27 Şubat 2018 Salı

"Suburbicon" Yerle Yeksan Amerikan Rüyası !

   60'lı yıllar. Savaştan sonra toparlanan ekonomiyle coşmuş bir toplum, swing, yuvarlak hatlı kocaman (estetik olduklarını yadsıyamayız) otomobiller, siyah derili kardeşlerimin hak arama çabaları, yavaştan yüzünü gösteren soğuk savaş (filmde pek yoktu ama). 
   Yeni kurulan mahalleye (pek de orta düzey Amerikan rüyasıdır) bir coloured aile taşınır. Ama konumuz onlar değil, komşularıdır. Pis kokular gelir evden, olaylar gelişir.
   Kluni, 2014'deki Monuments Men felaketinden sonra yine yönetmen koltuğuna oturmuş. Kastta Metdeymın (önceki filmde de vardı), Cülyınmuur ve (kısacık da olsa çok afilli rol kesen) bir Oskırayzek var (kast sağlam yani). Kohen biraderler de senaryoyu ellemiş (iyice belli etkileri). Sanat yönetmeni şükela iş çıkarmış. Müzikler, kurgu, oyunculuklar, senaryo, çekimler, dekorlar, kostümlere diyecek yok. Hâl böyleyken niye böyle yerden yere vurulmuş sormak lazım.
   İzlerken sıkılmadım, bir çok yerde güldüm (ince görülen yerler var), güzel vakit geçirdim, güvercinim de uyumadı sonunu getirirken. Bir "A Serious Man" kadar derinlikli değil ama gideri var. Sizin yerinize olsam, kötü eleştirilere gözümü tıkar oturur izlerim... 

22 Şubat 2018 Perşembe

"Sofra Sırları" Gişe Filmi gibi Festival Filmi.

   Neslihan güzel yemek yapıyor. Kocası da hödüğün önde gideni. Derken olaylar gelişir...
   Yönetmen bey'in alışkanlığıymış, bir iki sekans dışında genelde hep iç çekimler. Gerçek olay örgüsünde acaip karamsar, gri filtreler; hayal dünyası ise şımşıkırdak mutfak şovları ayarında. Sanat yönetmeni iyi iş çıkarmış. Başrol haricinde popüler isim yok, bilaistisna hepsi yevmiyeyi hak etmiş. Senaryo güzel, konu ilgi çekici, işin üzerinde iyi çalışılmış. Afiş ayrı bir güzel. Festival filmi gibi yapılmış ama güzel gişe de yapmalı bence. Son zamanlarda kalitesi artma eğilimine giren komediler haricinde memleketimde yapılan iyi filmler arasında.
    Ha arada gözümüze takılan bazı çıkıntılar yok muydu ? Vardı (neydi o istiridye mantarlı aşırı renkli animasyon rüyalar, neydi o aynı mantarları bir çamın dibine yerleştirmeler !). Ama kadı kızında da olur böyle hatalar. Az salonda, kısıtlı seanslarda gösterimde. Ama iyi filmlere destek olmak için, izleyin, izlettirin.


"Kedi" İstanbul belgeseli (fonda kedilerle)

 Sinemalarda gidemedim. Çok az kaldı gösterimde, çok az salonda... Malum ortamlara düşmesini ne zamandır bekliyordum. Nihayet izledim. 4 ödülü 17, adaylığı, güzel bir IMDB puanı var ancak belgesel izlemede ahkam kesecek bilgim yok. O yüzden gördüğüm kadar yazayım:
   Belgesel eksenine kediyi almasına karşın, fakir kedinin etrafındaki kişilere ve yerlere odaklandı. Hayır ! kedi severim (rekorum on küsur kediydi bakımını üstlendiğim). Belgeselde anlatılanlar da haysiyetli kediler. Hepsi sokaktan hepsi ayrı bir hikaye. Çekimler kalburüstü (hem kamera açıları (hah ahkam kesiyorum bilinçsizce !), hem renkler, hem görüntü kalitesi). 
   Kediyi zaten müziksiz, hikayesiz, hiçbir şeysiz kaydet : izlenir (ben izlerim en azından). Ama 80 dakikada İstanbul ve yaşayanlar o kadar güzel kaydedilmiş ki. Kaymaklı ayva tatlısı olmuş. Hikayeyi anlatanlardan birinin; kediyi çizgi romana ve hatta animasyon filme taşımış Bülent Üstün olması pek şık. Kendi açımdan : Yattara Valli'yi hayatıma katan (kim bilir yattara valli'yi ?), her karikatüründe etrafa mebzul miktarda kedicik saçan Behiçabiyi (Behiç Pek) es geçmemelerini dilerdim. Olsun. O zaten ayrı bir film konusu (bence). 
Anlatmakla olmaz, görmek lazım. 

