alamadım ama,
  • İşte bu ama, leş gibi bir iş günü akşamı aldığım kitabı gecenin yarısına doğru başlayıp, sabahın üçüne kadar (ki üçbuçuk saat sonra kalkıp yine işe seğirttim) elimden bırakamayıp bitirmeme neden olmuştur.
  • Öyle edebi bir şaheser falan değil, şanjanlı betimlemeler, dağdağalı replikler, olağanüstü bir kurgu falan yok. Yazar, 163 sayfa boyunca okuru pata küte tokatlıyor. Zank diye köpeklerin zehirlenmesinden başlıyoruz, Beşiktaş iskelenin Beşiktaş iskele olduğu zamanlarda o mekanda içilen biralarla bitiriyoruz. Bitince de ağızda kekremsi, acı (gereğinden fazla içilmiş kötü rakının sabah ağızda ve nefeste kalan etkisi) bir tat kalıyor. Arka kapakta yazdığı gibi "Yaz biter, güz biter, hep kış gelir".
  • Bay Serbes "Bit Kuşağı"  yazarlarına mı öykündü, yoksa gerçekten yaşandı mı bunlar; bilemiyoruz. Aklıma Ankara'daki "Hoca" (ki eserdeki en bombastik karakterlerden biridir) ve afyondan ağrısını unutan "amca" geliyor (bu ikisi bile bir filme yeter).
  • Diyeceğim odur ki : bir Deliduman değil ama bir Emrah Serbes çalışması. Her halûkarda okunur. Ben sevdim, sizi bilemem.

21 Kasım 2016 Pazartesi

"Köşe Yazıları" Bizim Mahalleden değil ama Komşu Mahalle.

murat menteş köşe yazıları ile ilgili görsel sonucu



   Yok ! bu, kitap değil. Birileri toplamış Murat Menteş'in yazılarını (Yeni Şafak olsun, afilifilintalar olsun her türlü) tutmuş e-kitap yapmış. Romanlarını zaten severim, dedim "yazıları niye okumiyim ?". 
   Bay Menteş'in mahallesinden çok uzakta ama kendisine çok yakındayım. Hayata farklı açılardan bakıp aynı şeyi gördüğüm bir zattır kendileri. Yazdığı yazıların (neredeyse tümünün) altına imzamı rahatlıkla atabilirim (tabi o kadar kalem bizde nerde ?). Malumatfuruşluğu bir nebze arttırması kanımca isabetli olur (neticede politikanın etimolojisi "polite"dan değil "çok yüzlülük"ten gelmekte (polytica)). 
   Böyle ahkam kesmek kolay. Yazılanları okuyorum, genellikle hoşuma gidiyor ama yazar için ciddi risk. Pek hoşgörülü bir toplumda yaşamıyoruz. Kaldı ki onun mahalle "adamın ekmeğiyle oynar" (nitekim oynamış da). Üzüldüm. Netçede aynı şeyleri sevip, diğer şeyleri sevmiyoruz. Böyle olunca Bay Menteş mateessüf "iki cami arasında beynamaz" durumunda kalıyor. Olsun ben seviyorum. Bulabilirseniz bir bakın, siz de seveceksiniz. Keşfettiğiniz parallelliklere şaşıracaksınız.

15 Kasım 2016 Salı

"Stepançikovo Köyü" Sanki Küçük Memleket !..

