30 Ağustos 2023 Çarşamba

"Tanrı Olmak Zor İş" Sovyet Tanrılar!


 Strugatski Biraderleri seviyorum. Bu matbuat da "Uzayda Piknik"ten sonra en çok baskı yapılanıymış, aldık, hazmettik.
   Gelişmiş uygarlıktan gizlice ortaçağı yaşayan bir dünyaya gelen gözlemciler. Asla müdahale yetkileri yok ve kendilerini ustaca gizliyorlar. Bir asilzadenin yerine geçen Anton, şahit olduğu bönlükler karşısında kendini tutamaz ve olaylar gelişir.
   Standart bilimkurgu kalıpları dışında yazılmış bir roman. Öyle son teknolojik gelişmeler yok (en gelişmişi bir helikopter ve mercek kamera). Aksiyon dozu adeta bir Pardayanlar serisini hatırlatıyor. Zaten biraderler de "Üç Silahşorler" tarzı bir şey yazmak amacıyla başlamışlar projeye. Lakin içinde beyin tokatlayan tespitler var. Daha doğrusu okura sorular sorduruyor. Misal: toplumların içinde bulunduğu bataklıktan çıkması için devrim gibi bir atılıma mı ihtiyacı var yoksa bırakınız bulunduğu bataklığı kendileri idrak etsinler ve kendileri çıkmaya mı çabalasınlar? İçinde yaşadığımız, bilime ve bilimsel yönteme uzak olduğumuz bugünlerde kendi kendimize sorduğumuz ve cevabını bulamadığımız bir soru. Küçük bir alıntı aşağıda. Okumasanız da olur ama okursanız daha iyi olur.
“Hiçbir devlet, bilim olmadan gelişemez; komşuları yok eder onu. Sanat ve genel kültür olmazsa devlet kendini değerlendirme ve böylece çeki düzen verme yetisini kaybeder, her saniye ikiyüzlüler ve alçaklar doğurmaya başlar, yurttaşlarında tüketim çılgınlığı ve kibir gelişir, sonunda da daha akıllı komşularının kurbanı oluverirler.”

24 Ağustos 2023 Perşembe

"Syk Pike" Hakikaten İlgi Manyağı.

  Ne zamandır izleme listemde. Stream (ne işim olur streamle) internet kanallarında yayınlanınca sinemada kaçırdığımı telafi edeyim diyerek oturdum başına.
   İzlemesi hakikaten zor filmdir. Signe bir kafede garson, sevgilisi Thomas yeni parlamaya başlamış bir sanatçı. Her ikisi de narsist. Thomas narsisizmini sanatına yansıtmış ve ilgi görüyor. Signe de ne yapsın, ilgi çekmek için bulduğu en kolay yola sapıyor. Kendine zarar vermek. 
   Nordik sinemaya özgü komedi unsurları içerse de, anlattığı hikayenin (artık çevremizde görüyoruz daha hafif Signe modelleri) gerçekliği pek korkutucu. Signe'nin imgelemindeki olasılıkların filme yedirilmesiyle filmimiz çok katmanlı olmuş. Bu olasılıklar tabii ki de narsistimizin ilgiyi kendine çektiği senaryolar. Oyunculuklar, kurgu ve özellikle makyaj çok başarılı. Karşılaştırıldığı "Dünyanın En Kötü İnsanı" ile benzerlikler taşıyor belki ama ayrı iki kategoride değerlendirilmeli diye düşünüyorum. 
   Ben arşivime attım. Her ikisini de bir yıla kadar art arda izlerim. Ama bunu izlemesi hakikaten yorucu. Siz bilirsiniz yani.

23 Ağustos 2023 Çarşamba

"Rüzgar Bizi Götürecek" Furuğ'un Beş Kitabı Birarada.