17 Şubat 2018 Cumartesi

"Milyarlarca ve Milyarlarca" Carl Sagan'dan Giderayak Uyarı !

 
   Hüzünlü kitap. Aydınlatıcı, uyarıcı, zihin açıcı, bilgilendirici de aynı zamanda. Bay Sagan'ı geç keşfettim. "Karanlık Bir Dünyada Bilimin Mum Işığı"  arşivimde durup durur. Arada okurum. Bu kitap da öyle olacak.  
   İçinde çok şey var. Ozonun incelmesi (ki etkileri uzun yıllar sonra görülebilecektir (bu yüzden de önemsenmemekte, hasıraltı edilmekte ancak bu çocuklarımızın torunlarımızın çok güçlüklerle karşılaşacakları gerçeğini değiştirmemektir)), çevreye verilen geri döndürülmesi zor zararlar, insanlığın bugünü dünü ve yarını, içinde bulunduğumuz dünyanın ekolojik, ekonomik, sosyolojik incelemeleri ve nihayet ölüm ve sonrası. Elbet ölüm ve sonrası kitabın sonunda yer alıyor. Ve son bölüm Bay Sagan kozmosa karıştığından tamamlanamıyor. Bu açıdan hüzünlü. 
   Bu kadar geniş bir yelpazede ele alınan çok değişik konuları, vasat zekalı okura (örn. bendeniz) bu kadar iyi anlatabilen, bilimsel birikimi çok derin (gök bilimleri profesörü (ki neredeyse ilk kadim bilimdir)), üslubu çok dinlendirici ve sürükleyici, herhangi bir ideolojiden/dinden/dogmadan azade, şükela bir yazarın sonunda bu satırları tamamlayamayıp yokolması hüzünlendiriyor fakiri. 
   Her bölüm kendi içinde süpersonik bir bütünlük içerip, çok anlamlı sonlarla bitiriliyor ama en çok aklımda kalan : Amerika'nın bilmemne savaşında (birleşme aşamasındaki iç savaşlardan biri Gettysburg mu ne) yaptığı bir konuşma oldu. Çok basit bir lineer gelişim tablosuyla bulunduğumuz yeri apaçık betimliyor. Kısaca diyor ki : "bu savaştaki uzaktan etkili silahlar 1-2 kişiyi öldürebiliyordu. Roketleri geliştirdik, atomu parçalamayı başardık. Silahların öldürme kapasiteleri milyar kere arttı. Ama insanoğlunun feraseti, aklı milyar kere artmadı. Yeryüzündeki tüm insanları yüzlerce kere yok edebilecek silahlarımız var. Ve hata yapıyoruz Challenger'da da yaptık, Çernobil'de de. Bundan sonra da hatalarımız olacak. Silahlar konusunda yapılacak bir hata, insan türünü yok edebilir (aslında yok olsak daha mı iyi olur bilmiyorum, bilemiyorum). Aklımızı başımıza devşirelim !"
   Kitaplığa koyduk. Arada açıp okuyacağız. Bence okullarda da okutsalar çok iyi olur. Mesela; fakir eğitim bakanı olsa (Bkz.Kapatılan Kaynak (bu arada IP numaranızı değiştirek ulaşılabiliyor Bkz.DotVPN)) okullarda okutulmasını mecburi tutar. Ama Tübitak basmış (hayret !) fiyatı da uygun. Yakın durmanızı hararetle öneririm.

10 Şubat 2018 Cumartesi

"Aynalar" Bilemediğimiz Tarih !

    Aynaya bakın. Dikkatlice. Yüzünüzü dikkatle inceleyin. Sonra aynadaki görüntünüzü bir diğer aynadan yansıtarak inceleyin. 
   Şaşırtıcı değil mi ? Zaten hiç simetrik olmayan yüzünüz, fotoğraftakinden (çünkü o da terstir), aynadaki yansımasından bir hayli farklı gelecektir gözünüze. Bir de yazılanlara bakın aynada, harfler tekinsizleşecek, okunması imkansızlaşacaktır.
   Galeano "Aynalar" da bunu yapıyor. Bazısı uzun, kimisi (haiku denebilecek kadar) kısa başlıklarda insanlık tarihini, kaybedenlerin, unutulanların, gözden çıkarılanların bakış açısından zihnimize kazıyor. Prehistorik dönemden günümüze, hintten çine (ama genelde ilgisi güney Amerika'da), en tepeden en dipe (Hitler'de var, Rosa Parks'da), bir dünya dolusu ayrıntıyla "neredeyse" bir Dünya tarihi.
   Bir solukta okudum. Muhakkak ki ikinci ve daha sonraki okumaları hakkediyor. Okuyun, okutun ve hatta hediye edin (eminim verdiğiniz kişi birazcık okuryazarsa sizi hayırla yâd edecektir)

8 Şubat 2018 Perşembe

"Three Billboards Outside Ebbing, Missouri" Böyle Film İsmi mi Olur ? Adres tarifi gibi.