  stepançikovo köyü ile ilgili görsel sonucu
    Neden klasiktir Mihal'in oğlu Fyodor'un kitapları ?
   En son kitabını okuduğumdan bu güne rahat 20 yıl olmuştur. Aradan geçmiş iki çocukluk zamanı, üslubunu unutmuşum, konuları bile zar zor aklımda. Tek hatırladığım : içime akan ılık portakal şurubu gibi bir tat (bu benzetmeyi de Salah Usta'dan intihal ettim (yattığı yerde dinlensindir şımşıkırdak şiirlerin müsebbibi)). Atladığım kitapları varmış. Vedat Özdemiroğlu'nun bir yazısında okudum, bir yerlere not ettim, araştırdım "meritokrasi" veritabanında da varmış. Kıydım parama aldım. Meğerse; yeni baskısı yapılmadan önce bibliyofiller arar bulamazlar, gaddar sahaflar da insafsız pahalar biçerlermiş. Sanalı da tamam da, insan böylesinin sayfalarını çevirmek istiyor. 
   İlk paragraftan okuru kafesliyor, arada sarkıyor ama hemen toparlıyor. 
   Senpetersburg'dan dayısını ziyarete gelen bir münevverin gözünden yaşananlar, hepi topu bir kaç günlük hikaye. 
   Sibirya döneminde (kentlerden uzakta) yazılan novellamız, ustanın daha önceki eserlerine bakıldığında ciddi bir mizah içeriyor (bakmayın aşağıdaki karamsar canlandırmaya). Kahraman isimlerinden (Foma Fomiç (ah Foma Fomiç), Falaley, Vidoplyasof, Smerdyakof vs.), karakter betimlemelerine, diyaloglara, yaşanan olaylara; hep ölçülü bir mizah sinmiş. Okurken gülümsemekten kendini alamıyor kâri. Bu kadar gülmecenin arasında Bay Fyodor kendi imzasını da atmış elbette. İnsan tümüyle kötü yahut iyi olabilir mi ? Hayatın gelişlerine voleyi patlatmak mı, pas geçmek mi gerektir ? Bunun gibi şeyler işte !
   Nihal Yalaza Taluy, ne güzel bir iş yapmış. Türkçe yazılsaydı roman, okuduğumun aynısı gibi yazılırdı. Çevirmene bir alkış.
   Foma Fomiç eskimez yalnız. Bir de kitap bittikten kelli rüyamda bir kaç gece üstüste beyaz öküz görmüşlüğüm var.

8 Kasım 2016 Salı

"Pigme" Elementary Engrish by North Korean Pygme.

 
   Üstüste Palahniuk okuyunca bünye nevrotiğe bağlıyor. Kesinlikle önermem. 
   Hah ! insani uyarımı yaptım, gelelim kitaba.
   Açıp okumaya başlayınca, diyorsunuz "bu ne !". Çevirmenimiz Gökçe Çiçek Çetin balataları mı sıyırttı ? diyor, malum kaynaklardan ingilizce PDF'ine bir göz atıyorsunuz. Yok hayır çevirmenimiz gayet özenli (hatta aslından daha özenli) bir iş yapmış. İlk yirmi sayfadan sonra üsluba alışıyor dalıyorsunuz kitaba.
   Değişim programı ile cesur yeni dünyaya gelen bir öğrencinin (pigme) (kitapta açık edilmiyor ama benim zihnimde nedense Kuzey Kore canlandı) izlenimleri. Her yere tekme atan bir kitap bu. Durmadan uçan, dönen, yakan tekmeler atıyor. İlk sayfalardan başlayarak amerikan rüyasını zangır zangır titreterek sarsıyor, bu sarsıntıyı dili hoplatıp zıplatarak yapıyor üstelik (gözlerin su kanaması, tavuk pençeli anne, kapıların duvara iyileşmesi gibi tanımlamaları zihninizden bir kez daha geçirmeniz gerekecek). Anlatıcının gözünden eleştirilen kapitalizm olsa da, anlatıcının perspektifi ve yaşadıkları totaliter devletçiliği de pataküteliyor. Adeta hergele meydanında herkese saran bir apaçi yahut ayarı tutmamış arapaşı çorbası (benzetmelere gel !)
   Hop ! biraz kişisele kayıyorum. Fakir son bir ayda hem işini hem evini değiştirdi (bilinçaltında onulmaz travmalar). Okumalar, yazmalar, rutin falan hep şaftı kaydı (evin neresinde ne var bilmiyorum (hani benim yakın gözlüklerim ?)). Gereksizce gecenin üçünde kalkmalar, uyuyamamalar falan. Tam düzelmeye başlamıştım ki, (kaşındım zaar) Palahniuk kitaplarına sardım (hah iyice !). Yavaştan uykuyu düzeltiyorduk ki, gecenin bir yarısı uyanmalar ikiye çıktı. Aklıma Pigmedeki akıllara zarar vaftiz törenleri, market alışverişleri, okul münazaraları falan geliyor. Allahtan şimdi Stepançikova Köyündeyim de uykular düzeliyor (seviyorum Bay Fyodor'u).  
   Diyeceğim : rutinden sıkılma dönemlerindeyseniz; iyi kitap, alın okuyun. Mebzul miktarda huzursuzluğunuz olacak. 
   Heyheyli dönemler yaşıyorsanız, zinhar yaklaşmayın. 
Hep de tipsiz fotoğraflarını koyuyorum ki yazı altlarına Çaki Bey'i sevmediğim bilinsin.

