21 Mayıs 2020 Perşembe

"The Painted Bird" Kosinski Üzülmezdi!

 
   Yeniyetmeliğimin sonunda Jerzy Kosinski'nin kitaplarını okumaya Boyalı Kuş'tan başlamıştım. Önsözünde "otobiyografik ögeler içermektedir" yazıyordu. Oha demiştim bunun onda biri otobiyografik olsa, insankişisi şizofrene bağlar!. Neyse sonra diğer kitaplarını da alıp bitirmiş, yıllar sonra intihar edişi ve yöntemini de duyunca pek şaşırmamıştım. 
   Küçük x'in (adını yazmayayım şimdi bakarsınız izlersiniz) Kuzey Avrupa'da biryerlerde 2. dünya savaşından kaçınmak için emanet edildiği yerlerde başlayan bir yolculuğunu üç saate yakın bir zamanda (2s49d) temaşa ediyoruz. 
   Tüm görsel sanatlarda ve medya dünyasında genel bir kaide vardır: çocuk sattırır. Üstüne bir de savaş ve çocuk yanyana kullanıldıysa, kesin sattırır. Bu minvalde Spiilberg bile "güneş imparatorluğu" diye film çekti. 
   Slovakya, Ukrayna ve Çekya yapımı filmimiz ise holivut sinemasının sığ sularından çok daha derin sularda yüzüyor. Bir kere aktarılan öyle holivut tarzı filmlerde göreceğiniz cici senaryolardan değil. Kosinski'nin romanı okuyanı şoke eden bölümlerle dolu (öyle uzun da değil roman 200 sayfadan kısaydı yamulmuyorsam). Aradan uzun zaman geçmiş ama filmde de aynı travmalar (ne işim olur travmayla!) darbeler, izleyiciye aktarılıyor. Çocuk istismarı (biteviye ve her türlüsü), ırkçılık, bencillik, acımasızlık, tecavüz, aile içi şiddet, cinsel istismar, cinayet, kötülük (envai çeşit) ve daha neler neler...
   Çek yönetmen Vaclav Bey, gişede de iyi iş yapalım düşüncesiyle bazı pahalı sahneler çekmiş ama çekmeseymiş de olurmuş. Oyuncular şükela (er rayını kurtarmak'taki keskin nişancının (beripepır) yine aynı rolde zuhur etmesi, gelvegör'deki iyi askerin de aynı rolü kapması), lehçe konuşan harvikaytel, udokiyer, cülyınsends, almanca konuşan stellanskarsgaard ve elbette başroldeki kopil; bombastik. 
   Birtek rus üniformalı kazakların mezalimine anlam veremedim. Almanlar ve Ruslardan çok daha huncarca eleştirilmiş. Nedenini öğrenmek için tarih kitabı karıştırmak gerek.
   Neyse, çok sağlam, çok sert film. İkinciye izler miyim? Hayır. Siz de sağlam sinemaya meyyalseniz izleyebilirsiniz (ama baştan söyleyeyim, meşrebi uygun arkadaşlarla izleyin, sabi sübyanı zaten yaklaştırmayın)...

18 Mayıs 2020 Pazartesi

"Algernon'a Çiçekler" Okumak Gerek.

   Takip ettiğim bir ağ güncesinden (Okuma Günlüğüm'e selam olsun!) ilgimi çekince alıp okuduğum, bugüne kadar nasıl olup da ıskaladığım için hayıflandığım kitaptır (e-kitap olarak alıp okudum ama basılı olarak alıp kütüphanemde saklayacağım (o derece!)).
   Konu basit: Zihinsel olarak hayli geride olan Charlie, bir operasyonla aşırı zekileşir, olaylar gelişir. 
   Anlatım ise bombastik. Roman, ilk kişinin kaleminden yazılıyor. Başlarda IQ seviyesi 68 civarında olan birinin yazım ve anlatımıyla karşılaşınca afallıyorsunuz. Ortalara doğru gelişen yazma/ifade gelişimiyle birlikte kendinizi doğrudan protagonist ile özdeşleştirebiliyorsunuz (ki evvel ahir ömrümde buna benzer bir okuma deneyimi hiç yaşamadım). Sonlara doğru neler olduğunu ise yalnızca okuyanlar bilebilir. Bu minvalde çeviren Handan Ünlü Haktanır'a başarılı  (ve yaratıcı) çevirisi hararetli bir alkış gönderelim (zirâ beceriksiz ellerde roman heba olurdu). 
   1959'da bir bilimkurgu dergisinde tefrika edilen, ancak 1966'da roman olarak basılan ve hem Hugo hem Nebula ödülleri alan kitabımızı bilimkurgu olarak nitelendirmek doğru mudur bilemedim. Ancak Darko Suvin'in bilimkurgu tanımındaki iki ögenin varlığına bir bakınca ("yabancılaştırma" ve "novum") konunun deneysel bir operasyon ile novum (yenilik) ögesini, kendi bilincimize başka bir perspektiften bakarak da yabancılaştırma ögesini içerdiği için rahatlıkla bilimkurgu olarak nitelendirebileceğimizi görüyoruz. 
   Bilincimizin, idrakımızın, bilişsel kapasitemizin nasıl çalıştığını; tüm bu istatistiki değerlerin arasında sevgi ve şefkat gibi ölçülemeyen duygularının kapladığı yerin önemini, zihinsel engelli insanların nasıl düşündüklerini neler hissettiklerini, zekasız sevgi ve sevgisiz zeka durumlarının hallerini merak ediyorsanız alıp okuyunuz efendim. 325 sayfa ama bu karantina günlerinde bitirmesi iki gün sürmez.    