   YKY güzel bir iş yapıp Ferruhzad'ın beş kitabını (Tutsak, Duvar, İsyan, Yeniden Doğuş, İnanalım Soğuk Mevsimin Başlangıcına) derlemiş.
   Şiirde ümmiyim. Furuğ'un ancak pek bilinen şiirlerinden bir ikisine vakıftım. Kitap, bir ayı aşkın zamandır başucumda. Şunu anladım ki: bir şiiri adamakıllı hazmetmek için yazıldığı dilde okuyacaksınız. Bu şiirleri farsça bilip okusaydım belki de daha iyi anlayabilecektim. Ancak başta dediğim gibi şiirde oldukça cahilim. Tekrar tekrar okuyup birşeyler olmasını bekledim ama olmadı. Sadece iki yerde titredi içeride bir yerler (tüm yaralarım ve kuşların uçuşu ile ilgili dizeler) o kadar. Özellikle ilk dönem kitapları ciddi (burada fularımı savuruyorumdur) kösnül bir içerikle yazılmış. Şah dönemi suni modernleşme çabalarında yazıldığından yayımlanmıştır yoksa günümüzde bırakın İran'ı, yerli ve milli memleketimde bile sayın muhbir vatandaşlar tarafından pruvaya alınabilecek cürettedir yazılanlar. 
   Şiir İran'da önemli. En küçük yerleşimde bile insanlar Sadi'yi, Hafız'ı iyi bilirler. Modern şiirin öncülerinden Furuğ da es geçilmeyecek bir durak. Ancak farsça bilinip okunsa daha iyi olur.

22 Ağustos 2023 Salı

Portekiz'de Yelken yahut Sevilla, Lagos Kısa Kısa

   Yelkene müptelayım. Deniz üstünde çok vakit geçirdim ama hep makinalar, jeneratörler, yardımcılar, vardiyalar, motor sesi, egzost kokusu vardı. Yelkene iptilam, nispeten yakın tarihli. Gerekli belgeler (hem uluslararası hem de memlekettekiler) bittamam ama bunlar hep gemiciliğimin verdiği tecrübeyle oldu yoksa yelkende acemi sayılırım. Orta boy bir yelkenliyi alıp iç denizlerde gezecek kabiliyetim var ama öğrenmenin sonu yok. Bu yolda ilerleyeceğim. 
   Yelken memleketimizde (bakın burası çokomelli) oldukça pahalı bir spor. Haftalık eğitimlerin (o da bir teknede maksimum üç kişi olacak adamakıllı bir eğitim) 1000 avroları geçmesi olağan. Crewbay diye bir internet sitesinde Portekiz'de bir ilan dikkatimi çekti. Questina-II'nin kaptanı Dave ile yazıştık. Kabaca bir fayda maliyet hesabı yaptım, aldım biletleri çıktım yola. Bu bir haftalık yelken seyahatinin çok önemli bir kısmı deniz üstünde geçtiğinden, karada neler olup bittiğine dair izlenimlerim pek cılız. Yine de aklımda kalanları yazmaya çalışıciim. 
   Limanımız Portekiz'in Güneybatısındaki Lagos. Yakınlarda havaalanı (en azından memleket bağlantılı) olmadığından İspanya Sevilla'ya gittim önce. Bu bilet ucuz olsun diye Köln'de uzun bir bekleme aldım. Arada Köln'ü de gezdim.

 Köln havaalanının içindeki raylıya binince 20 dakikada sizi Köln Dom'unun dibine kadar götürüyor. Otomatlardan alınıyor biletler (3.80 EUR). Türkçe versiyonu bile var. Köln Kilisesi gotik ve devasa bir yapı, çevresinde hayat var. Sokak müzisyenleri (Sezen Aksu çalan (hemi de pek içli) klarnetçi vardı), her ünlü markanın satış mağazaları, bolca turist, bolca restoran. Köln'ün ünlü birası Kölch'ü zıkkımlanmak memleketimden ucuz (işte bu da beni çok hüzünlendiriyor). Tazecik Berlinerler yine memleketten ucuz. Neyse kısa kaldım zaten uzatmayayım. Buradan iki buçuk saatlik uçuşla ver elini Sevilla. 

