23 Ekim 2022 Pazar

"Kelime Müzesi" Ankara'da Gidilecek Yerler.

 27 Eylül 2022'de Ankara'da "Kelime Müzesi" açıldı. Oksimoron gibi dursa da, önündeki kuyruğu gördüğünüzde (misal Anadolu Medeniyetleri Müzesinde böyle bir kuyruk göremezsiniz) "hımm ne var ki içeride?" diye meraklanabilirsiniz. 

   İçeride kelimeler var. Kullandığınız, kullanmadığınız, anlamını bilmediğiniz, hele etimolojisini hiç bilmediğiniz kelimelerin somut karşılıkları, görsel objeleri ve dilin ne büyük mucize olduğunun somut yansımaları var. Kimi kelimeler bildiğiniz sanat eseri formunda, kimileri happening şeklinde sergileniyor. Çok ilgi çekici bölümler var. Heyhat fazla büyük bir yer değil hepi topu üç katlık bir orta halli ev boyutundaki müze. Anlatmak kifayetsiz kalacak, kimi fotoğrafları aşağıya bırakıyorum. Haftasonu kalabalık (ben çıktığımda gişenin önündeki kuyruk pek bir uzamıştı), tam 40, öğrenci 20 TL. müzekart geçmiyor, otopark büyük sorun, çıkınca hisar parkı var pek sakin, pek huzurlu, pek güvercinli. Her zaman gidilir, güzel vakit geçirilir. En sevindirici olanı insanların ilgisi tabii. Kitapseverlerin, dilin kullanımına önem verenlerin gitmesinde çeşitli faideler vardır.






















"Ev" Yine Travmalar, Yine Hayat! Nermin Yıldırım'ın son kitabı.

   İlk romanı hoşuma gitti ya, bir de en sonuncusunu okuyayım dedim. Pek hoşuma gidince yavaş okudum (bu kez başarabildim) ve üç haftadır (sadece yalnız ve okuma ışığında) rahlemde kuzu gibi yatıyor. Bugün bitti. Çok güzeldi. Mecbur aradakiler de okunacak.
   Romanımız Portekiz'de açılıyor İspanya'da kapanıyor. Açıldığı gün Mariza'yı, kapandığı gün Luz Casal'ı canlı dinledim. Tesadüf mü tevafuk mu bilemedim. Ama pek hoşlandım. Kapanış da And Kafe'nin nefis terasında, kapanışa uygun bir zaman/zeminde oldu. O yüzden kitap fotografisi fakirden bu kerelik.
   Seher travmatik bir kişilik (aynı ilk romanda olduğu gibi burada da kayıp bir anne, üstüne evsizlik, evsizliğe alışmak ve yalnızlığa iptila durumu var). Nazan Öncel dinleyen Seher menzilde hayatına son vermek için Portekiz-İspanya arası bir hacıyolunda yürüyüşte (Camino). Yanında vefakar dostu Oğuz (Ogo) ve sonradan katılan Şerbet (Şerbet'i tanıtamayız okumanız gerek) var. Romanımız iki kanallı ilerliyor, bir yandan kahramanlarımızla taban tepiyor diğer yandan Seher'in terapisti Çiğdem ile seanslarına şahit olarak geçmişi didikliyoruz. İlk romanda olduğu gibi bunda da ahkam kesme yok (yahut en az seviyede diyeyim (muharririmiz kızmaz umarım makul bir iki alıntı altta var)). Yazarımızın dili pek şetaretli. Çiçeklerle müzeyyenler, geçmişle rabıtalar, ziyayla büyülenen gözler gibi pek çok üstü tozlanmış (ne hazin!) ama şımşıkırdak kelimeler günyüzüne çıkıyor. Yazarımıza; henüz 42 yaşında olmasına rağmen bu güzel (ama unutulmaya yüztutan) kelimeleri kullanarak hatırlanmasına vesile olması nedeniyle alkışlar gönderiyoruz yürekten.  Romanımıza dönelim. İlk yarıda zuhur eden reyhan kokulu ademkişisini (Yakup) okuyunca "hah, aşk romanına evrilecek güzelim iş!" dedim, hayıflandım. Boşuna içlenmişim, Sayın Yıldırım pek güzel bir ters köşeye yatırdı fakiri. 453 sayfalık romanı hiç sıkılmadan, bazı yerlerini bir kaç kez okuyarak, kimi yerlerde gugıllayarak (Lord Creator'un "Beyond" şarkısı yok spotify'da aramayın, iyilik olsun diye şuraya bırakayım bari), altını üstünü çizerek, derkenarına notlar alarak bitirdim. İlk romana olan göndermeler pek bir ısıttı içimi (Unutma Beni Apartmanı). Kitabı da gözönünde bir rafa kaldırdım ki, seneye tekrar bakayım.
   Son tahlilde; ahir zaman feylesofumuz Cem Yılmaz'ın dediği gibi: "Herşey içimizde"
"Belki yaşla ilgilidir. Bir şeyleri elimde tutmak için uğraşmaya inanmıyorum artık. Bırakmaya inanıyorum. Ben artık tutmayayım, sıkmayayım, endişe etmeyeyim, öyle kendi haline bırakayım herşeyi, kalacakları varsa kalsınlar, gideceklerse de gitsinler istiyorum. (S.328)"

