29 Ocak 2019 Salı

"Widows" Steve McQueen'den Bu Kez İddiasız Bir Kordela!

   Stiivmakkuin iyi bir yönetmen. Taa "Shame"den beri takibindeyim. "12 Yıllık Kölelik"i fazla beğenmemiştim ama değişik bir bakışı olduğu kesin. Bu kez beklentilerimi karşılamadı. 
   Başarısız bir soygunun ardından, paralarını soygunculara kaptıran suçlular soygunda ölen hırsızların dullarına sararlar, olaylar gelişir. Olay Şikago'da geçiyor (ne sevimsiz şehirmiş!). Süresi uzun (2s9d). Oyunculuklar iyi, kast süpersonik, çekimler/kostümler/sanat yönetimine diyecek bir şey yok. Ama film bence olmamış. Polisiye, aksiyon, politik film değil. Öyle derinlemesine bir karakter tahlili falan da yok. Vayoladeyvis'in atarlı dul halini de hiç sevmedim, Layımniisın'ın kuru erik halini de (amma yaşlanmış bu arada!). Makkuin'in hareketsiz planları da üst üste gelince : eeeh!
   Demek ki her bir şey tamam olsa da senaryo yetersiz olunca helva tam olmuyormuş. Sinemada falan kesin gitmeyin, malum ortamlara düştü. Öyle ezmek için bir akşamınız varsa açar bakarsınız, uykunuz gelirse de kapatın gitsin. 

27 Ocak 2019 Pazar

"Glass" Çizgiroman Sevenlere !

 Kırılamaz ve Parçalanmış'tan sonra Shyalaman'dan serinin üçüncüsü. Bir çizgiroman müptelası olarak (ancak benim çizgiroman serüvenim süperkahraman değil daha ziyade Kinowa, Çelik Bilek, Tommiks ve Teks seviyesinde) ilgiyle takip ettiğim filmdir.
   Bu kordelada soyadını telaffuz edemediğimgiller yönetmenlerden olan Hintli Bey'in (onun da Hitchchok gibi bir karede görünme saplantısı var ama benzerlik buradan ileri gidemiyor) ilk iki filmi bir yere bağlama çabasını (yüzümüze müstehzi bir gülücük konduraraktan) izliyoruz. 
   Bir şeyler yapılmaya çalışılmış, inandırıcı değil, aşırı intihaller gırla, sadece süperkahraman tarzı çizgiroman severlere gideri var. Değilseniz zamanınızı ziyan etmeyiniz. Ben izledim pişman mıyım ? Hayır. Ama genelgeçere gelmez.

26 Ocak 2019 Cumartesi

"Neuromancer" Cyberpunk'ın Babası...

   Bitirmekte zorlandığım kitaptır. Kısa değil (380 s.) ama bundan çok daha uzunlarını çok daha kısa sürede bitirdiğim sıklıkla vakidir. Ne zamandır okumak istiyordum, kısmet bu kışaymış!
   Hacker (ne işim olur hackerla) bilgisayar korsanı Case, menzil dışına yaptığı ataklardan dolayı huysuzlanan büyükbaşlar tarafından sinirleri köreltilmişken (bu durumda siber uzaya girememekte, malası kırık sıvacı konumuna düşmektedir) bir iş alır, işler gelişir.
   Bundan sonrası karışık. Meraklısı açar okur. 1984 yılında Vilyımgibsın tarafından yazılan eser, cyberpunk'ın ilk ve en yetkin örneği olarak nitelendiriliyor. Bayan Gibsın'ın oğlu Vilyım, güzel bir abimiz. Vietnam savaşına gitmemek için Kanada'lı olan bir Amerikalı. 1980'lerde yaptığı öngörülerin (Sovyetlerin çökeceğini, Çin'in yarı kapitalist-yarı totaliteryen bir rejime evrilip devasa şirketleriyle dünya ekonomisine hükmedeceğini, dünya devletlerinin çok uluslu şirketlerin kontrolüne gireceğini (enerji, ilaç ve silah firmaları) internetin keşfini ve önemini) çok isabetli olmasının, onu bir fütürist (ne işim olur fütüristle) gelecekçi olarak nitelendirebileceğimizi gösteriyor. 
   Önceden söyleyeyim : roman olarak değerlendirirseniz, "çöp" diyebilirsiniz (çokbilmiş tayfası "pulp" diyor). Tabi "La Gioconda"a da "kadın resmi bu" diyebilirsiniz. Çok avantür bir konusu var. Ama zamanının çok ötesinde bir algıyla yazılmış. Üslubu çözebilmeniz (biraz da 6.45 yayınlarının gugıltransleyt usulü yaptıkları çevirinin etkisiyle) oldukça güç. Değiştirilen her coğrafyanın kendi jargonu var (Zion, İstanbul (evet İstanbul'da geçen bir bölüm de var)), üstüne asıl karakterin kendi (ve hiç bilmediğimiz) jargonu da girince devreler ısınıyor, algı afallıyor. Tarif edilen teknoloji bugünün ötesinde ama zihnimizde canlandırabiliyoruz (hep bu cyberpunk yüzünden). Eminim 1980'lerde bu bile yapılamıyordur!
   Hülasa : cyberpunk, siberuzay, bilimkurgu, matrix gibi kelimelere ilgi duyuyorsanız, bu kitabı da okursunuz. 
PS : Kitapta pek sıklıkla kullanılan simstim teknolojisinin hangi filmde kullanılacağını pek merak ediyorum doğrusu. Süpersonik bir şey, anlatıp spoiler (ne işim olur spoilerle?) bozuntu vermek istemem.

