20 Haziran 2021 Pazar

"Gece Oturumları" Tersine Dünya!

   Üçüncü Dünya Savaşı, nükleer silahlarla ve çokça din saikiyle olmuş bitmiş. Küçük mavi küremiz yavaştan toparlanmış, teknoloji almış yürümüş, Ay'da Mars'ta koloniler kurulmuş, yaşadığı savaştan dini sorumlu tutan insanlık bu olgudan "birinci aydınlanma" denilen bir hareket sayesinde tamamen azade kalmış, din artık arkeolojik bir kavram sayılırken az sayıda kalan dindarlar hakir görülür, olağan şüpheli olarak damgalanır olmuşlar. Hal böyleyken ardı ardına öldürülen iki din görevlisi İskoç polisini alarma geçirir. Öldürülenler din adamı olmasına karşın işin içinde daha köktendinci bir grup var gibidir.
   Bilimkurgu diye aldım okudum. Maalesef öyle çıkmadı. Evet, anlatılanların içinde yüksek teknoloji (küresel ısınmaya çare olarak kurulan küresel gölgeliklerle yapılan suni güneş tutulmaları, biri Atlantik biri Pasifikte iki uzay asansörü, yapay zekaya sahip bombastik polis "leki"leri (robot), göze monteli veri arama arabirimleri ve daha neler!) vardı ancak kitabın tümü neredeyse günümüzün tersi bir sosyolojik modeli (ateistlerin dindarlar karşısındaki mücrim halleri) inceliyor ve maalesef bir cinayet soruşturması etrafında dönen, genellikle dini oluşumları inceleyen bir yapıdaydı. Kendi adıma "diyakoz", "piskopos", "kardinal", "üçüncü ahit" ve yazmaya üşendiğim düzinelerce ve çok tekrarlayan dini jargon içinde kaldım. İlk kez (dili akıcı olmasına ve belli bir humor (ne işim olur humorla) kendine münhasır mizah içermesine karşın) bir bilimkurgu romanını zorlayarak bitirdim. 
   Türün meraklısı iseniz okumasanız da olur. Ne biliyim bir arkadaşınız falan hediye ettiyse ve menzilde okunacak kitap yoksa okunabilir.

15 Haziran 2021 Salı

"Üç İstanbul" Mithat Cemal Kuntay'ın Tek ve Ağır Romanı.

 Mithat Cemal Kuntay, ilk ve tek romanını 1938'de Suhulet Kitabevi vasıtasıyla yayımlamış. Daha sonra Sander de basmış. Bugünlerde sadece Oğlak Yayınlarının nüshası bulunuyor (benim aldığım edisyon, 12. baskıydı (83 yaşındaki bir roman için çok iyi bir şey)). 575 sayfa, sular seller gibi akıyor.
   Yazarımız, zannediyorum ki (o da yazılarının Çınaraltı'nda yayımlanmasından zannediyorum) muhafazakar bir kimse. Hamaset şiirleri yazmakta çok mahir (birinden bir kupleyi Atamızın mecliste okumuşluğu bile var). CHP'den aday olmuş seçilememiş. Genellikle memuriyetle iştigal etmiş. 1885 doğumlu ve romanda geçen devirleri yaşadığından biyografik öğeler kullandığı kuvvetle muhtemel. 
   Romanın konusu çok kolay ve bildik. Bir muharririn hayatı. Abdülhamit'in baskıcı dönemi, Meşrutiyet yılları, işgalin altındaki İstanbul, Milli Mücadele ve nihayet Cumhuriyet'in ilk yıllarını fon olarak kullanarak Adnan'ın hayatını seyreyliyoruz. Okuduğumuz satırlar 83 yıldan eski olduğu halde, kullanılan dil kulağımıza yabancı değil (bu edisyonda yazım ve noktalama standartlaştırmalarının dışında, hiçbir sözcük değiştirilmesi ya da sadeleştirilmesi yapılmamış, dipnotlar aynen korunmuş). Hele ki Kuntay'ın pek kendine özgü bir cümle yapısı var ki, dimağlara seza. Kendi adıma her sayfadan ayrı bir lezzet aldım. Cümle yapısı haricinde yaptığı psikolojik, sosyal, siyasal tespitler; günümüzde hiç eski görünmüyor. İnsanı olmadık yerde gülümseten tasvirler ve betimlemeler cabası.
   Hacmi okuru korkutmasın! Bir kere başladığınızda elinizden bırakamayacaksınız (en azından bende öyle oldu). Hem sürükleyiciliği var hem de derinliği (romanda bu ikisini aynı yere sığdırabilmek zordur). Cân-ı gönülden öneririm.
Aşağıda bazı alıntılar var. Zihninizde bir resim oluşsun istedim.

