24 Ağustos 2015 Pazartesi

"13 Sins" Her Bünyede Bir Çaki Yatar.

   Akşam kafayı boşaltmak için izlediğim, bittikten sonra beni ters köşeye yatırarak kafa yorduğum filmdir.
Tedaviden Önce
   Borçları hafiften sıkıntı veren (sıhıntı yok beybi !), bebek bekleyen ve düğün hazırlıkları yapan bir nişanlıya sahip, özürlü bir erkek kardeşe (+ sinir ötesi bir babaya) bakmak zorunda olan Elyıtbrindıl (böyle başrol ismi mi olur kardişim ?); tam da işten çıkarıldığı günde (ki o manyak organizasyonun kumpası olduğundan kıllanıyorum) acaip bir telefon alır. Arabasındaki bir sineği öldürmekle başlayan olaylar dizisi gittikçe çetrefilleşir.
   Filmimiz düşük bütçeli. Holivut yapımı. Kast mütevazı (bir tek Ronpörlmın'ı tanıyoruz). Efektler, inandırıcılıktan uzak. Bu bileşenler bir araya geldiğinde pek sıkıcı bir netice ile yüzyüze olduğunu zanneden sinefiller, yanılırlar.
   İzleyenin kültürel arkaplanına bağlı olarak : eğitim eleştirisi de, kapitalizm eleştirisi de, fıtrat (yalınız bu kelimeyi muktedirlerden (özellikle de en kötüsünden) çok daha önce kullanıyor olmamı belirtmek isterim) eleştirisi de içermektedir. 
   Her günahın bir değeri var mıdır ?
   İnsanın içinde gizli bir canavar yatmakta mıdır ? (ki Markveber'i tanımam etmem, ama Doktor Ceykıldan Mistır Hayd'a dönüşümü iyi canlandırmış.)
Tedaviden Sonra
   Para hırsının sonu var mı ?
   Para size neler yaptırabilir ?
   Ne kadar gidebilirsiniz ?
   (kafa yorduğum diğer soruları yazamayacak kadar tembel bir insan olduğumdan burada kesiyorum.)
   gibi soruları soran, cevabı ise (pek polyanna) bir sonla veren güzelcene bir kordeladır.
   Neticede; sabi sübyanla (ve sinema kezbanı tayfayla) zinhar izlenmeyecek, ama kurgusal gerilimden de hoşlanan bir sinefilseniz kaçırmamanız gereken ilginç bir yapımdır.  

16 Ağustos 2015 Pazar

'Sahnenin Dışındakiler" İşgal Altındaki İstanbul'da Ümitsiz Aşk.

   "Biz evvela kelimeleri öğreniriz, sonra yaşadıkça teker teker manalarını..."
   Dönem romanıdır, sıkı okur değilseniz sıkar, 200 sayfa boyunca ne olduğunu anlayamazsınız, o kadar çok karakter vardır ki bir süre sonra kimin kim olduğunu karıştırabilirsiniz, 1950'de tefrika edilmiş, 1973'de basılmıştır, basılmadan Bay Tanpınar kimi tashihler yapmış ama tam olarak bitirememiştir.
   1920'ler İstanbul. Altı yıl önce ayrıldığı şehre dönen Kudret, çocukluk aşkını aramaya koyulur. Konu budur.
   Anadolu'da milli mücadelenin başlangıcı "sahne"dir. İstanbul'da "iki cami arasında beynamaz" olan kitle ise "sahnenin dışındakiler". Tipik bir Tanpınar protagonisti olan Kudret ise, ne milli mücadeleden yana, ne de milli mücadeleye karşı tam bir eyleme yönelmiş; ne çocukluk aşkı Sabiha'yı kaybetmemek için elinden geleni yapabilmiş, ne de Sabiha'dan tam olarak kopabilmiş; yine "iki cami arasında beynamaz" bir gencadamdır. 
   Kahramanın gözünden anlatılarak yazılan romanımız, kimi kurgu kopuklukları, olay örgüsünün bir türlü akmaması, çok fazla ve kimi olmasa da olur karakterlerin varlığı yüzünden zor akmaktadır (onbeş gündür bitirmeye çalışıyorum). 
   Lâkin : (işte bu büyük harfli bir lâkindir) dönemin (ki tasviri gıllıgışlı bir dönemdir) tam bir tanımını yapması, kendine özgü mizahın ölçülü olarak kullanılması (ikinci sayfada mutsuz bir evliliği betimlerken kurduğu "Karı koca senelerce yan yana uzatılmış iki değnek gibi yaşamışlardı" cümlesi beni benden almıştır), bir insanı iki cümlede hem zahiri, hem batıni gözümüzde canlandırıvermesi, kullandığı dilin eski olmasına karşın zihinde hoşluklar oluşturabilmesi (misal : aksülamel, reaksiyondan daha fazla kulağımı okşuyor), tam karamsarlıktan hafakanlar basma evresinden kitabı bırakacağınızı düşünürken yaptığı hoşluklar (misal : Kudret Bey'in burnu faslı (tam beş sayfa)), günümüzde ve gelecekte de muteber olacak tespitler (ki aşağıda biri alıntılanmıştır), okuma eylemini akışına bıraktığınız takdirde bir hayli zamanınıza mal olsa da mümtaz bir okuma keyfi sağlamaktadır (Allam ne uzun cümle yaptım !)
   Kumsalda, otobüste, metroda, tatilde okunacak kitap değildir. Herkesi yatırdıktan sonra, okuma ışığında, gayrı mebzul konyakla okunursa tadından yenmez.
Gömülü resim için kalıcı bağlantı
"Muhafazakar zihniyeti ne kadar iyi anlarım. Onun bir yüzü çok yırtıcı bir didişme ise, öbür yüzü ipin ucunu bir an bıraksanız, sizi nerelere görüteceği belli olmayan şüphedir. Bu şüpheyi dünyanızı değiştirmekteki cesaretsizlik, o güvensizlik besler."

