22 Nisan 2018 Pazar

"Hostiles" Amaçsız Western !

   Aman dedim "Kırişçınbeyl var. Vessutudi var (yüz ifadesi (özellikle ağız yapısı) pek hoştur). Rozamundpayk var (pek latif hatunkişisidir). Hemi de western. Yönetmenin önceki işleri de güzel (Crazy Hearth, Out of the Furnace, Black Mass) Kaçırmayayım bari gerçekçi bir kovboy filmi izlerim dedim. Yanlış yapmışım. 
   Helbet (helbet !) türün meraklıları seveceklerdir. Ayakları yere basan (bilmem öyle mi ?), iyi işlenmiş (zenaatı sağlam), düz sinefil için sonuna kadar akan bir filmdir. 
   Bünye arızalı olunca sorular soruyor ama kendi kendine. Yok "o kadar gaddar bir kızılderili düşmanı ne oldu da sevgi kelebeğine döndü ?", yok "bu dönüşümün kırılma noktası neydi ?", "kendi halinde yemek yiyen kızılderilileri görünce çığlıklar salan mağdure, bir sonraki sahnede nasıl olup da onlarla yarenliğe girişti ?" falan diye. 
   Böyle sorularla zihninizi meşgul etmeyecekseniz izleyin. Yoksa uzak durun !

21 Nisan 2018 Cumartesi

"Broca'nın Beyni" Carl Sagan'dan Bilime Dair.

   Paul Broca; beyin cerrahisinin mimarı. Carl Sagan bir müzenin ürkütücü dehlizlerinde (herkesin girmesinin mümkün olmadığı karanlık yerlerde) Broca'nın beynini bir kavanozda görüyor ve kitabın ismi çıkıyor.
   Kitapta 25 yazı var. Bilim şarlatanları, Velikovski'nin Sayıklamaları, Satürn'ün (atmosferi bilebildiğimiz kadarıyla bizimkine en yakın yer) Titan'ı (tam da okurken aynı adlı bir netflix filmi izlemem pek hoş bir tevafuk oldu (tevafukun kötüsü olmaz arakolpa !)), gökcisimlerine nasıl isim verildiği, bilimkurgu adına kişisel bir görüş, robotlar, dünya dışı zeka, amniyotik evren (ki bu makale pek ilgimi çekti) ve daha neler neler.
   Bay Sagan; bilimin geniş kitlelere ulaşmasında önemli bir isim. Burada da misyonunu yerine getiriyor ve düz insana bilimin aslında ne kadar muhteşem bir oluşum olduğunu başarıyla aktarıyor. Kendisi astrofizikçi olması hasebiyle getirdiği örnekler genellikle evrenin (göreceli olarak) bize oldukça uzak mesafelerden oluyor. Bazı teknik paragrafları hızlıca okudum (şöyle bir bakıvermek) ancak genel ekseni oluşturan yerlerin altını üstünü çizerek, notlar alarak bitirdim kitabı. 
   Gökyüzüne bakanlar, bilim sevdalıları ıskalamasınlar...

"Isle of Dogs" Wes Anderson'dan Hayırsızada !