6 Kasım 2016 Pazar

"Black Mirror" Üçüncü Sezon Başlamış da Bitmiş.

black mirror ile ilgili görsel sonucu
   Burada dizi yazmıyorum, ama bu başka birşeydi. (Bkz.Bağlantı)
   Bitmişti ama üçüncü sezonu başlamış ve yayınlanmış bile.
   İlk bölüm beni benden aldı ("Nosedive" "burunüstü çakılış"). Uzak gelecek mi ? Hayır belki beş yıl falan sonrası olabilir (o derece). İkinci ve üçüncü bölümler birincisinden düşük profilde ama yine de hafiften titretiyor.
   İzleyiniz, izlettiriniz (hâl-i pür melâlimize titreyiniz). 

"Görünmez Canavarlar" Yorucu, çok yorucu.

 
   Zor okunuyor, yorucu.
   Son sahneden açılış yapıyor. Biteviye geri dönüşler. Kendisinden hiç hazzetmediğim romanlarını ise pek sevdiğim (aramızda garip bir rabıta var) Bay Palahniuk, satır aralarına aforizmaları boca etmiş mebzul miktarda. 
  Geri dönüşler ise öyle uzun boylu değil. Geriye bir dönüyor, iki değil bir kelam ediyor hop şimdiki zamandan ileriye zıplıyor orada iki satır yazıyor derken pattadanak ilk geri dönüşün de gerisine dönüyor. Böyle tamgaz sürüyor. Kaptırdınızmı gidersiniz, kaptıramadınızsa kapatırsınız. 
   Meş'um bir kaza sonucu façayı bozmuş bir (pek de süper olmayan) model, assolist yürüyüşlü (hastırı hastırı) bir transvestit ve partneri (argoda tokmakçısı derler) bir ahlak polisi eskisi; W.Barogs vari bir yola düşerler (Bkz.Bit (frenkçe "beat") kuşağı yolculukları). Hah ! filmi de çekiliyormuş (Cesikabiyelli, Volkilmırlı falan (ki o role gider)) tam olmuş.
   Yazarımız gitgelli fülfürüşlü ve tamgaz akışın içinde, resmin gizli kapaklı yerlerini açık ederek, sebatsız okurun merakını diri tutmayı başarıyor ama asıl sürpriz son bir iki sayfada açığa çıkıyor. Nebliyim kafa açmak için okunabilir ama bittikten sonra kendinizi rahatlamış ve dinlenmiş hissetmeyeceğiniz garanti.

"Dr.Strange" Marvel'in Son Numarası.

 
   Geçirdiği trafik kazasından sonra elleri titremeye başlayan, süperegosu tavan yapmış çok başarılı bir beyin cerrahı; iyileşmeyi spiritüel alternatiflerde arar, sonra dünyayı kurtarır.
   Marvıl'ın filmleri güzel, izlemelik işler. Senaryoya kafayı takmazsanız kafayı boşaltıyor. Arada espri falan da patlatıyorlar, gülümsüyor insan. Bir de; yamulmuyorsam serinin yedinci filmi bu. Yani arada eski karakterleri görünce, bir dizi havası da veriyor. Her bölümde Stenlii küçücük bir sahnede zuhur ediyor (kah kargo teslim elemanı, kâh otobüste kitap okuyan adam (Hiçkok'a özenme !)), hoş tabi. 
   Genellikle korku filmlerinde çalışan Skatderiksın'a emanet edilen film, standart marvıl işlerinden biri gibi görünse de (evet senaryo havsala dışıdır) görsel efektleriyle fakiri kendinden geçirmiştir. Sanki halisünojen (öyle mi yazılıyordu o) mantar yemişsin yahut LSD çakmışsın gibi özel efektler var. İlk sahneden itibaren bir Inception intihali havası var ama geliştirmişler (hem de iyiden iyiye). "Bir Garip Doktor"un başka evrenlerde gezdiği sahneler ise tam "nal" kafası (norodol, akineton, largactil kombosu (bkz.akıl hastaneleri)). 
   Özel efektlerin haricinde ise tam bir sabun köpüğü. Ben yanarım yanarım : androjen keltoş rolünde harcanan Tildasvintın'a, panda makyajlı vilın Madsmikelsen'e yanarım. Ya Benedikkambırbeç role uymuş da, böyle klas oyuncuları böyle karikatürize rollerde harcamamış olaydılar iyiydi (neylersin ekmek parası). 
   Dediğim gibi kafa boşaltmak için gidilir.