15 Ağustos 2015 Cumartesi

"Housebound" İstisnai Gerilim.

 Yeni Zelanda'dan çıkan (ki sinema konusunda insanı şaşırtan bir coğrafyadır) "perili ev" temalı başlayıp, bambaşka mecralara akan filmdir.
   Asi genç kızımız Kayli, bombastik ve başarısız bir atm soygunundan ötürü (Hüseyin Badem'e selamlar !), annesinin evine sekiz ay sürgüne mahkum olur. Evde bir gariplik vardır. Bu gariplik hayatını kurtaracaktır. 
   İlk yarısında paranormal olaylara yakınlık gösteren filmimiz sonradan meczup katil temasına yöneliyor ve finalde izleyiciyi şaşırtıyor. Bir türlü ölemeyen Vedat Milor replikasının finaldeki halini görünce, sinefil bir acaip oluyor. 
   Yönetmenimiz Jerarcansın, ustaca manevralarla izleyiciyi geriyor (kimi zaman gerim gerim), ince görülmüş gag (ne işim olur gagla) latifelerle gülümsetiyor (Amos, kendisine saplanacak bıçağı katilin elinden alıyor, "ince bu. daha kalın birşey gerek" diyor ya, işte o an katilin yüzündeki ifade (aynen Vedat Milor Dost Ayran içmiş gibicesine)), absürtlüğe varan durumlarla da güldürüyor. Öyle ki final sahnesinde; başka filmde olsa gülünmeyecek yerde izleyici kahkahayı patlatıveriyor.
   Ergenlikten çıkamayan gencin halet-i ruhiyesi de var, çözülmeye çalışan "katil kim" sorusu da, önyargıların saçmalığı da (gaddar komşu) var, çocukluğun çaresizliği (yuucin (adamım yuucin)) de. Velhasıl sıkılmadan izlenecek, gerilecek, gülecek bir 107 dakikanız var. Biz dört kişi bira, fıstıkla izledik, hiç sıkılmadık.
   2014 yılı yapımı bu film, ülkemizde gösterime girmeyecek, DVD'si çıkmayacak, sıradan sinefilin haberi bile olmayacak. Hal böyleyken, günceyi takip edenler bu uzak sinema deneyiminden haberdar olacak ve bir şekilde izlemeye çalışacak . Bunun tek yolu : internet. Böyle bir imkanınız varsa (elbette ki 14 yaşından küçük çocuklarla değil) yakın durum derim.
Haa bir de finalin son üç saniyesi mükemmel !

9 Ağustos 2015 Pazar

"Blind" Sabuncu Dükkanı.

   Sabuncu dükkanı gibi filmdir. Her an algınız değişebilir. Zaman, mekan, kişi nitelendirmeniz İngrid'in hayalgücüne bağlı olarak langadank oynaşır. Oğlan çocukları aniden kız çocuğu olur, konuşulan mekan kafe, otobüs, restoran olur (tek diyalogda), sahnede aniden üç fahişe zuhur eder, kişiler yok olur, ortaya çıkar, tavanlar bir metre uzayabilir. Her şeye hazırlıklı olun yani.
   Görme yetisini kaybeden Ingrid'in, yazdığı satırlara dayanarak ilerleyen filmimiz, ilk yarısını geçinceye kadar "kahrolsun erkekler" formunda ilerlerken, yavaştan altımızdaki zemin iyice çekilerek "zavallı erkekler" moduna giriyoruz. Ama bu girizgah, zor girizgah. Küçük detaylara dikkat etmezseniz (Einar'ın plaklarıyla, Ingrid'in plaklarının aynı olması gibi) nerenin gerçek, nerenin kurgu olduğunu karıştırabilirsiniz.
   Körlük gibi rahatça duygusal istismara açık bir olguyu, iskandinav bakış açısından (genellikle de cinsel olarak) irdeleyen, duygusala bağlamadan kimi absürd sahnelerle kimi zaman da gülümsetmeyi başaran, sonu ile de insanı iyice gülümseten bir filmdir, pelikulamız. Bizde Altın Laleyi kapmış, komşuda "en iyi görüntü" ödülünü almış. Bunun yanısıra ciddi festivallerde de 13 ödülü toparlamıştır.
   Hiç sıkılmadan izledim. Sevdiceğim de izledi (ki benim için önemli kriterdir). Holivut filmlerinden sıkılan sinefile; buzlu, dereotlu, hıyarı iricene doğranmış cacık gibidir bu esmeyen sıcaklarda.
   Yalnız ailecek izlemeyi düşünüyorsanız 15 dakika sardıktan sonra izleyin.