16 Mayıs 2020 Cumartesi

"Şarkiyatçılık" Said'ten Önemli Saptamalar.



   Yemin ediyorum üç aydır okuyup anlamaya çalıştığım, ama herhalde daha sonra tekrar alıp daha fazla anlamaya çalışacağım kitaptır. 
   Edward W.Said (buram buram ingiliz kokan bir ad ve arap olduğundan şüphe edemeyeceğimiz bir soyad, Hristiyan bir Filistinli), 1977'de metnini yayımlamak ister, zorlukla bastırır. 1979'da bir kez daha (ama bu kez oldukça kolayca) yayımlar eserini. Bir çok dile çevrilir, çok okunur, daha da çok okunacaktır. 
   Üç bölümlük ve daha sonraki baskılarla gelen eklemeler, önsözler, sonsözler ve hayli uzun kaynakçasıyla 416 sayfanın her satırı dolu dolu yazılmış. Oluşturulmaya çalışılan düşüncenin ana ve alt bölümlerle aktarılması kuşkusuz okuyucu için kolaylaştırıcı bir yöntem. 
   Eğer ki bu coğrafyada yaşıyorsanız, mutlaka alıp okuyup (en azından anafikri) özümsemeniz gereken bir kitaptır.
   Champollion'dan Lamartine'e, Renan'dan Gertrude Stein'a, Lewis'den Twain'e ve adını yazmaya üşendiğin yüzlerce isme dair "Şark" düşüncesine yönelik analizler yapılıyor. Olgunun kaidesi (taa Napoleon'un Mısır Seferi'nden bugüne), yapısı ve aksaklıkları bir bir (yine bir Batılı yöntemiyle) açıklanıyor. Ne yalan söyleyeyim, zihnimde bugüne kadar bir yere oturdamadığım düşünceler, bu kitap sayesinde daha iyi yerleştiler oldukları yere. 
   Said'i eleştirecek halimiz yok ama kitapta, güzel ve yalnız ülkemizden eser miktarda bahsedilmesi, "Şark"ın sadece arap dünyasına indirgenmesini pek yadırgadım. Yazarımız mukaddime'de Hind'ten ve Çin'den bahsetse de "Orientalisme" diye de belirtilen olgunun aslında ortadoğu olduğunu belirtiyor. 
   Metni okumaya üşenen okura şunu önerebilirim: Birinci bölümü ilk iki alt bölümünü ve Üçüncü bölümün dördüncü alt bölümünü okursanız, kitapta aktarılmak istenen düşüncenin anahatlarını yakalayabilirsiniz. 
   Benim aklımda kalan en önemli şey şöyle: yabancısı olduğunuz bir olguyu keşfeder ve kendi değer yargılarınıza göre kategorileyebilirseniz artık onun sahibi ve şekillendiricisi siz olursunuz. Eskimoların hiç biri kendilerine böyle demese de (onlar inuitlerdir), dünyanın hakim güçleri onları eskimo olarak betimlemiş ve öyle olduklarına karar vermiştir. Batı da Doğu'ya böyle yaklaşmış, isimlendirmiş, şekillendirmiş, sınıflandırmış, bunun hakkında koca bir disiplin oluşturmuş ve zaten mevcut olan bir olguyu kendine göre yorumlamıştır. Hâl böyleyken biz ne desek boştur, atı alan Üsküdar'ı geçmiştir. 
   Ama bilmekten zarar gelmez. Zordur ama bence mutlaka okunmalıdır.