   Ben geldiğimde (12 Ağustos) Sevilla 45 C'di. Allahtan gece vardım da biraz serinlemişti (33 C) yine de taşlardan ateşler çıkıyordu. İspanya'nın doğu ve kuzey kesimlerinden farklı olarak burada mimaride bariz bir Endülüs Emevi etkisi var. Bunu kırabilmek için şehrin merkezine üstteki fotoğraftaki gibi bir mantar kondurmuşlar bir Alman mimara ama karşısında yine tipik endülüs yapıları. Beyhude bir çaba yani. İber jambonu ile sanat yapan kasaplar gördüm, memlekettekinden ucuz ve lezzetli peynirler gördüm, İbn-i Haldun'a hak verdim (Coğrafya Kaderdir). Burada bir gece kaldıktan sonra otobüs terminalinden atladım Flixbus'a (otobüsün Avrupa'daki uber versiyonu) 4 saat sonra Lagos'taydım. Lagos 25 C'ydi ohh Dünya varmış.
   İspanya'dan Portekiz'e geçiş bir nehrin üzerinden oluyor. Kenarda kıytırık bir gümrük binası var, memurlar hep siestada. Şu aşağıdaki fotografinin karşı kıyısı İspanya, ben fotoyu Portekiz'den çektim. Böyle sınırların olmadığı yerlerden geçerken hep bir burukluk hissediyorum. Ne olurdu şu sınırlar hep böyle olsa!
   Lagos, Portekiz'in yerel turistinin gözdesi bir liman şehri (Portekiz Erdek'i). Pek tarihi bir binası yok. Güzel grafitileri, lezzetli yerel tatlıları, kapalı bir kilisesi, küçük bir kalesi, yeterli bir marinası, aşırı turistikleşmiş bir şehir merkezi var. Markette satılan tavşanlar insanı vejetaryen yapar.


   Otobüs terminali marinanın tam karşısında olduğundan çabucak vardım menzile. Dave'le buluştuk, eşyaları kıç kamaraya yerleştirdim, seyre başladık ve altı gün çabucak bitti. Önceden söyleyeyim de gitmeye hallenenler zorlukları gözünde bir canlandırsın. Kaptanın acaip ağdalı bir ingiliz aksanı var. İngilizce biliyorum diye kendinize güvenmeyin, söylediklerinin yarısını anlarsanız iyi. Tabi bir de denizcilik jargonunun ingilizcesini çalışmanız gerek. Halatı fairlaide krosla diyor, fairlaid ne diyorsunuz tabi. Adam nereden bilsin koçboynuzunu. Ayı bacağını açıkladığımda gülmekten yarıldı, "nereden buldunuz bu ismi yav" diye. Kıç kamara size tahsisli ama tuvalete gitmek için havuzluktan geçmek zorundasınız. Bu da kaptanın quarter'ının (hemen kaptım jargonu) yanı. Gece "aman uyandırmayayım" diye tedirgin olabilirsiniz. Kamarada iki kişi yatar, yeterli dolap var. Marina'da elektrik ve su sorunu da yok, banyoları tuvaletleri otel konforunda, çamaşırhane ve marketi çok makul. (yazmadan geçemeyeceğim Dave 11 metrelik (ki uzatmalarla 12'yi geçer) tekneye memleketimin üçte biri fiyat veriyor yıllık. Üstelik elektrik su bedava (bir de giriş çıkışlarda yaya köprüsünü açıyorlar sizin için)). Teknede tek başına seyir yaptım, günlük 30 EUR karşılığında. Kumanya alışverişi altı gün için makul ötesi bir şey tuttu. Yemekleri bir gün kaptan bir gün ben yaptık, bulaşıkları da aynı hesap. Demirleme, cayp, teg (işte bunlar hep denizci jargonu), rüzgar tutma, mevki koyma, harita çalışmaca, nisbi gerçek kerteriz alma hepsinin üstünden geçtik. İki gece başka koylarda demirli kaldık, diğer günler marinaya döndük. Her gün iyi yatırdık kızı. Son günde 25 knota varan rüzgarda 40 dereceleri gördük, bir ara endişelendim iskeleden alabandayı bir karış geçmiş deniz biz hala zorluyoruz. Neyse koltuk halatlarını verince hissedilen güvenlik hissi insanı yelkene daha bir yaklaştırıyor. Bu hafta 11 metre teknede yedi kişi verilen önceden ayırttığım eğitimi iptal ediyorum, gerekirse bir daha giderim Questina-II'ye. 
   Dönüşte aynı yolu (bu kez aktarma Viyana üzerinden ama hem beklemem kısaydı hem de iki ay önce altını üstüne getirmiştim zaten) tersine tebbet döndük ve bozkıra alışmaya çalıştım.
   Bu yazı geziden çok yelken üzerine oldu, ama gezmekten çok yelken yaptım. Bende neyse o! Fazlası çıkmıyor.