"Fıkaralık üstüste dört ağzı olan kuyudur. insan evvela mülkünü satar; bu, kuyunun birinci ağzıdır. Sonra malını satar, bu da ikinci uçurumdur. Daha sonra borç eder ve en sonra dolandırır; bunlar da kuyunun üçüncü, dördüncü karanlığıdır. Fakat sefaletin bunlardan başka en son uçurumu gelir ki dolandırmak kudretinin insanda bitmesidir." S.251

"Adnan: "Fatih hocalarının dini de yalandır; dinsizliği de!"

Hoca: "Yalanmış! Tabii ki yalan. Onu ben de biliyorum. Onun için bu yalandan korkun diyorum ya! Sarıklı milletini bana sen mi anlatacaksın? Menfaat göster: Vapur bacası gibi bağırarak sana Allah'ı da inar etsinler; Peygamber'i de!... Sultan Hamit otuz üç sene sarığa sırma takarak; taassuba maaş vererek tahtında oturdu efendi!"S.308

"Çünkü siz, halkı fikir idare eder sanıyorsunuz. İzdiham, kafasıyla değil, gözleriyle düşünür. Bu gözleri idare etmeyi bilmeyeceksiniz, kendinize düşmanlığın en büyüğünü siz kendiniz yapacaksınız. Yığın, karnıyla düşünür, gözüyle öğrenir, kalbiyle kızar. Avamın midesindeki yeniçeri kazanını tanımıyorsunuz. " S.309

"Alman zabiti kıpkırmızıydı. (Alman yalnız ense değildi. Bir parça başı da vardı.)" S.397 (buraya pek güldüm doğrusu)

Bir de 520. sayfada başlayan bir ihtiyarlık tarifi vardır ki artanlar ve eksilenler üzerinden gittiği; bombastiktir. Uzun olduğundan yazmadım ama edinebilirseniz oraya ayrı bir dikkat gerektir.

10 Haziran 2021 Perşembe

Qwilleran Polisiyelerinin İki Tanesi "Çenesini Tutamayan Kedi" ve "Kanepe Atıştıran Kedi".


   Braun Hanım'ın Qwilleran polisiyelerinden yukarıdaki ikisini de (zorlanarak da olsa) okudum. Gerek polisiye unsurun zayıflığı, gerek başkarakterin bana sıcak gelmemesi (ha benim için tek olumlu yanı kedilerine pek iyi bakmasıdır) ve gerekse atmosferin bayıcılığı nedeniyle serinin kalanını okumama ödülü verdim kendime. Yine de siz bilirsiniz!

7 Haziran 2021 Pazartesi

"Kan Varsa" King'in Dört Öyküsü.

