27 Temmuz 2022 Çarşamba

"Seçme Hikayeler" Sait Faik'ten Deniz Kokusu.

   Şu aralar psikiatri, ilişkiler üzerine okumalarım çok arttı, işlemci ısınıyor. Bu durumlarda en iyisi Sait Faik okumaktır. 123 Sayfa, 20 hikaye. Yeniyetmeliğimde okudum, son gençliğimde okudum şimdi de ortayaşın ortalarında oturtum başına. Her seferinde aldığım hazlar başka. Ancak zihnime nasıl kudretli bir şekilde nakşolmuşsa, sinağritin ölümünü de, hişt diyen (aslında demeyen) bahçıvanı da çok net hatırlıyorum. 
   Sait Faik azıcık kelimeyle dünyaları (ve hatta geçmiş zamanları canlı canlı) gözünüzün önüne getirme yeteneğine sahip. Ünlü bir yazar (tam hatırlamıyorum ama Yaşar Kemal'di galiba): "kalemin başına geçmeden önce Sait Faik okurum" demiş. Haklıymış. Bu edisyon, yazarın dördüncü duvarı da yıktığı bazı hikayelerden mürekkep (yani yazar, hikayede yazar kimliğiyle belirivermektedir). Hepsi birbirinden içten, gerçek, sahici ve özlenesi. Marmara'da kıraçaları istavritlerin, istavritleri uskumruların, uskumruları kolyozların, kolyozları palamutların, palamutları sinagritlerin, sinagritleri yunusların, yunusları orkinosların kovaladığı günleri yazıyor. Şu aşağıdaki cümle için bile tekrar tekrar okunur.
   "Söz vermiştim kendi kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da, bir hırstan başka neydi? Burada namuslu insanlar arasında sakin, ölümü bekleyecektim. Hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem kağıt aldım. Oturdum. Ada'nın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım."(S.109)
   Bir de son hikaye "Dülger Balığının Ölümü"nü canlı izlemiştim. Yıllar önce Foça'da denize sarkıttığımız ilk parakata bir dülger vurmuştu. Yazarın betimlediği sahne birebir gözümün önünde olmuştu ancak serde yazarlık olmadığından böyle çıkarımlar yapamamış lakin gördüğüm büyülü ölümün gelişinden gözümü de alamamıştım. 
   Doğal afetlerde kaybettiğim kitaplığımda; Sait Faik'in dar, uzun baskılı edisyonlarının tüm serisi vardı. Kendi kendime söz vermiştim kitap biriktirmeyeceğim diye ama Sait Faik her zaman okunur. Noksanları ikmal etmek gerektir.

25 Temmuz 2022 Pazartesi

"Ruhun Sırları" Vaka Örnekleriyle Psikoterapiler.

   300 sayfada çeşitli vakalarla (kimi pek ilginç) psikoterapilerden örnekler temaşa ediyoruz. Özellikle kültür odaklı psikoterapi örnekleri çarpıcı. Bu zenaatın (ki bihakkın terapi yapabilmenin koşullarından birinin iyi bir ustanın rahle-i tedrisinden geçmek olduğunu Cengiz Hoca da yazıyor (bu minvalde ağır, uzunca bir eğitim sonucu elde edilen titre bir de iyi bir ustaya sahip olmanın zorluğu ekleniyor)) nasıl ağır bir sorumluluk olduğu özellikle vurgulanıyor. 
   Yaşamın dikensiz gül bahçesi olmadığını biliyoruz (bilmiyorsanız bilin, öyle!). Kimi zaman bilinmeyen yollara sapılabiliyor. Bu yolların bizi nereye götüreceği, sonunun nasıl olacağı hep meçhul. Bilmediğimiz yollarda kimi zaman zihnimiz karışabiliyor. Terapist burada devreye giriyor ama bu giriş nasıl bir giriş olmalı? Hiç bir terapist size "şunu şöyle yap, yok öbürünü de böyle yapma!" demez (dememeli). Kendiniz için en iyisini yine kendiniz bulacaksınız. Bunun için de okumak gerekiyor. Bu ve buna benzerlerini.
   Burada belirtmeliyim ki: işbu neşriyatta altını çizdiğim, yanına soru işaretleri koyduğum yerler oldu ancak genel olarak eserimiz psikoterapistlere hitap ediyor. Eğer bu işin okulunu okusaydım, bu da bir başucu kaynağı olarak elimin altında dururdu. Ancak kafası karışık bir kâri olarak bana daha önce tanıttığım eserler kadar faydalı olduğunu söyleyemeyeceğim. 
    Ya da şöyle ifade edeyim meramımı: Hasanoğlu'nun kitaplarında uzunca açıklanan durumlar burada bir iki paragrafta özetleniyor. Belki de durumumun algısı böyle olduğu için bu çıkarımı yapmışımdır. Onu ancak damdan düştüğünüzde nerenizin acıdığını söyleyerek ve bunun dermanını arayarak anlayabilirsiniz. Kiminin bacakları kırılır, kiminin ciğeri delinir. Hepsinin çaresi başka başka!