"Sirius'tan Gelen Kurbağa" Kapitalizm Satiri.

   381 sayfa, beş günde geçen bir hikaye. Okuyalı on yılı aşmış. Fülfürüşlü bir yola hallendiğimden (Portekiz'de yelken) yolda iyi gider deyip açtım sayfaları. İyi ki de açmışım. On yıl önce altını çizdiğim satırları (bu on yılda değiştim zahir (zahir!)) bir de şimdiki benin okuması değişikti. Yine çizerdim aynı satırları o başka. 
   90'lı yıllar, borsanın tepetaklak olduğu günün sonrasında Gwendolyn Mati, müşterilerini külli zarara soktuğundan çıkış aramaktadır. Bir anda karşısına (Timbuktu'dan yeni dönen) müflis borsa simsarı Larry Diamond çıkar, olaylar gelişir.
   Bildiğiniz Tom Robbins romanı. Şımşıkırdak okunuyor. Yine muzip, erotik, bilge, eğlenceli. Romanın kendisi değil de üslubun öne çıkıyor kimi zaman. Öyle ki okurken gülümsemeden kendinizi alamıyorsunuz (aşağıya rastgele açtığım bir sayfadaki betimlemeyi yazayım da aklınızda canlandırın). Olay örgüsü arasında yapılan tespitler (ki kapitalizmin süpersonik bir eleştirisi vardır, 4 yıl iktisat okudum bu kadar iyi anlatamazdım) daha da ilgi çekicidir. Çevirmen Süha Sertabiboğlu, bombastik bir çeviri yapmış "hebele hübele", "kuku" gibi aklıma gelmeyen kelimelerin tozunu almıştır. Kendisini alkışlıyorum. 
   Fakirin hararetle önerdiği neşriyattandır. 