7 Ağustos 2015 Cuma

"Demir Dövme Öyküleri" Demir Efendi Tavında Dövülüyor.

   Şovalye Antonius Block Azrail ile satranç oynarken, Çankırılı Hadım Demir Efendi tavla atıp çay içmeyi tercih etmektedir (bu kapak ile İngmar Bergman'ın kemikleri, langırt tutamakları gibi dingildemekte midir ? İşte bunu bilememekteyiz.(kuvvetle muhtemel dingildemektedir))
   Fakir gibi korku edebiyatına meraklıysanız, üstelik yurdum insanıyla kurtadamların, vampirlerin, alkarılarının (ecnebi buugimen'i), şahmaranın (ki batı edebiyatında yoktur işte bu muhteşem figür), nasıl hemhal olabileceğini merak edenlerin yakın durması gerekli kitaptır. 
   Fazla söze gerek yok, arka kapak özetliyor okuyacaklarınızı.
   "Şunu bilin ki biraderim, kabaran işsizliğin Anadolu'yu ve onun görkemli köylerini yutmasından hemen sonra Alamanya'da o güne dek görülmemiş bir çağ başlamıştı. Gurbetçilerin oğullarının doğduğu bu çağda, Alamancı sayısı gökteki yıldızların mavi pırıltıları kadar dağınık fakat belirgindi. İşte bu sarılarda  Çankırı'lı Demir geldi. Demir bilekli, elinden kaporta çekicini ve çayını hiç bırakmayan bu hafif kel, bıyıklı, göbekli hadım, tüm ecinnileri ve cigara izmaritlerini kunduralı ayağının altında çiğnemek istiyordu."
   Çizgiroman müptelaları, bu cümlenin Kimmeryalı Konan'ın alameti farikası tanımı olduğunu şıpınişi anlayacaktır. 
   Bay Başekim, Hayal-Et Hikayelerindeki Çankırılı Hadım Demir Efendi'ye bir kitapçık yazarak daha da bir ete kemiğe büründürmüş, üstelik bu etler ve kemikler hayli hırpalanıyor. 
   Yedi bölümlü, ikiyüz sayfalık novellamız sular seller gibi akmakta, dört saatlik bir yolculukta bitivermektedir. Nedir : tatil dönemlerinde, kıçınıza kumlar kaçarken (Allam niye Patara'da kitap okuyorum ?), sivrisinekler açıkta kalan heryerinizi vakumlarken (ne işim vardı Gökova'da, Akyaka'da ?), ruskiler aşırı gürültüden beyninizi yakarken (niçin geldim Antalya'ya ?), rutubetten solungaçlarınız çıkıyor gibi hissederken (bir de Alanya'nın havası iyi demişlerdi), rüzgar sayfaları savurduğu için kitabı takip edemezken (şu Bozcaada'nın rüzgarı bitmeyecek mi ?) dahi kolaylıkla okunabilir (tatile gidemedim ya, cigere mundar diyorum). 
   İletişim yayınlarını, bu edebiyatın yolunu açtığı için kutluyorum. Bay Başekim'e de cesur kalemi için şakşaklar gönderirken, büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öperek sahneden çekiliyorum.

4 Ağustos 2015 Salı

"Mahalleden Arkadaşlar" 90'larda Çocuk Olmak.