10 Ocak 2019 Perşembe

"Inside Llewyn Davis" Coen Kardeşlerden 1960'larda Folk.

 Oğuz Atay'ın "Tutunamayanlar"ının 1961'de Niyork'un folk ortamlarında geçen versiyonudur. Luvilindeyvis, orta yetenekli bir folk şarkıcısı. Önünde başka yollar varken (ki maalesef onlarda sebat edemeyecek kadar dağınıktır) inatla yeteneğini değerlendirerek bu alanda hayatta olmayı seçiyor. Ama her şey bir yere kadar! Son beş dakikada afallatıcı bir son ve gencecik bir Babdilın'ın sahnede yarım yamalak görünmesiyle izleyicide ilginç bir çağrışımlar. Süpersonik bir kast (Conguudmın, Efmöreyebrehem, Castintimbırleyk (şarkıcı kadrosundan girmiş ama yevmiyeyi hakketmiş), Kerimaligın, Edımdrayvır), şükela bir görüntü yönetimi (o gri filtreleri negzel kullanmışlar), iyi bir sanat yönetimi, iki saate yakın sürede (1s44d) seyirciyi sıkmayan kurgu (bunu yapmak aksiyon falan yoksa (hele de işin içine folk müzik giriyorsa) hayli zor), Oskarayzek'in rolü ete kemiğe büründürmesi (sonlara doğru süzüldü çocuk resmen), sarman Ulises (buradaki metafor sadece entellektüel izleyiciye gider) ve daha neler.
   Kaybedenleri izlemek zordur. Bunun da başına bu niyetle oturdum ama su gibi aktı pelikula, güvercinim de sonuna kadar izledi (ki az şey değildir!). Eğlenmek için, kafa boşaltmak için izlenecek film değildir. Huzur katsayınız yüksekse, sakin bir akşamdaysanız malt müskiratla gider.

8 Ocak 2019 Salı

"Truman" Ölüm, Dostluk ve Sevgiye dair...

 
   Huliyan'ın kanseri nüksetmiş. Metastaslar çeşitli, doktor "tedavi edelim ama iyileşme zor!" diyor. Huliyan "kalan zamanımı kemolarla harcamak istemiyorum." diyor. Huliyan Madrit'te yaşıyor, Arjantin diasporasından, tiyatro oynuyor, film çekmiş zamanında, biraz sergüzeştî. Tomas, Huliyan'ın eski (ve sağlam) bir dostu. Huliyan, köpeği Trumanı pek seviyor. Tomas Huliyan'ı dört günlüğüne görmek için taa Kanada'lardan Madrit'e geliyor.
   Nereden bakarsanız karamsar bir hikaye. Yönetmen, bu karamsar hikayeyi hiç pespaye sinematik trüklere (ne işim olur trükle) hilelerle, acıklı müziklere yaklaşmadan pek şükela bir şekilde aktarmış kordelaya. Filmin sonuna kadar ilginin düşmediği bir tempo var. Üstelik bu tempoda ne bir aksiyon, ne akılfersa dönüm/kesişme noktaları yerleştirilmişti. Sadece (olabilecek) hayat. Ama 1s48d'da dostluk, sevgi (evlat ve hayvan sevgisi de dahil olmak üzere), ölüm, dirim, geçicilik gibi önemli bir çok şeyi yaşar gibi oluyoruz.
   Ricardodarin'i daha önceki filmlerinden tanıyoruz (hiç bir filmi fakiri hayalkırıklığına uğratmadı) ama Havierkamara'yı ilk kez izledim. Ortaçağ azizlerine benzeyen ilginç yüz yapısı ve abartısız oyunculuğuyla, O da gayet iyi. Arjantinli Doloresfonzi de çok güzel kadın şimdi... Truman ise yaşlı, sakin ve yerinden kalkamayacak kadar halsiz bir pati. Filmimizin sonundaki hamle ise hayvan dostlarını pek hislendirecektir.
   Sakin bir akşamda, telefonlar kapatıldıktan sonra, bir kadeh kırmızı şarapla çok iyi gider. 