Biraz uzun bir alıntı olacak ama bu tanım fakiri mest etti. O yüzden klavyeye gayret yazacağım: "Sarah Bernhardt öylesine büyük ünü olan, huşu uyandıran bir oyuncuydu ki, Kuzey Amerika'ya yaptığı turnelerde, tek kelime ingilizce bilmediği halde hiç bir temsilinde kesinlikle tek bir bilet bile kalmazdı. Oynadığı her oyunu, Shakespeare, Moliere, Marlowe ya da her neyse hep Fransızca oynardı. Tiyatroya gidenlere, İngilizce izleyebilmeleri için oyunun librettosu verilirdi. Evet, yer göstericilerin en azından birkaç kez, yanlış librettoyu, yani sahnelenmekte olandan tümüyle farklı bir oyunun metnini verdikleri de olmuştu. Ama yine de, tüm söylentilerden öğrendiğimiz kadarıyla, onca büyük kalabalıklar içinde bir tek kişi bile çıkıp da bu konuda herhangi bir şey söylemiş ya da şikayette bulunmuş değildi. Üstelik hiç bir eleştirmen, yazısında bu çelişkiden söz etmedi.
   Biz bugünün insanları yaşama bakıyor ondan bir anlam çıkarmaya çalışıyoruz; genellikle, yabancı bir dilde anlatılıyor gibi gelen bir "gerçeği" gözlüyoruz - ama yanlış librettolar verilmiş hepimize. Metin olarak İncil verilmiş bize. Ya da Talmud ya da Kuran. Bize verilen, Time dergisi, Reader's Digest, günlük gazeteler ve 18.00 haberleri; bize verilen okul kitapları, gülünç komediler ve tahrif edilmiş tarihler; bize verilen psikolojik öğütler, kültler, seminerler, reklamlar, satış taktikleri ve üstatların, satılmış bilim adamlarının, eylemcilerin ve devlet başkanlarının saygın bildirileri. Ne yazık ki, bu çevirilerin hiçbiri, varoluşun gerçek tiyatrosuna olan bitene belli belirsiz benzemekten öteye gidemiyor ve çoğu da tehlikeli bir şekilde yanıltıcı. Olağanüstü karmaşık bir trajikomedinin iç içe girmiş entrikalarını, bir kabare ya da bir çocuk oyununun librettosuyla izleyip anlamaya çalışıyoruz. Ve birisinin çıkıp da yönetime bu konuda fırça çektiğini hiç duydun mu?"
Bir de muzip bir paragraf alalım buraya : "Baş aşağı duran çeltiklerden pirinç toplayan bir çiftçi gibi, yağmur saplarının ortasında duruyorsun. Çinlilerin yemek çubukları kadar ince ve dümdüz, okyanus santurunun telleri gibi yeşilimsi gri saplar, kökleriyle tutundukları bulutlardan aşağıya sarkıyor, çatlamış tanelerini sarsıp aşağıya bırakıyorlar. Yakanın pirinç kasesi dolmak üzere. Omuzlarını yukarıya kaldırınca yağmur suşisi yapmış oluyorlar." İşte tüm roman bu üslupla yazılmış. Fazlası var, eksiği yok. 

21 Ağustos 2023 Pazartesi

"Adam ve Kız" Deniz Erbulak'tan İdeal Aşk.

   230 Sayfa, Orhan Veli'nin "Birdenbire"'sinden yapılan alıntılarla bir güzel ilerliyor. Aslında kitabı alırken ismi nedeniyle biraz gıcık olmuştum. Adam ve Kadın daha güzel olmaz mıydı? Bence olurdu. Neyse. Fakir, kitaba şuradan ulaştı (Kitaplık'a baki selamlar!)
   Sayfalar sona erene dek, baş karakterlerin (aslında yan karakterlerin de) ismini öğrenemiyoruz. Zaten bir önemi yok. 
   Adam, bilgisayar oyunları bağımlısı, Kız (haydi ben de yazarı boşa çıkartmayarak kız diyeyim bari) yaşadığı çevrenin dışına çıkabilmek için (çünkü boğucu o çevre) zorluklarla boğuşuyor. Altlı üstlü oturuyorlar. Bir şekilde yolları kesişiyor. Zahiren farklı dünyaların insanları. Üstelik adam sorunlu karakteri nedeniyle hayatına kimseyi almamaya meyyal. Böyleyken tek başlarına ama birlikte hayatı sürdürmelerinin yolunu bulunca... Neyse konuya girmeyeyim, okumaya hallenenler olabilir. Ancak kitabımız (tabii ki bence) bir edebiyat harikası olmaktan uzak olsa da betimlediği aşkın mümkün olan en güzel tanım olduğunu düşünüyorum. Öneririm yani.

"Şen Denizler" Ahmet Büke'den Denize Yeni Başlayanlara.