   Yok arkadaş, yaşlanmışız !.. Yazma hassam olsa 80'ler ve hatta 70'lerde çocuk olmayı yazacak kıvama gelmişim. Elin adamı (Bay Aydemir) 90'larda çocuk olmayı yazmış, pek de şükela olmuş.
   Dost tavsiyesiyle alıp okuduğum, başlamamla bitirmemin bir olduğu (İstanbul-Kavala arası otobüs yolculuğunda biter gibi olup Taşoz feribotunda nihayete ermek), okumalara doyamadığım, gecenin bir yarısı kıkır kıkır gülmekten uyuyan otübüs yolcularını taciz ettiğim, sadece 222 sayfa olmasına çok bozulduğum kitaptır.
   Bay Aydemir, televizyon ve sinemada güzel reyting/gişe yapmış işlerin senaristi. Kendi adıma (kızımın zoruyla da olsa) "Kardeş Payı"nın kimi bölümlerini izlemişliğim vardır. İşte o işi yapan kafanın nasıl bir kafa olduğunu anlamanın yolu kitabımızı okumaktan geçer.
   Bir kere girizgah, ciğerime çengeli attı. Ferhan Şensoy kitaplarına olan iptilaya aşina bir bünyem var çünkü. Sonrasında, ilk sayfadan başlayarak bir elinden bırakamama durumu oldu. Hayır okuma maymunluğumu da biliyorum. Biliyorum ki net beş saatte bitecek. Adam olan kişi bunun sündüre sündüre okur bir haftaya yayar. Olmuyur kardişim. Başlayınca biten bir yapısı var. En son "Darağacında Üç Fidan"ı okumaya başlayan ve hala bitiremeyen sevdiceğim bile (4 sene önce başladı) üç günde bitirdi bu kitabı. O derece !..
   Olaylar mahallede geçiyor. Mahallelerin yavaştan yok olmaya başladığı zamanlarda. İlk satırlardan itibaren, mekanı, zamanı, kişilikleri net bir şekilde muhayyilede canlandırıyorsunuz. Üstelik bunu dokuz yaşındaki bir çocuğun gözünden yapıyorsunuz. Birinci bölümün sonunda çeteye dahil oluyor, sonuncu bölümün sonunda çeteden ayrılıyorsunuz. 
   Öyle subliminal, maxliminal (var mı böyle bir şey ?) mesajlar, durup düşünülecek paragraflar, çıkarılacak dersler yok. Fırlama bir naiflikte yazılmış süpersonik bir durum komedisi var. 30'lu yaşlarını geçmiş her kâri kitapta kendinden bir şey bulacaktır. Bünyede azıcık da olsa humor barındıran insan, gülümseyerek, kıkırdayarak okuyacaktır.
    Altı ay geçsin, bir kez daha okuyacağım.
   Fiyatı 15 TL. Geliri Koruncuk Vakfı'na bağışlanıyor. Bu minvalde, satın almalı, korsana (zinhar) yanaşmamalı, okunmalı, okumayanlar da kibar bir şekilde uyarılmalıdır.
   Bakınız kibarca uyarıyorum, alınız okuyunuz.
Kendimce şöyle de bir güzelleme yapayım : 
Ferhan Şensoy kitapları kaymaklı ekmek kadayıfıysa, bu kitap da en azından şöyle gülsuyu, narı, cevizi yerinde, iç ferahlatan bir güllaçtır.

2 Ağustos 2015 Pazar

"Mission Impossible Rogue Nation" Bi yaşlan adam !

   Çinli Alibaba Production'ın yapımcılığını yaptığı filmdir. Ne biliyim, standart holivut işi bir filmin başında "Alibaba Prodakşın sunar" ibaresi ile karşılaşınca bünyede bir hoşluk yarattı. Bilmeyenlere ilginç gelecek bir bilgi : Arnavutluk'ta Alibaba, hırsız demektir.
   Filmimiz, beklenen frekansta gerçekleşiyor. Görevimiz tehlike ekibine kumpas kuran sendika diye bir oluşum, bunlara nal toplatıyor. Kendilerine düşman yaratmakta güçlük çekmeyen holivut, bu kez sistemin içinden bir düşman yaratıp, ona karşı oynamayı seçmiş. İşleyiş beylik, senaryo beylik (ki akılbali insanın havsalasına sığmaz), oyunculuklar beylik, velhasıl beylik bir görevimiz tehlike filmi.
   53 yaşına gelmesine karşın, uçakların dışına tutunarak kalkışa hallenen, dizlik giymeden reysing motorda virajlara yamulan, oksijensiz kalarak ölen İitınhovk, kötü adamları cam kafeslere mahkum ediyor. Ha bu arada ölüp dirildikten hemen sonra derhal bir kovalamaya kalkıştığında birazcık başı döner gibi oluyor ama o kadarı bizde bile oluyor. 
   Havalar sıcak, esmiyor. Akşam evde oturup şıpır şıpır terleyeceğinize, şehir fırsatlarını kovalayarak ucuz bilet bulduğunuzda, şöyle ikibuçuk saat serin serin aksiyon izleyip, zihni resetlemek, çıktığınızda ise hemen unutulacak bir film izlemek isteyenlere öneririm. Gerçek sinefiller sevmez, ama zamanı ezmek için bu da bir alternatif.