22 Temmuz 2022 Cuma

"El Buen Patron" Tipik Politikacı Tarzı İnsaflı Patron!

   Blanco terazilerinin sahibi Blanco zahiren bombastik bir patrondur. Çalışanlarını korur, sıkıntılarını çözmeye çalışır (bir yabancıyı döven ırkçı bir genci, tanıdığı bir milletvekili sayesinde hapisten alır (cahil ergen "Fortuna" adlı çok eski bir çalışanının oğludur çünkü (Fortuna ismine dikkat (Kader demektir)))), arakolpa parantez rekorunu kırar (işte bu tümcenin filmimizle alakası yoktur dikkate almayınız!), kulağı iltihaplanan güvenlik görevlisine kulaklık bulur, bale bileti hediye eder (ama niye eder?), yasak aşkı işini yapmasını engelleyen üretim müdürünü (sırf çocukluk arkadaşı olduklarından (ancak çıkacaktır vehbinin kerrakesi)) işinde tutmaya devam eder ve hatta adamcağıza konsomatris ısmarlar.
   Birtakım teşvikleri daha kolay alabilmeleri için önlerinde aday oldukları bir sıralamadan birinci çıkmaları gerekmektedir. Fabrikanın mükemmel olması lazımdır. Olaylar gelişir...
   Ağırca başlayan ilk yarıdan sonra ikinci yarı pek bir acaip oluyor. İnsanın okul ve aile arkadaşının kucağında biberonla beslediğin kızıyla (bilmeden de olsa) yatması, yasal olmayan bir baskına cevaz verdiğin seferde gönderdiklerinin birinin ölmesi ve onun babasına hala iş yaptırman, anılarını günümüzde yaşananların ihtiyaçlarına göre evriltmesi Blanco'nun günahlarından sadece birkaçı. Bu günahlara karşın nasıl hala böyle pişkin olmasına gelince onu da sıcak memleketlerinin politikacılarında, idarecilerinde pek sık gördüğümüzü söyleyelim. 
   İkinci yarı beni benden aldı. Çok ince görülen yerler var, dikkatli izleyici daha fazla zevk alacaktır. Ancak filmin bittiği yerde Fortuna'nın elindeki matkapla pek bir huzursuzca oynaması dikkatimi çekmedi değil. Bence izlerseniz siz de bu soruyu bir düşünün. Bardem'in oyunculuğuna şapka çıkarıyorum, Güneşli Pazartesiler'den sonra tam tersi bir rolü de bihakkın kotarmış.

21 Temmuz 2022 Perşembe

"Güzel Yaşam Kılavuzu, Antik Stoacı Sevinç Sanatı" Önemli!

   Önceden uyarayım! Uzunca bir yazı olacak gibime geliyor.

   Nedir hayattan beklentiniz? diye başlıyor kitap. "Şefkatli bir eş, iyi bir iş ve güzel bir ev diye cevap verebilirsiniz gerçi ama bunlar aslında, hayatınızda istediğiniz şeylerdir. Burada hayattan beklentiniz derken amacım, soruyu en kapsamlı haliyle sormak. Gündelik iş güçle meşgulken belirlediğiniz hedefleri değil, hayattaki asıl amacınızı kastediyorum. Şöyle sorayım: Şu hayatta peşinden koşarım dediğiniz şeylerden, sizce en değerlisi hangisi?"

   Bu satırlardan sonra da alıyor sazı eline vilyım bey. Bir Erkan Oğur edasında olmasa da rahatlıkla bir Erol Parlak tavrında titretiyor mızrabı (O da az değildir bağlamada). İsteklerimiz ve beklentilerimiz arasındaki farkı belirledikten sonra bunların nasıl belirleneceği konusuna giriyor ve bu minvalde devam ediyor.