"Ev dediğiniz dört duvar değil ki, orada sizi sevecek, saracak biri.(S.382)"

"Oysa yıllardır kendimi taşımayı bildiğimi sanmıştım......Öldürmeyen güçlendiriyor mu bilmem ama hakiki zorluklar mıh gibi ayakta tutuyor insanı. Ancak her şey olup bittikten sonra ortaya çıkıyor hasarın hakiki boyutu....... Öldürmeyen güçlendiriyor mu bilmem ama güçlendirmeyen öldürüyor sonunda. Güçlü olmaya çalışmaktan yıldım."

16 Ekim 2022 Pazar

"Good Luck to you Leo Grande" Libidonun Ettikleri.

 Baştan söyleyeyim, belirli bir yaşın üstünde değilseniz ve meşrebiniz darsa koşarak uzaklaşın. Öyle çoluk çocukla izlenecek film değildir.
   Nensistoks emekli din öğretmeni, kocası iki yıl önce ölmüş. Nensi hayatında orgazm olmamış, hep rol yapmış. Şu ahir ömrümde taşıdığım bu kabuk iyice çürümeden nasıl iyi seks yaşarım derdinde bir seks işçisi ile anlaşır, filmimiz başlar.
   Bir oda, iki oyuncu, bir saat 37 dakika. Üstelik serim/düğüm/çözüm olabilecek bir akış yok. Ancak garip bir şekilde iki kişi arasında gelişen diyaloglarda bu iki karakterin serencamını bir güzel temaşa ediyoruz. Liyograndenin çocukluk travmalarından, Nensinin çocuklarıyla olan sallapati ilişkisine, ortodoksi kurallarının nasıl yerle yeksan olduğuna dair pek çok şey var kordelamızda. Sonunda ise bazı şeyleri yıkmadan bazı şeyleri kazanmanın imkansız olduğuna dair bir son mesajla (emekli öğretmenimiz, kiraladığı otel odasının lobisinde eski öğrencisine oraya bir seks işçisiyle orgazm olabilmeyi amaçladığı için geldiğini itiraf eder ve bazı şeyler ancak öyle gerçekleşir) kapanır filmimiz. 
   Eminim; libidonun hayatın yönlendiricisi olduğunu savunan psikanalistler kuarteti Karl, Sigmund, Theodor, Jacques (Jung, Freud, Reik, Lacan) dörtlüsü oturup izleseler pek neşelenirler. 
   Her iki oyuncu çok iyi (63 yaşındaki (idol oyuncularımdan) Emma Thompson'un cesaretini takdir etmemek ne mümkün!). Müzikler, kurgu, senaryo çizgi üstü. İlk başta yazdığım gibi meşrebiniz genişse ve at gözlükleriniz yoksa oturup izlenebilir.

3 Ekim 2022 Pazartesi

"Nope" Bilimkurgu olamayan Bilimkurgu.

   Cordınpiili, Get Out'la çok güzel bir iş yapmıştı. Düşük bütçe, tanınmayan oyuncular, mükemmel bir görsellik ve bunun da ötesinde bir senaryo ile izleyiciyi pek ters köşelere yatırmış, zeitgeistı başka bir açıdan yorumlamamıza neden olmuştu (nedir ırkçılık demodedir). Sonra çektiği Us, görsellik ve tüylerimizi diken diken etmesi potansiyeli açısından tatmin ediciydi de sorular sordurmakta ilki kadar iyi değildi. 
   Yine de fragmandan gördüğümüz doğaüstü olaylar, uçandaireye benzeyen göndermeler (ki fakirin uzmanlığı bilimkurgu (bilimkurgunun olmazsa olmazı UFO'lardır)) saikiyle oturduk başına (2s10d). Bay Piili vurmuş metaforun dibine dibine. Katil şempanzeden, çocuk televizyon yıldızı riki "jupe" park'a, analog tercih eden entlırsholst'dan, teknolojik değil biyolojik çıkan UFO'ya; uzun filmimiz şiddetli bir metafor silsilesidir. Sinematik olarak kuşkusuz başarılıdır ama çekilecek çile değildir. Bir daha izler miyim? Zinhar! Yine de siz bilirsiniz.

HAMİŞ : Bir tek Kikipalmır'ın canlandırdığı karakter pek şükelaydı. Etekli analogçu amcam da öyle. Ama bunlar için izlemeye değer mi? Değmez (İsmail Güzelsoy'a selam olsun!).