"Yeni Dünya" Sabahattin Ali'den 13 Hikaye.

   136 Sayfa 13 Hikaye. Genellikle 1940'lı yılların başından Anadolu izlenimleri. Ben hata yaptım, uyumadan okumaya hallendim. Siz yapmayın. Genellikle insanın içine oturan acı haller yazılmış. Bir tane mi şöyle ruhu hafifleten bir öykü olmaz mı içinde yahu!
   Bir tek sonlara doğru Kazdağlarının orada geçen bir "Hasanboğuldu" öyküsü insanı iç Anadolu kasavetinden uzaklaştırır gibi oluyor ama o da adı üstünde bir boğulma hikayesi. Dönemin acı gerçeklik akımını merak ediyor, bir dönemi daha iyi tanımak istiyorsanız okuyabilirsiniz ama öyküler bitince insanın boğazına bir yumru tıkanıyor...
   Siz bilirsiniz.

"La Belle Epoque" "Yeni Baştan" Güzel Film.

   Fransızlar romantik film çekmeyi biliyor.
   İki saatlik bir sinema çekmişler, dikkatim gram düşmedi, bir çok yerde bir çok farklı duygu yaşadım. Hayır Fransızların bizim toplulumuzla pek fazla benzer yanı yok ancak yaş alındıkça bazı şeyler benzerlik gösteriyor herhalde. Tembellik edip madde madde yazayım bari.
  • Uzun süreli bir birlikteliğiniz varsa kesin izleyin. İnsanın zamanla yaşadığı değişimi ve zamanla aşık olunan obje/süjeden nasıl yabancılaştığınızı anlarsınız.
  • Modern zamanlarda hayatımızın çok kolaylaştığını zannederken 1970'lerin başında nasıl bir kafanın olduğunu ve eğlencenin nerelere evrildiğini görürsünüz.
  • Aşkı neden kovalamalıyız, belki bir fikir edinirsiniz.
  • Aile, eş, evlat ilişkileri konusunda kafa yorarsınız.
  • Sanal dünya mı? yoksa primitif olanı mı? sorular sorarsınız.
  • Güzel müzikler, görüntüler eşliğinde hoşça bir 2 saat geçirirsiniz.
Az mıdır? Velhasıl öneririm.


15 Mayıs 2020 Cuma

"Vahşetin Çağrısı" Ama Uygar Olan Vahşetin!

   Ne zamandır sinema filmi yazmıyorum, bir ucundan başlamak gerek.
   Oldukça uzun zamandır holivut filmi izlemiyordum. Depresif zamanların da etkisiyle herhalde "du bakalım" dedik ve ailecek (tavsiye edildiği üzere) oturduk başına. 
   Geçen yıl olsaydı: "Yok! Ceklandının kemiklerini tıngır mıngır döndürmüşler, bilinen tüm klişeleri kullanmışlar, kitapla ilgili hiç bir şey bırakmamışlar, nerede vahşet? neoliberalizmin çağrısı, üstelik yaşlı başlı adamı animasyonla oynatmışlar" diye çemkirip duracağım filmi, ağzı açık ayran budalası gibi izledim. 
   Bir üstte dediklerim harfiyen doğru. Bütün bunları yapmışlar ancak bünyenin kandırılmaya, oyalanmaya, avutulmaya o kadar ihtiyacı varmış ki, bu satırları okuyanlara önerim: İzleyin! Güzel manzaralar, ancak holivut filmlerinde görülecek tevafuklar, cici kurtlar (adeta yavrukurt sevimliliğinde!), hakkını vermeliyim ki çok özenerek yapılmış bir anime başrol (aşağıdaki fotoğrafta canlandırma olduğu anlaşılıyor mu hiç?), musmutlu bir son (herkes sevdiğini kavuşur (orada ya da burada)) görür, beyninizi uyuşturur ardından temiz bir uyku çekebilirsiniz.

12 Mayıs 2020 Salı

"Metro 2034" 33'ün Devamı.