   Stoacılık, felsefede pek tutulmayan, bilinmeyen, (açıkça yazayım da karnım şişmesin) sevilmeyen bir koridor. Karanlık, tozlu, metruk. Bu konuda yazılanlar da oldukça kısıtlı. Hepi topu bir elin parmaklarını geçmeyen önemli ismi var. Elbette ilk başta Seneca, sonra Epiktetos, Musonius ve en devletlû olanı Marcus Aurelius (zamanının Roma hükümdarı). Takipçileri var ama bunlar kadar etkili değil. Felsefenin ağdalı ve düz okur tarafından anlaşılamayacak kadar çetrefilli yazım tarzına inat, basit bir dille kaleme alınmış eserler vermişler. Buna mukabil bu eserleri alıp edinseniz dahi hayatınıza nasıl aktaracağınız sorunu hep bir kenarda durur. 

   Burada sahneyi tipik bir amerikalı profesör Bay Örvin'e bırakıyoruz. Bu memleketin akademisyeni de pek pratik oluyor azizim! Bay Örvin hayatında birtakım kırılma noktaları yaşadıktan sonra stoacılığa merak salmış. Felsefe üzerine çalıştığı için bunları okuma, hazmetme ve uygulaması zor olmamış. Vardığı sonuçlar ise (en azından kendisi için olanlar) oldukça tatmin edici. Stoacılar için hayattaki en önemli şey: dinginliği korumak ve neşeyi yakalamak. Nasıl oldukça cazip değil mi? 

   Yazarımız da hap gibi bilgilerle bu sonuçlara nasıl ulaşılacağının stoacı reçetelerini vermiş. Yapılması gerekenler basit gibi görünse de ciddi bir zihinsel disiplin gerektiriyor. Ancak hayattaki şeyleri anlamada ve karşımıza çıkabilecek zorlukları göğüslemede yardımcı olacağı öngörüsünde bulunuyor. Olumsuzu canlandırma, hayatımızdaki unsurları kategorilendirme, hedefleri içselleştirme, hakaretleri karşılayabilme, ün/şan/şöhret/yetki/etki/para peşinden koşmanın beyhudeliği, yoksunluk pratikleri uygulayabilme (ki bunu ileri düzeyde olanlar yapabiliyor) ve daha bir iki şey daha. 

   Bunları yapabilmek kolay gibi gözükse de pek öyle değil. Neticede evrimsel atalarımız aldıkları yaralardan canları acıdığı ve bu yüzden yara almaktan daha fazla kaçınıp hayatta kalma ve üremek konusunda acı hissinden yoksun atalarımızdan daha başarılı olduğu için acı duyarız. Bu yüzden acı duyabilenler acı hissinden yoksun olanlara kıyasla genlerini aktarmada daha başarı oldular ve sonuçta acı hissetme yetisi de biz insanlara miras kaldı. Aynı şekilde endişelenme ve doymama eğilimlerimiz de evrimsel geçmişimizin bir sonucu. Seksten hoşlanan ataları genleri aldığımız için biz de onu zevkli buluyoruz. Başkalarıyla ilişkide olmak için evrimsel anlamda "programlanmamış" olmanın yanı sıra, sosyal statü edinmeye de programlıyız. Yani evrimsel nedenlerle stoacılık hayli güç ama yapılamaz değil. 

   Fakir hayatında ilk dönem yayımlanan bir ikisi haricinde hiç "kişisel gelişim" kitapları okumadı. Çünkü bunlar kimi ana akım felsefe okullarının çok sulandırılmış kötü taklitleridir. Aslında bugünlere varıncaya kadar hayatında felsefeye (tedrisat haricinde) pek sarılmadı. Ancak bugünlerde hayatında birtakım kırılma noktalarında olduğundan, kârinin dikkatini çekeceği üzere; ikili ilişkiler, psikiatri, psikoterapi konularına yoğunlaşmıştır. Bu yetmezmiş gibi saatlerce Alper Hasanoğlu, Yalın Alpay, Cengiz Güleç sohbetleri dinlemiş, bulunduğu yeri konumlamaya çalışmış, yetmezmiş gibi içine düştüğü kör kuyulardan çıkmak için birtakım kimyasallara ihtiyaç duymuştur. Tüm bunlar içinde en etkili olan açık ara bu kitaptır. Sonra Alper Hasanoğlu'nun kitapları var ama onlarda sorular var, cevaplar yok. Bunda ise doğrudan reçete var. Üstelik kimyasal değil ve uygulaması zor sayılmaz. 

   Konu kişisele kaymasın! burada kitap tanıtımı yapıyoruz. Hülasa; "Ne işim var benim burada adamı Tunç" (bunu da ancak Kaan Ertem takipçileri bilebilecektir (işte bunlar hep şarap!)) gibi hissettiğiniz dönemlerden geçiyorsanız İş Bankası'nın bu kitap pahalılığında pek makul fiyatlarla neşrettiği bu mümtaz matbuatı alınız,okuyunuz, hazmediniz ve uygulayınız. Sonra "haa demek ondan buradaymışım!" diyeceksiniz.