"Unutma Beni Apartmanı" Gayet Tatminkar Bir İlk Roman.

   Önerilerine önem verdiğim bir dostumun önerisiyle Nermin Yıldırım'ın ilk romanını yatırdık masaya. İlk 2011'de yayımlanmış. Benim aldığım 11.baskısıydı (gayet iyi!). Dili ve kurgusu sarınca (uzun zamandır didiklediğim stoik metinlerden sonra sular seller gibi akıyordu) dedim biraz yavaş okuyayım da tadını alayım. Bu minvalde, açık havada, otobüste, şezlongda, parkta, yatmadan önce yapılan okumalarda maalesef üç gün dayanabildi. 
   418 sayfalık romanımız, bir telefon konuşmasıyla başlıyor ve bitiyor. Olmayan bir anne kavramıyla büyüyen Süreyya'nın hayatını temaşa ediyoruz. Metin iki yollu ilerliyor. Bir Süreyya konuşuyor bir Annesi. İkisinin dillerinin yaşlarını yansıtması pek keyifli (annesinden; yıllardır yanlış kullandığım hücceten'in fücceten olduğunu öğrendim, şaşırdım ve sevindim). Son onyıllarda edebiyatımızdaki romanların bir aforizmalar silsilesi olarak yazılmasından (Bkz.bağlantı)  fenalık geldi. Ne yalan söyleyeyim bu romana başlarken ondan korkuyordum. Korktuğum başıma gelmedi. Yazarımız ahkam kesmiyor, kurguluyor (her iyi romancının yapması gerektiği gibi). Ayrıca romanı okurken yazılan birkaç romandan (saymadım kaç tane) yazma eylemine de dair bilgilere sahip oluyorsunuz (ilginç). 
   Romanın ismi ortalarda bir yerde coğrafi bir bilgi olarak geçiyor ama son sayfada ister istemez bir kez daha pek şımşıkırdak şekilde anımsıyorsunuz. İtiraf edeyim güzel bir final. Mecbur (serde dipsomani var) yazarın diğer kitapları da alınacak, okunacak, burada bir iki satır yazılacak. 
   Son söz: hayatta dalınan karanlıklardan kurtulmak için karanlıklara dair okuma yapmak güzel ama bunları içselleştirmek için arada beyni boş vitese alıp kurgudan uzak durmamak gerekiyor (muş). Yaşandı, öğrenildi. 

2 Ekim 2022 Pazar

"Üçbin Yıllık Bekleyiş" Ne Yaptın George Miller Amca?

   Tildasvintını da İdriselba'yı da severim. Corcmillır zaten efsanedir (en son çektiği Mad Max Fury Road, fakirin içini pek titretmiştir). Öyleyken pelikulamızın başına olması gereken müskiratla birlikte oturduk (hem de single malt olanından). Heyhat, filmimiz biralıkmış (yazık oldu 12 yıllık smokey malta). Yönetmenimiz gelmiş 77 yaşına (dünyalık sorunu yoktur sanıyorum), en son işi beklentilerin çok üstüne çıkmış, niye böyle bir şey çekmiş anlamadım. 
   Oryantalizm batağına çökmüş, pek beylik bir hikayeyi güzel bir sinematografi ile aktarmış ama bunu herkeşler yapardı Millır Dede. Yakıştıramadım. İzlemeyin efendim.

"Enkheiridion" Stoacılığın Kılavuzu.

   Stoacılığa dair en son okumamı da; bu konu hakkında en pratik en pragmatik öğretileri vazeden Epiktetos'a ayırmıştım. Kendisi hem köle, hem engelli. Ama bunlar onun okulunda asillerin eğitim görmesine asla engel olmamış. Yazılı olarak bıraktığı bir öğreti yok. Öğrencisi Arrianus, ustanın derslerini iki belge olarak kayda almış. Diatribai'yi okumaya gözüm yemediği için "rehber" olarak adlandırılan Enkheiridion'u aldık rahleye. İş Bankası Yayınları yine güzel bir iş yapıp 101 sayfalık kitabı hakkıyla basmış. Ancak sonundaki açıklamalar, kaynakça, önsözü çıkarırsanız elinizde sadece 26 sayfalık öğütler silsilesi kalır. Ama bu 26 sayfa (çok azını dahi içselleştirirseniz) pek kesafetli bir 26 sayfadır. 
   Son aylarda yaptığım stoacılık üzerine okumalardan en özlü olanıdır. Bundan sonra Aurelius'un Kendime Düşünceler'i gelir. Elbette bunları okumayıp doğrudan şunu (Bkz.bağlantı) okuyup genel hatları da inceleyebilirsiniz. Ama bu içindeki malzemeleri bilmeden aşure yemeye benzer. O halde öyle yapmasanız iyi edersiniz.