 
   Ne güzel M.C.Kuntay'ın "Üç İstanbul"una başlamışım. Ağır roman, usturuplu ilerliyor, her gün birkaç bölüm sindire sindire okuyorum. Kitaplık'ın sevgili muharriri haberdar etti: Sai King'in yeni kitabı raflardaymış. Hemen edindik. O da nesi? Orta kalınlıkta (432 S.) ama dört hikaye var, roman değil. Niyetlendim ilkini okumaya. Dedim "bir tane okur bırakırım, mis gibi olur."
   Olmuyor! Roman dediğiniz şey çetrefilli bir yemek. Kimi çabuk yemek ofislerinde (Burgerli şeyler ofisi) alaminüt tüketilen mamullerken (Shafak hanımın kitapları), kimisi Yeşil Ev'de taam edilen ayvalı taskebabı kesafetinde (M.C.K. Üç İstanbul kalibresindekiler). King'in kitapları ise yemek değil daha başka birşey. Tatlı, ama ağır değil, ucundan alıyorsunuz bir yudum bir bakıyorsunuz tabak bomboş! Adeta bir Fatih Sarması.  Bay King'in kitaplarına da Fatih Sarması yakıştırmasını yaptıktan sonra gelelim "Kan Varsa"'ya.
   Dört öykü var. 
   Bay Harrigan'ın Telefonu, kişiler ve birazcık kurgu ile sonunu çabucak bulduğunuz bir iş. Yarım saatte hakkından gelinir.
   Chuck'ın Hayatı, en sevdiğim öykü oldu. Tersine tebbet bir kurgu ile okuduğumuz öykü; distopik bir gelecekle başlayıp (ki okuduğum en gerçekçi distopya betimlemelerindendir (yine de Arthur C. Clarke'ın "Tanrı'nın Dokuz Milyar Adı" adlı kısa öyküsünden oldukça esinlenmektedir (hele ki son satırları birebir örtüşür))), çok samimi bir ikinci perde ile gelişir ve üçüncü perdede herşeyin başlangıcını görürüz. Gerilim, bilimkurgu (ki simülasyon evrenler konusu işlenmektedir bence (bu arada Temmuz ayında Bilim ve Ütopya alacaklara bu konuda yazdığım yazıyı okumalarını öneriyorum)) ve elbette trajedi diyebileceğimiz bu öykü, fakirin favorisidir.
   Kan Varsa, King'in önceki kitaplarından tanıdığımız Holly'nin eski kötülüklerin peşine düştüğü (kitaptaki en uzun) öykü. Buradaki metafizik ögeler bana çok inandırıcı gelmediğinden bir türlü içine giremedim.
   Sıçan adlı son öykü ise, yazmaya hallenen kitap kurtlarının kesinlikle kaçırmaması gereken bir iş. Burada öykünün kurgusu yanısıra yazma eyleminin ipuçlarını da almanız mümkün. Elbette ki kazanılan ödüllere karşın ödenmesi gereken bedeller konusunu da düşünerek!
   Evvelsi gün başladım dün bitti, bugün de yazıyorum. İyi yapılan bir yerde Fatih Sarması yeyiniz, ne demek istediğimi anlayacaksınız. Döndük yine ayvalı taskebabımıza.

3 Haziran 2021 Perşembe

"Sound of Metal" Bu Bir Metal Müzik Filmi Değildir!

   Afişe ve filmimizin ismine bakıp "hımm metal müzikle ilgili bir şey galiba!" diyenleri feci halde ters köşeye yatıran filmdir.

   Hakkında yazılacak çok uzun şeyler var ama Haziran ayında elektrikli ısıtıcıya ihtiyaç duyduğumuz bugünlerde pek uyuşuğum. Kısaca özetleyeyim: sağır olan müzisyenin acıklı hikayesi diye izlerseniz, böyle filmler izlemeyin. Ancak Mevlana'nın "Dünle beraber gitti cancağzım, Ne kadar söz varsa düne ait, Şimdi yeni şeyler söylemek lazım..." şiirini içselleştirerek okuduysanız; kendi hayatınıza ait de faydalı çıkarımlar yapabileceğiniz, başka düşünce kanalları açan, hayatınızı daha iyi anlamlandırmayı sağlayan çok sağlam bir filmi izlemeyi ıskalamayınız. Dram beklentisindeyseniz tatmin eder ama bunun ötesi daha eğlenceli, gelsenize...

"Where Do We Go Now?" Şimdi Ne B.k Yiyeceğiz? Nabaki'nin Gözüyle Din Savaşı Nasıl Önlenir?