   Bayan Anderson'un sevgili oğlu Bay Wes'in hastasıyız ! Kanlı canlı yaptığı filmler kadar stop-motion çektiği canlandırma filmleri de candır (Bkz.Fantastic Mr.Fox) Bu da öyle...
  Durduk yerde çıkarılan uyduruk bir hastalık yüzünden bir şehrin adaya hapsettiği tüm köpekler içinde, köpeğinin peşine düşen oniki yaşındaki Atari'nin hikayesi. Atari başrolde değil aslında (konuştukları anlaşılmıyor). Köpekler başrolde. 
   Berlin'de Gümüşayı almışlığı, IMDB'de 17.000 kişiden 8.2 puanı var. Bunlar hep sübjektif değerlendirmeler tabiy ki. Fakir hissettiklerine bakar. 
   Bay Anderson'ın filmlerinin görsel ve duyusal olarak ayrı bir parmak izi vardır. İzleyici, ilk beş dakikadan itibaren (eğer iyi bir sinefilse) "hımm bu bir vesendırsın filmidir" der. Sekanslarda, kurguda, renklerde ve elbette senaryoda yönetmenin kimliği apaşikardır. Bir yandan filmi izlersiniz, üst benlik şöyle bir rahatlar (oh ! herşeyi yönetmen yapmaktadır), altbenlik renklere, simetriye dalar, film biter yazılar çıkar, mutlusunuzdur. Sonra düşünme safhası belirir (sadece rahatsız bünyeler için (bkz.bendeniz)). Şurada ne demek istedi acaba ? Oradaki karakter kimi simgeliyordu ? vs.vs. (arakolpa'da sorular bitmez). 
   Bu filmde de kâh gülüyoruz (çokça) kah gözlerimiz buğulanıyor (ancak köpek sahipleri ulaşabilir bu hissiyata). Üzerinde çok (pek çok) emek var. O sahnelere ulaşmak ciddi bir sabır ve feraset gerektiriyor. Seslendirme şükela (sıkarletyohansın da var, yokoono da (hiç hazzetmem kendilerinden)). Müzikler, kurgu, senaryo çizgi üstü (dış mihraklara pek güldüm).
   İlginç günler yaşıyoruz. Beyin resetlenmeye (ne işim olur resetlenmeyle !) sıfırlanmaya ihtiyaç duyuyor. O yüzden gittim, gördüm, sıfırlandım. Size de öneririm.

10 Nisan 2018 Salı

"Loveless" Zavallı Alyoşa !

  Zenya ve Boris, boşandıklarında Alyoşa'yı kimin alacağı (hiçbiri Alyoşa'yı istememektedir) konulu yüksek sesli bir tartışma (neredeyse kavga) yaparken, yan odada Alyoşa sessizce ama çok şiddetli ağlamaktadır.
   Daha önce "Leviathan"da şapka çıkarttığım ve soyadını bir türlü okuyup yazamadığım Bay Andre; beklenen frekansı gerçekleştirip sessiz sedasız ama bir o kadar vurucu bir film yapmış. Boris kızılcık sopası, Zenya ise meşe odunu ile dövülmesi gereken karakterler. Bununla birlikte (bilmem Rus toplumuna özgü müdür yoksa artık modern cessur yeni dünyanın tüm bireyleri yavaştan bu modellere mi benzemektedir ?) örneklenen modellerden çok azı (sivil arama ekibi hariç) sevgi ile rabıtalı. Boris'in yeni sevgilisi, Zenya'nın annesi, herkes bir sevgi yoksunluğu içinde. Tüm bu kast içinde elbette ki başı Boris ve Zenya çekiyor. Sadece sonlara yakın çarpıcı bir sahnede azıcık insana benzediler (morg sahnesi (ki inşallah düşündüğüm gibi değildir (öyleyse çok fena))) ya da insanlıktan iyice çıktılar. 
   İki saatten fazla (2s7d), hiç aksiyon yok, hiç can sıkmıyor, dehşete düşerek izliyorsunuz (korku filmi değil, dehşet, haşyet filmi adeta). Umarım oraya evrilmeyiz. 
   Sinefiller, iyi film sevenler kaçırmasın...
HAMİŞ : Yönetmenin diğer filmlerinden daha fazla çıplaklık ve cinsel ilişki sahnesi var. Sevginin yerine cinselliğin ikamesi fikrini vurgulamak için kasıtlı konulmuştur, değildir bilemem. Sabi sübyanla izlerken sıkılabilirsiniz.