   Artyom bir önceki kitapta ilginç bir yerde kaldığından, ikinciye de hemen başlayıp bitirdim (bu daha insaflı 496 S.). Yanılmışım ki Artyom burada pek küçük bir rolde (niye oradaysa artık?) pek az görünüyor (ne biçim seçilmiş insansın? nerede karaderililer?). 
   Bu kez eksende yaşlı bir metro emekçisi Homer var. Homer'in, bir salgını durdurmak için yola revan olan Hunter'ın (ilk kitabı okuyanlar hatırlayacaklardır) yancısı olarak görüyoruz. Sonra sürgün Saşa da ekibe katılıyor. İlk kitaptaki sarsak anlatım burada da aynı şekilde devam ediyor. Okuduğuma pişman olduğumdan serinin üçüncü kitabını okumaktan vazgeçtim. 
   Her ne kadar sayın Glikhovsky büyük usta Stanislaw Lem'in stalkerlarını kitabına yerleştirse de, her ne kadar kitap ve türevleri çok satar olmuşsa da; fakir bu distopyayı arşivine eklemeyecek maalesef. 
  Eğer ki modadan etkilenen "vakit geçirmelik" okuyucuysanız, elbette ki alıp okuyabilirsiniz ancak Strugatski Biraderler ve Stanislaw Lem usulü bilimkurgu arıyorsanız koşarak uzaklaşınız. 

"Metro 2033" Slavik Distopya.

 
   Ne zamandır okumaya halleniyordum da boyutu biraz korkutucu geliyordu (600 S.). Şu karantina günlerinde fırsat bulup okudum.
   Tür olarak bilimkurgu diyeni kırarım! Bildiğiniz distopyadır. Neden sorusu sordurmayıp, nasıl'a odaklanmıştır. Kısaca konu: Artyom, rutinini kırar, metroda bir anabasise başlar. Konu bu. Ancak nasıl olduğunu bilemediğimiz bir nükleer savaştan kurtulan bir avuç insanın Moskova metrosunda kurdukları küçük uygarlığın izlerini bizler de Artyom'la birlikte öğreniriz. Bu minvalde, Hansa Birliği, komünistler, ateistler, misyonerler, naziler gibi onlarca küçük oluşumun hikayeciklerini okuruz. 
   Artyom'un içinde büyüdüğü küçük istasyonundaki günlük yaşantısının ardından kendine öylesine verilen bir görevi yerine getirmek için, o güne kadar gidemediği menzillere varması pek maceralıdır. Bu yolculukta kendisine eşlik edenlerin genellikle bu hayattan göçtüklerinden midir, yoksa durmadan değişen mekanların karamsarlığından mıdır bilemedim ama Artyom'da bir uğursuzluk olduğunu düşünmeye başlamıştım ki kitap bitti.
   Okuması pek haz vermeyen uzun bir metin. Buna mukabil okumadan da duramıyorsunuz (uyuma öncesi yapılan okumalarda uyku kaçırmışlığı vardır). Çevre tanımlamaları pek detaylı yapılırken, karakterlerin tanımı pek üstünkörü geçilmiş. Akla mantığa sığmayan pek çok detay var. Şimdi bunu bir açayım.
   Kurmaca bir dünya yaratıyorsanız, kendi içinde bir bütünlüğünün olması gereklidir. Misal: bir istasyondan diğerine geçmenin zorlukları üzerinde sayfalarca yazıp, kahramanınızı o sınırdan çok güçlüklerle geçiriyorsanız; bu durum olağanüstü bir hal olmadıkça hep aynı tutarlılıkla olmalı. Kitabımızda ise bu maalesef yok. Bir yerde yüzeye çıkıldığında radyasyon insanları hemencecik etkiliyorken, başka yerde pek etkisini göremiyoruz. Bir istasyona girmek imkansızken, ilerleyen sayfalarda çabucak giriliveriyor. İşte böyle.
   Bunun oyunu da yapılmış. Youtube'dan şöyle bir trailerine (öyle mi deniyordu?) göz attım, evet aynı depresif atmosfer.
   Bilimkurgu değil distopya meraklısıysanız, buyrunuz efendim.

5 Mayıs 2020 Salı

"Tehlikeli Rüyalar Görme Yılı" Zizek'ten İktisadi Felsefe.