19 Temmuz 2022 Salı

"İlişkilerin Günlük Halleri" Günümüz Toplumunun Postmodern Tespitleri.

   İki, maksimum dört sayfalık hap gibi bölümlerle bir koca kitap (360 S.) Ankara-İstanbul arası hızlı tren yolculuğunda bitiverdi. Daha önceki kitabının tanıtımında söylediklerinin dışındaki hallerimiz örneklerle veriliyor, başka açılardan konuya yaklaşılıyor, ancak özellikle büyük şehir beyaz yakalısına yönelik çıkarımlar yapılıyor. Buradan psikiyatrlara katar katar giden grubun genellikle bu kesimden oluştuğunu anlayabiliyoruz. Eğer çok klinik bir vaka değilseniz (manik depresyon, şizofreni vb.) bir büyük eşliğinde arkadaşlara danışılıyor daha çok bu durumlarda. Yazarımızın okudukça hak verdiğim hikmetlerinin başında, kendi mesleğine ve meslektaşlarına yönelik yaptığı eleştiriler geliyor. Bunlar dikkatlice okunmalı.
   Yine de insanın içinden çıkamadığı sorunlar oluyor hayatında kimi zaman, kârinin bu tip durumlardaki davranış tarzı belli, sorunlarına yönelik yazılanları okumak. İşte bu kitap da tam o işe yarıyor. Terapi alacağınız yerde önceden bu hap gibi yazıları okursanız (eğer endorfinserotoninoksitosindopaminmelatonin dengeniz de bozulmamışsa) kendinize bir çıkar yol bulabilirsiniz. Yok bu durumu aşmışsanız kimi kimyasal desteklere ve daha sonra terapiye ihtiyacınız var demektir. 
   Fakir; buna benzer eserleri daha önce okumadığına pek pişman. Ancak zararın neresinden dönülürse kârdır (bkz.İrrasyonel). Buradan hareketle; bu güncede, bu ve buna benzer yayımların tanıtımı biraz daha ağırlıklı olacaktır. Üzülerek bildiririm.

"Gece Yarısı Kütüphanesi" Standart Çok Satar Klasiklerinden...

   Nora Seed bitiktir. Kedisi ölür, işini kaybeder, potansiyeli olmasına karşın başladığı hiçbir işi tamamlayamaz, ondan eczaneden ilaç almasını isteyen komşusunun bile ona ihtiyacı kalmaz, berbat bir yerde yaşamaktadır. O da ne yapsın! Yaşamamaya karar verir, bir anda kendini hayatlarının değişik versiyonlarının olduğu bir kütüphanede bulur (bazıları buna araf der ama yazar burada ısrarla hayır burası araf değildir demektedir). 
   296 sayfa, dili akıcı, iki günde biter. Fikir yaratıcı, kurguda paralel evrenler olduğunu düşünürsek bilimkurgu olarak bile addedilebilir. Ancak şu var ki: okumayı bir hobi değil bir uğraş olarak ele alıyorsanız ilk 50 sayfadan sonra halk bilgesi Cem Yılmaz'ın şu vecizesi aklınıza gelir "Herşey içimizde!". 
   Sonunu taa en baştan tahmin ettiğim halde tatillerde okuması kolay olduğundan bir şans verebilirsiniz. Ancak bence yüksek düzeyde felsefi yahut edebi haz almanız olası değildir.

5 Temmuz 2022 Salı

"İstanbul'da Mutfaklar" Sadece İstanbul Değil!