   Kızı tecavüz edilip öldürülen bir anne, üç ilan levhası kiralayarak adaletin ağır işleyen çarkını hızlandırmayı umar.
   Yönetmen beyin diğer filmleri arşivimizde var (In Bruges (en az üç seferim vardır) süpersonikti, diğeri (Seven Psychopats (bunu bir kere izledim)) idare ederdi). Hal böyleyken "bir In Bruges havası yakalar mıyız ?" diyerek oturduk filmimizin başına. O havayı yakalayamadık ama başka havalar yakaladık. Bir kere : omurgası fazla güçlü olmayan senaryoya bu kadar çok hikayeyi sığdırmak (üstelik bunu izleyicinin kafasını karıştırmadan, ilgisini düşürmeden yapabilmek) sağlam hüner gerektiriyor. 
   Her karakterin altı iyice çizilmiş. Dikkat dağıtmayan flashback (ne işim olur flaşbekle !) geriye dönüşlerle, sinefilin algısı yerinden oynatılmış. İzleyiciye (bitince) düşünülecek bir hayli malzeme yedirilmiş. Siciayı olmayan, efekte boğulmayan, oyuncuların abartısız (ama pek gerçek) şımşıkırdak oynadıkları, bir çok sahnenin tablo güzelliği içerdiği, mutlak iyi ve mutlak kötü diye bir şey olmadığı (ki holivutta bunun tersidir) mesajını langadank aldığımız, sahne geçişlerinde içinizde kalan duyguların tortularını film bittikten sonra kolay kolay atamadığınız, son bir yılda izlediğim en iyi holivut filmine gitmenizi hararetle öneririm.
   Her oyuncu iyi de (sanırım frensismekdormınt oskara aday olur (belki alır bile (hiç işim olmaz oskarla))) (hah parantez açma formunda çığır açtım, tam oldu) semrakvel (o nasıl gerçek bir sakarlık ve sığırlıktır) ve eski kocanın çıtır sevgilisi (ve o nasıl bir sığlıktır !) oyunculukta aşmışlardır. Vuudiherılsın'ı saymıyorum (o sayılmaz !). Gözüm bir tek kolinferıl'ı aradı (bu filmde yok maalesef) ama o kadar kusur kadı kızında da olur. Yazılar çıkınca yerinizden kolay kolay kalkamıyorsunuz. Hülasa : izleyin pişman olmazsınız.

"Ölümlü Dünya" Sanki Murat Menteş Romanı.

   Konuyu önceden okuyunca "hımm" dedim "bir Murat Menteş romanı sanki !". Andırmıyor da değil (belki senaryoda dahli vardır, zira ismi "Aziz Kedi" diye biri var (şimdi baktım gugıl hazretlerinden. Değilmiş)). 
   Birbirleriyle iletişim sorunu olan, her b.ka bağırıp çağıran, atar dolu bir ailenin sıra dışı öyküsü. Özbeöz (böyle mi yazılıyordu bu ?) kardeşlerin farklı aksanlara sahip olması, bin yıllık bir örgütün tetikçilerinin işleri böylesine yüzlerine gözlerine bulaştırabilmeleri, verilirken sorun çıkarmayan sesli şifrenin bir türlü tekrarlanamaması (hiç mi yazıp okumak akıllarına gelmiyor mesela !), senaryodaki zamanlama hataları, konuştuklarının ciddi bir bölümünün küfür olması gibi (daha çok var) eksikliklere takılmayacaksanız izleyin tabi ama kendi hesabıma böyle bir senaryodan daha güzel bir şey çıkmasını ümit etmiştim.
   Oyuncular yevmiyenin hakkını veriyorlar, Ali Atay'ı da seviyoruz, masrafsa yeteri kadar edilmiş (audi ciplere takla attıramamışlar ama tarlaya sürmüşler mesela), film müziği kullanmaktansa doğrudan şarkıları araya koymuşlar (Onur Ünlü filmlerinde tutuyor da burada pek tutmamış), bazı sahneler kartpostal tadı veriyor, üzerinde emek var. Ama (bir yerde duymuştum "önceden söylenenleri boşver, ama'dan sonrakilere bak" diye), niye o kadar çok küfür var, asansör ve antre sahnelerinin o kadar uzun olmasına ne gerek vardı, Itır'a ne oldu ?, sonu niye böyle ? gibi sorularıma cevap bulamadım.
   Muhakkak ki sinemamızın son dönem komedi filmlerinin arasında istisnai bir yerdedir (kara komedi (ama kazayla vurup öldürdükleri komşuda hiç gülmedim)) ama gönül isterdi ki bu senaryodan daha iyi bir şey çıksın, olmamış. Olsun ! umarız ki bir dahaki sefere...