9 Nisan 2018 Pazartesi

"Uyku" Murakami'den "Insomnia"

   "Uyuyamıyorum ! Tam onyedi gün oldu" diye başlıyor Murakami'nin "Uyku"su. Adıyla tezat olacak ancak eksende uykusuzluk var. Uyuyamama, ancak verimli bir uykusuzluk hali. Kahramanımız, ortalama bir hayatı olan ortalama bir kadın. Her nasılsa eşi ve çocuğu ile arasında organik ve idari bir bağdan fazlası yok. Her nedense aklıma bir önceki kitaptaki Hacime geldi. O da günlük yaşantısından daha başka bir şeydi. Onu; sanki bir ekranın ardından hayatını idare ediyormuş hissine çeken aşksızlıktı. Uyku'da ise kahramanımız, evlenmeden önceki hayatını iktisaba çalışıyor. Kitap okuyor (hem de nasıl), brendi (ve sair müskirat) tüketiyor, çikolata (ve tüm şekerleri) yiyiyor, şehri geziyor. Neden : çünkü bir kabus görmüştür ve artık uyuma gereği duymamaktadır.
   E-kitap olarak okumaya başladım. Du bakali n'olecek ? diyene kadar bitiverdi. Nedir : sadece 90 sayfadır. Pattadanak biter. "Bir buklecik Murakami" şeklinde özetleniverecek bir hikayeciktir. Hızlı trende Eskişehir-Ankara arasında biter. Arada güzel illüstrasyonlar (ne işim olur illüstrasyonla) çizimler (Artist : Kat Menschik) vardır. Uzun bakınca yazılanları daha güzel anlatma gibi bir işlevleri var. Garaip finali için ipucu verebilecek olan kâri, fakiri mutlu edecektir (ben bir şey anlayamadım çünkü). 

8 Nisan 2018 Pazar

Kahraman Esnaf Kapitalizme Karşı !

   Bu ağ güncesinde reklam tanıtım yok !
   Bazen gugıl efendi hazretleri diyor "bak sayfana reklam alalım, bazen (mucize kabilinden) sayfanı çok insan okuyor. Sen de kazan, biz de kazanalım". Hiç işim olmaz. Neyse.
   Bu kez anti-kapitalist çizgimden dışarı çıkıp bir reklam yapıciiim.
   Pahalı satılan ve çok ucuza maledilen ünlü spor ayakkabısı modellerinden kullanmışsınızdır. Bunlar her seferinde bağları çözülmeden çıkarılıp, bağlı şekilde giyildiklerinden önce topuk kısmının iç taraflarından deformasyona uğrarlar. Arka iç kısmının yıpranmadığı ayakkabılardan pek az gördüm. Ayakkabıyı iki ay kullanıyorsunuz, üçüncü ayda arka süngerleri paralanıyor. E misafirliğe gidiyorsunuz, ayakkabıyı çıkarınca arkalarının paralandığı görülüyor. Hoş değil. Ayrıca yürürken arkadaki plastikleri can yakıyor. Ne yapıyoruz. Başka yerleri yepyeni olduğu halde ayakkabıyı ıskartaya çıkarıyoruz.
   Yanlış !
   Ankara'da yaşayanlar bu ayakkabıyı burayı tıklayınca yerini görebileceğiniz İlhami Usta'ya götürüyorlar. İlhami usta, makul bir fiyata ayakkabınızın iç topuk kısmını şükela bir şekilde onarıyor (yukarıya da tamirden yeni çıkmış bir ayakkabının fotografisini koydum ki, inanılırlığım artsın). Güle güle, iyice eskiyene kadar kullanıyorsunuz. Kardeşim sayesinde keşfettiğim İlhami Usta, işini iyi yapan, güleryüzlü, elbette reklamı olmayan, "kullan-at" çağında yaşadığımız bugünlerde "onar-kullan" mottosunu seçenlerin tercih edecekleri bir esnaf. Önümüzdeki yazdan itibaren ekonomik açıdan sıkıntılı günlere yelken açmış olduğumuz bu günlerde, böylesi önerileri değerlendirmeniz menfaatinize olacaktır.
   Ayrıca : geçen hafta verdiğimiz bir işi henüz yapamamış. Öyle çok önemli değildi ama 25 km. yol yapmıştım ayakkabıları almak için. Bir de ayakkabılar taa Kıbrıs'ta okuyan kızıcığıma gidecek. Üzüldüm. Bu gün Pazar. Telefon çaldı. İlhami Usta, tamir ettiği ayakkabıları evimizin yakınına getirmiş. Nasıl mütehassis oldum, anlatamam. Böyle de işine, müşterisine saygısı olan bir esnaf (yok artık böyle esnaf eskisi gibi, kıymetini bilmeli). 
   Kıssadan hisse : para kolay kazanılmıyor, tamirata önem vermek gerek. İşini iyi yapan esnafı arayıp, bulup, iş yapmak gerek. Haydi bereketli günler...