 230 sayfa (ama puntolar büyük, satırlar aralıklı) bir günde bitti. Daha önce "Deli İbram Divanı" ile tanıdığım Ahmet Büke; herhalde genç okurlar için alfabetik sırayla denize dair aklına gelenleri madde madde yazmış. Hayatımın önemli bir kısmı denizler üzerinde geçtiğinden bu genelgeçer malumatın içinde bilmediğim yoktur diye düşünerek hata yapmışım. Öğrendim demek iyi bir şey değilmiş, her zaman öğrenilecek bir şeyler olur. Her maddenin sonunda merak sandığı denilen kutucuklarda, o maddeyle ilgili bakılabilecek her türlü (kitap, dergi, sinema filmi, müze) unsur da ihmal edilmemiş. 
   Benimkisi öznel bir değerlendirme. Bir çok maddede beni yıllar öncesine götüren anılar canlandığından pek bir letafet verdi okuması. Yine de denize meraklı çocuklarınız varsa alınıp bir köşede durmalı. 

7 Ağustos 2023 Pazartesi

"Fakir Kene" Birhan Keskin'den Sözler.

   Dört bölüm, 79 sayfa, 19 şiir.

   Kimi seramiğe düşen çay fincanının küçücük kıymıkları gibi sert, kimi yeni yağmış karın üstüne düşen civcivin gıdık tüyü gibi yumuşak dizeler. Büyük şehirlerdeki gürültü teröründen (Hidrofor), sosyal gelir adaletsizliğine (Kardeş Payı (bu pek yardı fakiri)), memlekette kadın olmanın zorluğundan (Anitsayac), memlekette muktedirin karşısında olmanın zorluğuna (Dogmayaydın (bu da hakeza)) neler neler var. 

   Şöyle bir baktım internette var. O yüzden telif sorun olmaz diye düşünüyor ve ilk şiir "Kargo"yu aşağıya yapıştırıyorum. Bu da pek latif.


KARGO

Sana buraya bazı şeyler koyuyorum. Yol boyunca aklında olsun. Lazım olursa açar okursun, Olmazsa da olsun, bir zararı yok burada dursun.

Şuraya bir cümle koydum. Bırak, acımızı birileri duysun. Hem zaten şiir niye var? Dünyanın acısını başkaları da duysun!

Acı mıhlanıp bir kalpte durmasın. Ortada dursun. Olur ya biri eline alır okşar, biri alnından öper. Az unutursun.

Buraya tabiatı koydum. Ağaçları, suyu, ovayı, dağı. Onlar bizim kardeşimiz, çok canın sıkılırsa arada onlarla konuşursun.

Buraya, küçük mutlu güneşler koydum. Günlerimiz karanlık ve çok soğuyor bazı akşamlar, ısınırsın.

Buraya, bir inanç bir inat koydum. Tut ki unuttun, tekrar bak, o inat neyse, sen osun.

Buraya yolun yokuşunu koydum. Bildiğim için yokuşu. Zorlanırsa nefesin, unutma, ciğer kendini en çabuk onaran organ, valla bak, aklında bulunsun.

Buraya umutlu günler koydum. Şimdilik uzak gibi görünüyor, ama kimbilir, birazdan uzanıp dokunursun.

Buraya bir ayna koydum arada önüne geç bak; sen şahane bir okursun. Mesai saatlerinde çaktırmadan şiir okursun. N'olcak ki, bırak patronlar seni kovsun!

Burada bir tutam sabır var. Kendiminkinden kopardım bir parça, (bende çok boldur) lazım oldukça ya sabır ya sabır, dokunursun.

Burada güzel çaylar var. Bu aralar senin için çok önemli. Bitki çayları, kış çayları, şuruplar, kompostolar. Demlersin, maksat midene dostluk olsun.

Şuraya Youtube'dan müzikler, Bach dinle filan, koydum. Ama müzik konusunda sen benden daha iyisin, koklayıp buluyorsun.