5 Şubat 2018 Pazartesi

"A Fantastic Woman" Şili'de de olsa Trans Olmak Zor !

   Marina'nın Orlando'su apansız ölüverir. Sadece birlikte yaşıyorlardır (Orlando Marina için eşinden ayrılmış (zannımca), başka bir hayata başlamıştır (pek de mutludur)). Orlando'nun vücudu soğumadan varisler Marina'ya hayatı dar etmeye başlarlar. Bunların üstüne Marina'nın henüz yeni cinsiyetinde kimliğini almamış bir trans birey olduğunu ekleyin. Gelsin filmimiz.
   Lambada görülen rüzgarın Marina'yı yamulttuğu sahne, yoldaki aynada titreşen yansıma, kendini tarif ederken "sadece et ve kemik !" demesi, Orlando'nun son veda için Marina'ya yol göstermesi, Marina'nın çıplak halde yüzünün cep aynasında yansıdığı ilginç sahne (ki cinsellik (kaba cinsellik) filmin hiç bir yerinde yoktur); beni etkiledi. Şili'de de olsa trans olmak zor dedirtti (nerede kolay ki !). Bir sürü ödülleri var. Daniela Vega'nın oyunu (donuk (ama herhalde yönetmen bey öyle istedi)) etkileyici. Yan karakterler güzel işlenmiş. Fakire göre oskarlık bir film değil ama güzel film.
   Cinsel tercihlerin toplumda nasıl ayrımlara yol açtığını, insanların para sözkonusu olduğunda nasıl çirkinleşebileceklerini görmek isteyen sinefil yakın dursun.
Bu arada Marina'nın söylediği şarkılarda pleybek yokmuş. Ortaçağda olsa doğrudan kastrato olurmuş.

4 Şubat 2018 Pazar

"Kinyas ve Kayra" Yazıldığı Gibi Değil (Bana göre !)

   İki adet Ankara'lı Holdınkolfiyıld (ama holdınkolfiyıldlıkta master derecesi yapmış olanlarından) kâh oraya kâh buraya sürüklenir, pek kloşar  (Kaptan'a selam olsun ! (bu Kaptan'ı bilenlere bir ödül (bir ata bir krallık !))) bir yaşam sürerler. Bu meyanda fazlaca kendi kendilerine (bize) konuşurlar. Sonra birşeyler tıkanır, olaylar gelişir. 
   Ekşili tatlılı sözlüklerde kırk küsur sayfa girdileri olan, bir çok eleştirmen tarafından övülen yerilen, velhasıl üzerinde çok konuşulan bir roman. 2014'de çıkmış. Bay Günday'ın ilk romanı. Okumakta hayli gecikmişim (malum ! (müptelası olduklarımız haricinde) edebiyatta modayı sevmiyoruz). Vira bismillah giriştim okumaya (girişilecek bir roman çünkü 576 sayfa)). Beş günde bitti (arada sararak okudum). 
   Konu; yukarıda özetlediğim gibi, eksiği yok fazlası var (elbette var, yaneolacağıdı ! (bozkır şivesinden ister istemez etkilenüyür insan)). Konuyu işleyen bölümleri alıp, karakterlerin iç konuşmalarını çıkarırsak romanımız rahat 150 sayfaya düşer. Kalan 400 küsur sayfanın içinden de aforizma potansiyeli olacak cümleleri çıkarırsak (50 sayfa (optimist yaklaşım)) geriye kalır 350 sayfa. Fakire göre bu 350 sayfa gereksiz tekrarlar (tamam bunalımdasın gencadam !), okuru içine çekmeyen detaylar vesaireler (bakın kasıtlı yanlış kullanıyorum kelimeyi !) doludur. Fakire göre öyle çok fazla üstünde durmaya değmeyen bir romandır. Bir tek sonlara doğru elemanlardan birinin normal yaşantıya dönmesi bağlamında (fularım nerede ?) yapılan "normal yaşam" reçetesi güzel gözlemler içeriyor (işe giderken aracında traş olan, akşamları yana yakıla sosyal mekan arayan beyazyakalıköleler), başka da bir şey kalmadı aklımda. 
   Yazarımız oldukça üretken. Başka romanlara da bir okuma yapacağız. Belki iptilâ yaratır (zayıf ihtimal !) bakalım. Ama okumaya bu romandan başlayacaklar : dikkat ! Belki daha kolay yenilir yutulur cesametteki bir HG romanıyla başlamayı tercih edebilirsiniz.