30 Ekim 2016 Pazar

"Hunt for the Wilder People" Yeni Zelanda'dan bir tat bir doku.

    Soyadı (LC si olmadan) bir giyim markasını andıran Yeni Zelanda'lı bu yönetmen beyin filmlerini izlemeye "Boy" ile başlamış ve bir tat yakalamış idik. Duyduk ki Marvıl "Thor" serisinin üçüncü filmini de Bay Taika Waititi'ye emanet etmiş (du bakali nolecek ?). 
   Eksende yine bir çocukceğiz var (bu kez hafiften arızalı). Koruyucu ailenin yanına yerleştirilen eleman bir süre sonra çeşitli nedenlerden ötürü sistemden kaçar.
   Düz sinefil için sadece Semneyıl var kastta bildik (ne biçim cümle bu !). Ama kendisi cuk oturmuş role. Benim için Bella'daki Rima Te Wiata bombastiktir ama (hani Housebound'dan biliyoruz ve orada da şükelaydı). Kopili tanımıyorum ama iyi oynamış. 
   Bittikten sonra hem gülümsetebiliyor, hem düşündürebiliyor. Müzikler güzel, kast bilindik değil ama kesinlikle çok iyi (hele o avcı grup beni benden almıştır), ilk başlarda derli toplu ilerleyen kurgu, ortanın sonlarında dağıtmaya başlıyor ama sonlara doğru toparlıyor. Şöyle ikinciye izlense, alt mesajlar da daha temiz anlaşılır ama ikinciye izlenmeye bilinir de.
   Yerinizde olsam izlerim, pişman da olmam.

"Aslan Asker Şvayk" Eskimez !...

   Dile kolay, otuz küsur yıl önce okumuşum Şvayk'ı. O zaman tabi "gençlik başımda duman". Kim çevirmiş, hangi yayınevi basmış hiç hatırlamıyorum. Hatırladığım : kitap iki ciltti ben birincisini sahaftan tesadüfen almış, yutarcasına okumuş sonra Beyazıt çınaraltında (o zaman kitap satılıyordu oralarda (bildiğiniz okumalık kitap) bakmayın son yıllarda ders kitapları, kırtasiye, ıvır zıvır satıldığına (acaba Hüseyin Avni Dede hala tezgah açıyor mudur orada?)) fellik fellik ikinci ciltini aramıştım. Bulunca da bayram edip onu da bir hamlede bitirmiş, olmadığı halde üçüncü cildi aramıştım bir süre (cahiliz o zaman (en azından şimdikinden daha cahiliz)).
Heykel, Şvayk'ın
   Şvayk, kendi halinde, sokak köpeklerini cins köpek olarak satan (!), romatizmalı, düz bir insanken I.Dünya Savaşı çıkar. Şvayk; Aslan Asker Şvayk olur. Konu budur. Ama konu başkadır. Nedir : Bayan Haşek'in derbeder oğlu (neden derbeder ? bakın bakalım biyografisine, sonra da Şvayk'la olan benzerliklerinin üstüne kafa yorun (yetmezse çağdaşı ve hemşehrisi Kafka ile nerelerde ayrıştıklarını irdeleyin)) Yaroşlav; altı cilt olarak tamamlamayı planlayıp elde olmayan nedenler (çünkü dördüncü ciltte tüberkülozdan ölmüştür) yüzünden dört cilt olarak yazabildiği bu satirik eserde, devlete, bürokrasiye, kırtasiyeye, düzene, kubur suratlılara, memur zihniyetine keyifli keyifli giydirmektedir. 
  Fakir 28 sene üniforma giydi (şimdi düşünüyorum : ne akla giydi ?). Kitaptaki tiplemelerin birçoğunun kanlı canlı insan formlarını gerçekten tanıdı (var yani böyleleri). Acaba ondan mı bu kadar çok sevmem. Ama hayır, kitabı okuyan ne kadar tanıdığım varsa (hiçbiri de asker değil), çok sevmişler. Hımmm bunun başka bir nedeni olması gerek. 
   Acizane fikrim, Şvayk'ın tatlı tatlı dalga geçtiği, inceden giydirdiği tüm kavramların; yaşamımızda pek acı bir şekilde zuhur etmesi. Haliyle; kıl kaptığımız, huylandığımız, gıcık olduğumuz, sevmediğimiz (ve fakat illa ki yokolmayan, yokedilebilemez !) değerlerin (üstelik de geri zekalı olduğunu alenen beyan eden) Şvayk tarafından şımşıkırdak giydirilmesi hoşumuza gidiyor. 
   Kitap uzun. İlk ikiyüz sayfadan sonrası bir takım kendini tekrarlara giriyor (Şvayk'ın her vakaya bir anı eklemesi kimilerini sıkabilir). Kurgu pek yavaş ilerliyor. Ama Yozeflada'nın çizimleri ve Celal Üster'in pırıl pırıl tercümesi (ki burada kendisini canı gönülden alkışlıyorum, çok iyi iş çıkarmış (kendisinin yazdığı önsözü de pas geçmemeli (bu arada Haşek'in ikinci ciltten önceki önsöz de muhakkak okunmalı ve Can Yücel'in mahkemede hakime söylediği "Hakim Bey ! bizde g.te, g.t derler." veciz sözünü hatırlamak farzdır) Manallahım parantezlerde rekora gidiyorum ve hangisini kapatacağım bilemiyorum (dur şöyle yapayım))))))) kitabımızı sular seller gibi havalandırıyor. 
   Gençken okuyup katıla katıla gülmüş iken, yarım asırı devirdikten sonra acı acı gülüyor insan. Ama olsun, gülüyor neticede. Okuyun, gülerken beni hatırlarsınız.
Haşek'in biyografisini atlamayın, romanları gibi yaşamış.