   Yazarın dergilerde çıkmış mutfakla ilgili yazılarından derlenerek oluşturulmuş ilginç bir çalışma. Genellikle ev mutfakları konu edilse de anılarımızda yer eden kimi önemli damak duraklarının da hikayeleri var (İskender ve Baylan gibi). Sadece mutfak değil, mutfağın etkilediği kültürel birikim es geçilmemiş. Bu sayede gastronomik bakış açısıyla tarihe de bir bakış atıyoruz. İlk bölümde Ani İpekkaya'dan küçüklüğümün Bakırköy'üne ilişkin pek göz buğulandıran (yaş ilerledikçe duygusala bağlıyor insan) detay (o evlerde su konulan tahta kapaklı küpler (bizde de vardı)) bulunabilir. Ya Kadıköy'üne gittiğimde her seferinde tadına bakmadan geçmediğim kup griyenin hesabını öderken kasanın arkasında duran (yazın bile) ceketi ve kravatıyla pek ilgili ve zarif Heri Lenar Bey. 
   Kitabın ikinci bölümü (kısa ropörtajlar) daha özgün. Burada neredeyse istatistiki bilgilerle bir dönem İstanbul'un röntgeni çekilmiş diyebiliriz. Hem sosyolojik, hem antropolojik çıkarımlar yapılabilir. Her bölümde bolca verilen yemek tarifleri cabası. Çocukluğumda tüm sülalede (baba tarafı Kosovalı) sevilerek yenilen ve "Çerviş" denilen tarifi ise "Manastır Usulü Meyaneli Köfte" olarak bulmam sürpriz oldu. İlk fırsatta deneyeceğim. 
   Fakir mutfağı seviyor, zevkle okudum. Meraklılarına öneririm.

"Gel Hayattan Konuşalım" Hayata Dair Psikiatrist Perspektifinden Bakış.

   Filiz Aygündüz sormuş, Alper Hasanoğlu cevaplamış. Nehir söyleşi gibi (Hasanoğlu itiraz etmiş "yav ben o kadar yaşlı mıyım? niye nehir söyleşi?" diye ama ortaya güzel bir iş çıkmış. Konular muhtelif: genellikle günümüz kentlilerine hitap eder. İnsan olmak, oluş, var oluş, sahip oluş, birliktelikler, ayrılıklar, şeylere bakışımız, ayrıntılar, ölüm, iş, iyelik ve daha neler. Hasanoğlu'nun fizyoloji ve felsefe altyapısının güçlü olması ve günümüzle ilgili yaptığı gözlemlerin (herhalde danışanlarının verilerinden oldukça besleniyor) senteziyle ortaya çıkan tespitler diğer "kişisel gelişim" kitaplarından oldukça farklı. Çok daha ayakları yere basan önerileri, tavsiyeleri var. Bunu yaparken lonca mensuplarını, fincancı katırlarını ürkütmekten de hiç çekinmiyor. Zaten 176 sayfa çabucak biter.
   Kafası karışık kârilere hararetle öneririm.

3 Temmuz 2022 Pazar

"Aşkın Halleri" Sadece Aşk Değil İkili İlişkilere Postmodern Bir Bakış.

 
   Özellikle de psikiatri alanında ahkam kesen kişilerin akademik geçmişini didikleme gibi bir huyum var. Yazarımızın önce fizyoloji daha sonra psikiatri alanında yetkinleştiğini ve en son felsefede doktoraya girişmesini saygıyla karşılayıp oturdum kitabın başına. Yazarımızla ilk kez flu tv'deki sohbetlerinde karşılaşmış, söylediklerini genelgeçer söylemin dışında bulup (hiç huyum olmadığı halde sonuna kadar) dinlemiştim. 
   Psikiatri, zamanla yenilenen bir disiplin. Misal 1973'e kadar eşcinsellik, tedavi edilmesi gereken bir zihinsel bozukluk addediliyormuş. Şimdi de psikiatrların teşhiste kullandıkları bir standart kitabı var. Biri üç haftadan fazla uykularında sürekli eksilme yaşıyorsa (tamamen sallıyorum) majör depresyon deyiveriyorlar. Neden iki yahut dört hafta değil? Bunu bilemiyoruz. Karşılaşılan vakaların durumundan herhalde (durunuz! her insan ayrı ve benzersiz bir kişiliğe sahip değil miydi? fiziki durum da buna keza, öyleyse nasıl standartlaştırabiliyoruz? Aklımda deli sorular!). 
   Herneyse, bu durmadan güncellenen disiplinin en son hallerini yazarımız ikili ilişkilere yoğunlaştırmış. Aşk denen dünyanın en güzel ve aynı zamanda en korkunç olgusunu, ikili ilişkileri, evlilik kurumunu (müessesesini mi desek yoksa! (burası ciddi bir müessesedir)), aile kavramını; hem mitolojiden hem edebiyattan bol bol örnekleyerek teşrih masasına yatırıp bir güzel didikliyor. Sonuç pek de muhafazakarları sevindirmeyecek. "Değişken Tekeşlilik" gibi ilginç bir kavramın yanısıra, geleceğin ailesinin kaygan zemini, evliliklerin demode olması ve daha ne çıkarımlar. 
   Sadece psikiatri değil, ikili ilişkilerde farklı bir bakış açısına ihtiyacı olanlar yakın dursun!