Buraya bir silkintiotu koydum. Kırk dert bir arada canına yandığım, kırkına birden deva olsun.

3 Ağustos 2023 Perşembe

"Irina'ya Göre Şeffaflık" Sosyal Medya Distopik Polisiyesi.

   Geçen yılın Şubat sayısında Bilim ve Ütopya dergisinde "Sosyal Distopya" başlıklı bir yazım vardı. İşte bu kitabı o yazıdan önce okumuş olsaydım kesin alıntılar yapardım. 
   Yıl olmuş 2058, internetin daha fazlası olan "ağ" tüm insanların bağlı kaldıkları bir oluşum, herkes her an her şeyini paylaşıyor. Yaşananlar, izlenen filmler, sağlık verileri, cinsel durumlar, kullanılan ilaçlar, harcamalar, gelirler:  Bireye dair hiç gizli bir veri yok . Irina Loubovsky ağ'ı şekillendiren öncüllerden biri, yancısı Camille Lavigne (sokakta Dyna Rogne) bir takım insanlarla tanışır, olaylar gelişir.
   İş Bankası fazla sallapati bilimkurgu basmaz saikiyle aldığım romanımız (275 S.) istediklerimi veremedi. Yazarımız bir dünya ile birlikte bir jargon da yaratmalıyım heyecanı içinde bir çok yeni kelime icat etmiş, bunları hazmetmek zaman alıyor (yok efendim muğlakağcılar, HVBB, IRL, IVL daha neler neler). Bunun getirdiği zorluğu aşmak için çoklu karakterlerin başlarından geçenlerin oluşturduğu bölümler var. Dili akıcı ancak kurgu ve romanın oturduğu ana temel (ki bu da polisiyeye göz kırpmaktadır) biraz aksak kalmış. 
   Yine de; günümüzde dahi sosyal statüyü belirlemede önemli bir faktör olan sosyal medyanın muhtemel gelecekteki hallerini merak eden bilimkurgu seven okura hitap eder. 

2 Ağustos 2023 Çarşamba

"Ba" Adın İçerisindeki Anlam. Birhan Keskin'den Sözler.

   Ağustos'ta ağırlıklı şiir var okumalarımda. Bu günceyi takip etmeye zaman ayıran bir kâriden (Dövüşmediği zamanlar tam bir hanımefendidir kendisi) aldığım öneriyle Sayın Keskin'in şiirlerine kısa bir göz atmak, kendisinin külliyatını okumaya mecbur bıraktı fakiri. 
   Bu risalesinin (ince çünkü, hepi topu 29 inci var) adına anlam verememiştim, ilk sayfaları çevirdiğimde bir aydınlanma geldi. Yunus Emre'nin sözleri aşağıda. Ben aydınlandım, siz de aydınlanın. 
   Yazarımızın işlerinin anlaşılamadığı gibi bir genelgeçer görüş varmış. Olabilir. Ben şiiri anlamaktansa içime dokunmasını seviyorum. Bunun nasıl olduğunu bilemiyorum ama kimi şiirler bir şeyler yapıyor sol memenin altındaki cevahire. Neden oluyor, niçin oluyor anlamlandırması güç. "Dürtme içimdeki narı Üstümde beyaz gömlek var." dizeleri bir yerlere dokunuyor ince ince. 
   Şiirler diğer şeyler gibi okunmuyor, zamana ihtiyaç duyuyor, dinginliğe ihtiyaç duyuluyor, metroda, otobüste, şezlongda ve buna benzer yerlerde hazmedilemiyor. En ideali (bu ahkam tamamen özneldir, herkesin okuması kendine tabii), yatmadan önce zihni bir güzel viledalayıp sayfaları aralamak. Böylesi güzel rüyalar gördürüyor. Ben sevdim, belki siz de seversiniz.
            Cümle âlem gizlidir bir elifte
            Ba dedirtmen bana sonra azarım
                                                                        Yunus Emre