"Gerçek Kesit: Manyak" Görmez Olaydım Dedirten Onur Ünlü Filmi.

 Onur Ünlü filmlerini seviyorum, sinemada izliyorum (bir tek "Sen Aydınlatırsın Geceyi"yi izleyememiştim, çünkü sinemalarda gösterilmemişti (Cingöz Recai'yi bile izledim (o derece yani !))). Bu filmini de gösterime girdiği zaman gördüm. Aradan zaman geçti, burada yazamadım, yazmak istemedim. Elim klavyeye gitmedi. Çünkü beğenemedim, hiç beğenemedim. 
   Rıza (baskın anne figürlü hayatında) kendi halinde bir adam. Gelgitleri var. Rıza yavaştan delirir (arada Perihan Savaş ve yüzü karartılan şahitler yorumlar yaparlar), yazılar çıkar, film biter. İzleyici koşarak uzaklaşır. Hiçkok göndermeleri, arada beliriveren "aaa bu da mı bu filmdeymiş !" denen karakterler (Metin Üstündağ, Sırrı Süreyya Önder ve daha kimler kimler), Onur Ünlü mizahı (var öyle bir şey !) filmin genelini kurtaramıyor. Yahut ben filmden kâm alacak denli olmadım. Bilemiyorum Altan.
   Bu kadar...

7 Nisan 2018 Cumartesi

"Sınırın Güneyinde Güneşin Batısında" Standart Murakami !

   Ne zamandır boşlamışım Murakami'yi. Büyülü Gerçeklik de fazla gelecekti. Sınırın Güneyinde, Güneşin Batışında iyi bir seçim olur dedim. İyi de oldu.
   Hacime'nin (Protagonistin (ne işim olur protagonistle !) esas oğlanın adı Halime'yi andırıyor, şaşırmayalım) süpersonik bir hayatı vardır. İki caz kulübü, sevdiği bir karısı, iki çocuğu, iyi bir geliri, düşeş ihaleler peşinde (ve onu da bundan sebeplendiren (bir nevi havuz müteahhiti)) bir kaimpederi, daha neler. Hacime bu (zahiren) her şeyin yerli yerine oturmuş hayatında ciddi bir boşluk hissetmektedir. Derken çocukluk aşkıyla karşılaşır, olaylar gelişir.
   Standart Murakami romanı. İlk paragrafı bitirince sonuna varıncaya kadar zaman akıp gidiyor. Yine, müzik (caz olanından), günlük rutin, yemek tarifleri, arada güzel tespitler, aforizma adayları gırla gidiyor. Yalnızca romanın genelinde verilmek istenen ana fikrin (aşksız hayat ah ne bayat !) finali okura mı bırakılmıştır, yahut bağlanmış mıdır ? Bunu tam çözemedim. Çözenler fakiri aydınlatsalar pek güzel olur.
   Bir (bilemediniz iki) günde, otobüsle Ankara-İstanbul-Ankara rotasında bitebilecek bir romandır. Aşık olduysanız, aşıksanız daha da bir ilgiyle okursunuz.

1 Nisan 2018 Pazar

"Azil" Dahilikle Delilik Arasında.

   Üç yaşında kendini kapatan Asil, bir gün açılır. Asil deli midir, dahi midir ? bilememekteyizdir. Olaylar gelişir. 
   216 sayfa. Çok yorucu (400 sayfa gibi geldi bana). Aforizmalar, tespitler gırla. Ancak eylemsiz cümleler o kadar fazlaydı ki, anlamaya anlamlandırmaya çalışırken hafakanlar bastı. Bazı yerleri pas geçtiğimi söylemeliyim (kimbilir ne hikmetler kaçırdım ?).  Ben Bay Günday eserlerine alışmaya çalışmaktayım ki, araya bu kitabı sıkıştırdığıma pişmanım.