"İktidar Mahkumları" Güliver Başka Planetlerde!

 
   Strugatski Biraderlerin dilimize çevrilmiş fazla bir kitabı yok. 1999'da Sarmal Yayınları "Obitaemyy Ostrov"u dilimize İktidar Mahkumları adıyla yayımlamışlar. Fakire de okumak düştü.
   2157 Yılında bağımsız bir uzay gezgini, bir gezegene düşer ve olaylar gelişir. Maksim adındaki kahramanımız, Süpermen gibi bir şeydir. Üstün fiziksel ve zihinsel yetenekleriyle, sakinlerinin bu gezegeni mahvettiklerini anlar ve birbiriyle çatışan her grubun içine girerek (militaristler, mutantlar, isyancılar ve daha neler) bu akıl almaz aptallığın nedenini anlamaya çalışır. Gezegenin betimlenmesi aşamasında romanımızı kolaylıkla distopyaya dahil edebiliriz. Bir noktada "nasıl olabilir bu aptallık!" dediğimiz yerde aklımıza elan yaşananlar gelebilir ve aptallığımıza şaşırırız. 
   Her açıdan "Uzayda Piknik"in gerisinde kalabilecek bu kalınca (439 S.) romanda Strugatski Biraderler değişik bir yazım tekniği uygulamışlar. Bir bölümde uzaydan düşen übermensch (Niçe'ye selam olsun) gözünden anlatılan hikaye, sonrasında karşı tarafın zihninden aktarılıyor. Böylece resme her açıdan bakabiliyoruz. Pek sevdim. Ancak kimi iç diyalogların sayfalarca anlatılması, bazı detaylardan çok uzun bahsedilirken kimi kırılma noktalarının hiç yazılmaması, takipte zorluklar yaratabilir (bende oldu mesela). Akşam yatarken okunması, uyku kaçmasına neden olabilir. Anlatılan kötü dünya, rüyalara girebilir. Ama bilimkurgu müptelalarının kaçırmaması gerekir (zaten kaçırmamışlardır da!).

6 Ocak 2019 Pazar

"Under the Silver Lake" Metaforun Dibi...

 
   Çocukla, sinemaya aşina olmayanla, kaçık/uçuk geyik yapılamayacak kişilerle seyredilmeyecek filmdir. 
   Belirli bir meşrep üzerinde (hayli üzerinde) şiddet ve cinsellik içerdiğinden sabi sübyanla yaklaşılmaz bu tamam! 
   Hiçkok'un kuşlarına, Merlinmonro'nun havuz pozuna, malholınddrayv'daki iki kadına (ve bunun gibi onlarca göndermeye) uzak; sinemaya sadece kafa boşaltma amacıyla kullanan sinema tüketicisine hiç gelmez. Bir çok yeri anlamayacaklardır. 
   Tersten dinlenince satanik mesajlar barındıran metal şarkılardan, cips kutularından çıkan hazine haritalarından, bazı para birimlerindeki gizli sembollerden, camel paketindeki adamın penisinden haberi olmayan kaçık/uçuk geyik harlama özelliğinden yoksun insanlar da filmden pek bir şey anlamayacaklardır.
   Bunun dışında kalan (ne az kaldı onlardan!) şanslı azınlık ise pek kişisel bu filmden gerekli hazzı alacaklardır.
   Tatlı bir sarışınla tanışan Sem, kızcağızın aniden kaybolması üzerine onu takip etmeye çalışır. Olaylar gelişir. Bu arada müzik ve sinema endüstrisinden, zenginlerin hayatlarından, bolca gizem düğümlerinden, güzel kadınlardan, gizli partilerden, mezarlık altı diskoteklerden, gökyüzünden düşen sincaplardan, holivut kasting seçimlerinden, kokarcalardan, anlamsız cinayetlerden, Kurtkobein'in gitarından ve daha yazmaya üşendiğim bir çok anlık sekanslardan payımıza düşeni alırız. Umulmadık bir yerde film biter, yazılar çıkar.
   Yukarıda saydığım özelliklere sahip bir kişiyle saatlerce geyiğini dallandırabileceğim bu filmin en bön mesajı ise ancak şu olabilir : boş beleş işlerle uğraşırsan ne dünyalığın kalır ne de altında yatacak bir çatın!
   Sadece bazı şanslı azınlığa hitap eden, kalanların ise küfür (sinkaflı minkaflı hemi (hemi!) de) savuracakları bir filmdir. Ona göre!