 Lübnan'ın kenarlık yerinde nisbeten çevreden izole bir köy. Az bir nüfus. Hristiyanlar, Müslümanlar. Böyle bir ipin ucunda yaşayıp duruyorlar. Memleket zaten 1.Dünya Savaşından sonra kurulmuş, bağımsızlığına ancak 1943'de kavuşmuş, üstüne din ve mezhep savaşlarından rahat bulmamış. Ortadoğunun en müreffeh memleketiyken iç savaş belasına Mad Max III setine dönmüş.  

   Herneyse; yıkıldı yıkılacak bir kadim köprü ile uygarlığa bağlanan köyümüzde talihsiz tesadüfler olur (kilisenin haçı kazara kırılır, caminin kapısı açık kalır içeri keçi dolar, vaftiz kabına tavuk kanı dökülür vb.) iki dinin sinirli elebaşları arasında gerginlik çıkar, artık silahlara davranılması an meselesidir. Derken kadınlar devreye girer. Labaki burada (gayet yerinde) bir pozitif ayrımcılık yaparak kadınları parlatmış (iyiki de yapmış). Tüm kadınlar (hangi dinden olurlarsa olsunlar) neler yapmazlar ki silahlara davranılmasın diye! Hem kusurları örterler (camiden keçiler çıktıktan sonra erkekler bol bol bağırarak sinirlerini yükseltirken, kadınlar (hristiyanı/müslümanı) harıl harıl camiyi temizlerler), hem hamura esrar katarlar, pavyondan konsomatris getirirler, sabotaj yaparlar, mühtedi olurlar ve daha neler neler.

   1s50d'lık uzunca filmimizde daha önce Karamel'den tanıdığımız Nadine Labaki yine başrollerin birinde. Bu çok güzel kadın aynı zamanda senaryonun yazılımına katılmış, yönettmiş ve oynamış. Ancak bu kez Karamel'den bir tık aşağıda bir film olmuş. Değindiği sorun evrensel, oyuncular çok tabii (birçoğu köyün gerçek sakinleri), müzikler kulak okşuyor, senaryo kuvvetli ancak kurguda aksayan birşeyler var sanki. O kuvvetli mesajı vermek istenen şekilde alamadım bir türlü, son sekansı bir yere oturtamadım. Belki de o fakirin bönlüğü!

      Savaşın hepsi anlamsız ve korkunç, hele ki din savaşları en gereksiz olanı. Mikro toplumlarda yaşanan din çatışmalarının kayıpları da ağır olur ve bunu en iyi hisseden kadınlardır. Labaki, hangi dine mensup bilmiyorum ama nalına da çakmış mıhına da. Ortaya bu bombastik film çıkmış. Hararetle öneririm...

1 Haziran 2021 Salı

"Derdeste" Ferhan Şensoy'un En Son Destesi!

 
  Ferhan Usta'nın son destesini de bittamam ettik. Daha önce bu destelerin ilkinden başlayarak tüm seriyi kalemimden geldiğince yazmaya çalışmıştım. Aşağıdaki bağlantıları merak eden tıklasın.

   Bu sonuncusu, diğerlerinden farklı değil. Büyük harf, noktalama işareti olmadan ham biçimde zihinden süzülen, kaleme gelen kelimeler silsilesi. Nerede kalmıştım derdi olmadan istediğiniz zaman, istediğiniz sayfadan başlayarak devam eder, okurken içinize ılık portakal şurubu akıtılıyormuş gibi olursunuz. Fakir en iyisi bu 368 sayfalık Derdeste'nin rastgele bir sayfasını açsın ve buraya yazsın, okuyanların da zihni açılsın.
S.174
"ikinci dünya savaşında
bir cepheden öbürüne sürüklenip
hiç ateş etmeden
o delikten öbür deliğe saklanarak
hep düşmandan kaçarak
yeri gelip ölü numarası yaparak
sağ salim kurtuluyor
hitler'e çok inanmış
kedi ile fare
kitabının nobelli yazarı
günter grass
okudukça hayatını
soruyorum kendime
kedi mi günter yoksa fare mi"