 
   Kapakta bir Şia hattı var "Allah'ın Kaplanı Ali". Süpersonik bir kapak: emek, incelik, ustalık biraraya gelmiş ve tehlikeli bir imge oluşturmuş. İçerikle böylesine bütünleşen bir kapak bulmak da her kitabın harcı değildir. 
   İçerik ise; şimdiye dek okuduğum jijek metinlerinden (evet yazarımızın soyadı aslında böyle okunuyormuş!) en kolay okunanı oldu. Bayan jijek'in sevgili oğlunun önceki kitaplarından da okumuş (sinemayla rabıtalı olanları) ancak buraya yazabilecek kadar anlayamamıştım. Bu kitap kolaylıkla anlaşılabiliyor. Elbette yazarımız mektepli bir feylesof olmanın verdiği ağdalı akademik yazın ilkelerini kullanmış metinlerde (her gördüğünüz olgunun felsefi bir atıfı, bir hikayesi, bir ardılı üşenmeden verilmiş (böylelikle bizler de (cahil okur) bu düşüncelerin öylesine havadan gelmediğini anlıyoruz)). Ama işlenen konular öylesine güncel ve saptamalar öylesine keskin ki; bir an bile dikkatimiz düşmüyor. 
   Okuldaki hocalarıma sormuştum "bilim, felsefenin elinden kaçtıktan sonra filozoflara ne gerek var?" diye (çünkü filozoflar gerçeği, düzeni ve anlamı açıklama derdindeler, oysa bugün bunu teknik olarak bilim üstlenmiş durumda), Melek Hocam da bana "felsefe olmayan yerde bilim ilerleyemiyor çünkü" demişti. Baktım, araştırdım. Evet! hakikaten de öyleymiş...
   Neticede: günümüzde yaşanan bir çok güncel olaya (Wall street işgali, Arap baharı, Doğu Avrupa ülkelerinde yükselen (hem de öyle böyle değil) faşizm, faşizmin bugün dayandığı değerler, semitizm/anti semitizm, Avrupa Birliği, parasal sistemlerin insanevladını nerelere sürüklediği, Amerika, kapitalizmin nerelere gittiği ve daha neler...) felsefi ve etimolojik serimini görmek isteyen okurlara hazla öneririm (bu arada "haz" ve "keyif" anlamlandırması da şükeladır (bir örnek şöyle: jijek sigara müptelası bir arkadaşıyla ABD'de koket bir evde partiye davetlidir. Bir süre sonra tiryaki arkadaşı yerinde duramıyor ve evsahibinden sigara içmek için verandaya çıkmak için izin istiyor. Evsahibi kibarca "hayır" diyor. Daha sonra dışarı çıkmak ve sokakta içmek için müsaade istiyor, yine aynı cevabı alıyor (çünkü dışarıda sigara içilen bir evin itibarı sarsılırmış). Ama parti ilerledikçe evsahibi herkese cigaralık dağıtıyor veee devreye jijek "haz" ve "keyif" tanımlamalarıyla giriyor, pek de güzel oluyor.)
   Sonsözde ise ilginç bir soru var. Evet, bu sistem sürdürülemez, çeşitli yerlerden aksıyor, buna bağlı olarak birçok karışıklık/ayaklanma/çatışma/kaos çıkıyor. Ancak bu tepkilerin ortak bir noktası var: karşı çıktıkları sistemin yerine başka bir sistem öneremiyorlar. Sadece tepki yetmez, bir alternatif olmalı! Bu ne olacak?
   Üzerinde düşünmeye değer...

3 Mayıs 2020 Pazar

"Kör Talih" Lem'den Polisiye.

   Zorlukla bitirebildiğim Lem kitabıdır. Çünkü şöyle: efendim, fakir Bay Lem'den felsefi bilimkurgular okumaya kurgulanmış bir karbon bazlı organizma. Bay Lem de bu 195 sayfalık kitapta bilimkurgu değil, polisiyeye hallenmiş.
   ABD'den İtalya'ya gelen birbirine benzer profillerde 11 kişi, çeşitli nedenlerle ölünce; bunların ölümünü kurgulamak için bir emekli astronot; aynı senaryoyu yaşar. Olaylar gelişir. Konuyu, ortalarına gelinceye kadar anlayamadığımız, polisiye olarak okunması halinde okura oldukça ilgi çekici gelebilecek bir roman. Ancak bilimkurgu okumaya hallendiyseniz pek de öneremeyeceğim. Sadece bir yerde Lem, yine meseleyi "insanevladının algı derecesine" getirip evrende başka uygarlıkların "hem var, hem de yok" olduklarından bahsediyor. Kitabımızın bilimkurguyla rabıtası da bu kadardır. Ancak polisiye olarak okuyacak olursanız: şans, ihtimal, tesadüf kavramlarının occam'ın usturası ilkesiyle nasıl çatışıp açıklandığını da görmüş olursunuz. Fakir kitabın sonunu zor getirdi, ama siz bilirsiniz.