1 Ocak 2019 Salı

"La noche de 12 años" Oniki Yıllık Gece ! Ama şafak atar...

   Askeri darbe ile içeri alınan 3 Tupamaros (Küba'daki devrime öykünen silahlı bir politik grup) militanı, askeri yönetim tarafından paketlenip, insanlık dışı koşullarda tecrit edilerek mapus mapus gezdirilir. Bizler de iki saat boyunca bunu izleriz. Nereden bakarsanız klostrofobik, karamsar, kötümser bir iki saat diye düşünebilirsiniz. Yapmayın !
   Çok sağlam film. Sinematik açıdan söyleyecek hiç bir şey yok. Senaryo, kurgu, akış, renkler, müzikler, geçişler, geri dönüşler, karakter oturtmaları (var mı böyle bir şey sinema biliminde ?), kostümler, dekorlar, oyunculuklar her bir şey tamam. Yani zanaat tamamdır. Bunun üstüne ise izleyiciye aktarılan bir düşünce, bir umut var ki : o şükela. Koşullar ne olursa olsun, güneş doğar. 
   Nato'nun tuvalet sorunsalı için, onbaşıdan en tepedeki komutana giden emir komuta zinciriyle inceden "askeri mantık" (oksimoron böyle bir şey) dalgası geçilse de, filmin geneli (iyice sündürülen son on dakika haricinde (ama son da sündürülmeyi hakediyor)) böyle Ahmet Haşim tarzı bir atmosferde geçiyor.
   Ortaların sonuna doğru içim ezildi, öyle böyle değil. Pencereyi açtım, hava aldım. Yarın sabah puslu muslu olsa da güneşi görebileceğim için şükrettim hayata. Sonra kendime geniş açıdan baktım, 16 yıldır usuldan geldiğim/geldiğimiz yeri gördüm. Jose, Mauricio ve Nato'nun yaşadıklarıyla elbette kıyas kabul etmez ama bir karanlık olduğu kesin. Sonra filmdeki karakterlerden birinin (Jose Mujica) söylediklerini buldum. Diyor ki Mujika (ki o mapus günlerinden sonra Uruguay Devlet Başkanı olmuştur) : "Gençlere, yaşlı bir adam olarak küçük bir tavsiye : hayat bize bir çok tuzak kurabilir, karşımıza kavisler, tümsekler çıkarabilir. Hayatta, aşkta, sosyal çevrede binlerce kez başarısız olabiliriz. Ama ayağa kalkıp güçlüklere karşı koyarız. Bunu yapabilecek gücümüz var. Bir günün en güzel zamanı şafaktır. Her gecenin sonunda şafak doğar. Unutmayın çocuklar, sadece ezikler pes eder." Mapusluk döneminde ciddi ciddi zihinsel sorunlar yaşayan ama asla pes etmeyen Mujika sonunda güneşi doğdurur. 
   Bu vesile ile her gece on iki yıl sürse de sonunda güneşin doğduğunu izliyor ve hoş bir duyguyla çıkan yazılara bakıyoruz. Sonu başından belli iki saatlik bir hapishane filmini izleyip de ne yapacağım demeyin! İzleyin.

PS : Polsaymın'ın "The Sound of Silence"'ını Silvia Perez Cruz, öyle yerinde, öyle hisli söylemiş ki, denk geldiğinizde gönül kulağınızı açık tutun...