12 Ekim 2016 Çarşamba

"The Shallows" Mücadeleci Amerikan Kadını, Obsesif Köpekbalığına Karşı !

   Ne zamandır denizli, balıklı film izlemediğimi idrak edip, başına oturduğum filmdir. 
   Bir buçuk saatten az, korku değil gerilim olarak nitelendirilebilir (korkunç sahneleri yok, geren sahneler var), çekimler güzel, bayan layvlinin kaidesi sukuatlı, müzik idare eder, CGI'lar vasataltı, hiç sıkmıyor, çabucak bitiveriyor. İzlenmez mi ? İzlenir.
   Ama frontal lobu hiç çalıştırmayacak bütün işi beyinciğe bırakacak, kendinizi holivutun krek kafasına teslim edeceksiniz (senin de hoşuna gidecek yavrum !). 
   Nedir : film boyunca kötü, takıntılı bir köpekbalığını izliyoruz. Oysa bu sıfatlar yeryüzünde ancak insan türü için geçerli. Hayvanların dünyasında kötülük, iyilik, niyet, plan, hoşgörü, kin gibi olguların yeri yok. Tamamen içgüdüler ve uyaranlar var. Uyarılırlarsa içgüdüsel olarak zarar verirler. Yoksa sizinle hiç işi olmaz yanıbaşında kocaman balina leşi olan köpekbalığının. Geçen yıllarda iyice doyurulduktan sonra köpekbalıklarının (hem de bayağı irice olanların) çevresinde dalış yapan dalgıçları izleyip imrenmiştim. 

   Holivut, taa cavs döneminden beri "korkulacak düşman" üretmeye devam ediyor. Piranha, karınca, örümcek, uzaylı, uzaylı palyaço (şaka değil) her türlü düşman; havsalaya sığsın sığmasın üretilir, pazarlanır ve satılır. Uğurböceğinden daha zararlı olmayan (hatta daha faydalı olan) örümceklerden bu yüzden korkarız. Her bayramda Amerikanın Irak işgalinde kaybettiğinden daha fazla can kaybı vermemiz, denizlerimizde hiç görülmeyen piranhalardan korkmamıza engel değildir. Kimse trafik kazalarının filmini çekmez (aslında ne güzel korku filmi olurdu şöyle Spiilbergin Düellosu tarzında), çünkü çekerlerse millet kalabalık trafiğe çıkmaz, kaynağından kesilen vergi gelirleri düşer. Bırakınız kitleler, tek tipleşmekten, sömürülmekten, hissizleşmekten, yabancılaşmaktan korkmasın. Ottan boktan korkmaları daha iyidir.
   Böyle düşünürseniz izlemeyin. Ama haftaarası biraz kafa dağıtayım falan diyorsanız, koltuğunuz sırabaşının üç gerisi efendim (elimde elfeneri var ! (artık yok değil mi onlar ?)).

2 Ekim 2016 Pazar

"Bayan Peregrine'in Tuhaf Çocukları" Ortaya Karışık !

    Olağanüstü nitelikleri olan çocuklardan mürekkep bir okul. (yanıldınız. Müdürü Prof.Çarlshavier değil).
   24 saatin hep baştan alındığı bir döngü (yine yanıldınız Groundhog Day değil).
   Geminin burnunda yakınlaşan gençler (hayır Titanic de değil).
   Okula saldıran kötücül yaratıklar (evvet okul da bir Hogwards değil). 
   Çatıda gezen gölgeler de Grabbers'dan intihal midir bilemiyorum. Nedir : ortaya karışık, herkesi cezbedebilecek, tüm klişelerin kullanıldığı bir senaryodur.
   Timbörtın bu kez hem sisli hem güneşli sahneler çekmiş. Ancak asla bir Edward Makaseller yahut Uykulu Kovuk değil. Tamam kendisinin dokunuşları bazen görünüyor (harabe bina, gölge tasavvurları vs.) ancak kordelamız genel olarak bütünsel bir Timbörtın atmosferinden uzak.
   Çocuk filmi değil (bkz. kötücül yaratıkların resmi), korku filmi değil (çünkü korkmuyorsunuz), nereye koyacağımı bilemedim. Yalnız, izlerken (ilk yarının sonlarına doğru uykumun gelmesini sarfınazar edersek) sıkmıyor, öyle akıp gidiyor. Bunda fazla abartılı olmayan üç buutlu siciiay efektlerinin etkisi büyük. Çocukların tümü de fazla ünlü değiller ve işlerini güzelce yapmışlar (bir tek Hayden Keeler-Stone'un büyümüş de küçülmüş bir hali vardı, o çehreyle ilginç bir aktör olabilirmiş gibi geldi). Evagriiin yeşil yeşil, ateşli bakışlar fırlatıyor ters taklalarla mavi kuş oluyor, Semyılceksın : kötü adam. Elini sallayınca balta yapıyor (ha bu arada baltayla kapı kırma da The Shining'den intihal) tamam ama yine de geyik çevrilebilir bir kötü adam resmi çiziyor. 
   Kafayı senaryodaki aksaklıklara ve garipliklere takmazsanız (zaman atlamaları konusunda ciddi karışıklıklar var ve çözüme pek alengirli ulaşılıyor (misal : göreni taş yapan ikizleriniz var ve bunu kötülere karşı kullanmıyorsunuz (Tolkien de kartalları kullanmamıştı mesela)) haftasonu kafa dağıtılacak filmdir. Ama tipik bir Timbörtın filmi değildir ve bitince düşündüren filmlerden asla değildir.