26 Aralık 2023 Salı

Kısa Kısa Üç Film. "Napolyon", "Masumiyet" ve "Hayat"

 NAPOLEON
   Sör Raydliskat 23 yıl sonra Cekiinfiniks'le film çekmiş. Kaçırmadım tabi. Uzun (2s38d) ama akıyor bir şekilde. Görkemli bir prodüksiyon, nefis çekimler, iyi oyunculuklar, muazzam bir sanat yönetmenliği, çok iyi zenaat. Ama kıdemli yönetmenimiz yorum katmadığından, iyi işlenmiş bir belgesel izlemiş gibi oldum. Zaten Napolyon pek sevdiğim bir tarihi karakter değildir. Üstüne özenli bir film yapılmış olsa da hayatını izlemek fakiri baydı. Önerir miyim? Önermem!
MASUMİYET
   Gençliğimde (bir zamanlar maziye bak!) geçen yüzyılda izlemiş ve pek de hazzetmemiştim (bazı şeylerin anlaşılması için zamana ihtiyaç varmış). "Hayat"ı izledikten sonra bir kez daha izleyeyim dedim. Sıkı filmmiş. O zamanlar için uzun sayılır (1s50dk). İzlerken dönemin İzmir'ine, Ankara'sına üzücü bir nostalji hissiyle bakakaldım. Neğacaip yıllardı yahu! Neyse; filmimiz ağır. Yorgunsa zihin, izlemesi kolay değil. Ama hayata başka açılardan bakmak, kavramları anlamak, sinemayı okumak arzusundaysanız arşive atarsınız fakir gibi. Üstelik gencecik Güven Kıraç'ı, Haluk Levent'i, Derya Alabora'yı bombastik oyunculuklarla izlemek de cabası. 
HAYAT
   Hiç bir eleştiri ve bilgi kurcalamadan girdim Sayın Demirkubuz'un son işine. Çok uzun çıktı (3s13dk). Yazılar çıktığında kafamda deli sorular var mıydı? Elbette! Üstelik bunların bir kısmı yönetmenin bilerek açık bıraktığı sorulardı (Hicran niye kaçtı en başta?). Rıza'nın ekseninde yürüyen senaryo bir anda Hicran'a döndü. Olsun, Hicran'ın hikayesi de Rıza'yı aratmadı. Cem Davran'ın 20 dk.lık tiradı sıkmadı (ki fakir kendinden bir şeyler buldu o karakterde (buldukları hoşuna gitti mi? Gitmedi!)). Rüyaların kullanımı beni benden aldı. Çok ince görmüş! Sonu hiç beklediğim gibi çıkmadı ve bendeniz buna pek sevindim. Bitişe yakın görünen hayat ağacını şöyle bir düşündüm altında Hicran uzunca ağlarken. Örümcek ağları, kuruyan dallar. Buna mukabil yeşeren filizler, havalanan kuşlar. Aynı hayat. 
   Aradan fazla zaman geçmeden yine izlerim. Arşivime de alırım. Ahlat Ağacı'nın başrolünü burada pespaye bir yan rolle harcamasının; efsanevi Zeki&Nuri çekişmesinin bir tezahürü olarak görmeli miyim? Bilemiyorum Altan! Her an her şey mümkün bu hayatta. Ancak divâne gönül ister ki gerçek hayat da filmdeki gibi olsun her şey. Geç olsun, güç olsun ama olsun!

PS: Okumalar sektede ama yazmak da bir illetmiş. Bari film yazayım dedi alt akıl.

9 Aralık 2023 Cumartesi

Okumama Dönemi

   Kendimi bildim bileli okuyorum. Okula gitmeden önce fotoğrafsız gazeteleri önüme ters koyduklarında düzeltirmişim, o derece! İlkokulda kütüphane koluyken eve birden fazla kitap alınmasına izin verilmediği için önlüğümün altına kitap saklayıp oburca okumuşluğum vardır. Hep kitaplarım oldu, depremde yitirdiklerimi görünce saklamamaya karar vermiştim. Ancak birkaç yıl tutabildim bu sözü. Sonra yine istife devam. E-kitapta da hayli arşiv biriktirdim. 
   Nedir: son bir aydır okuyamıyorum bir türlü. Ayfer Tunç'un "Aşıklar Delidir ya da Yazı Tura"sı bir aydır duruyor elimin altında. Başladım, güzel roman ama ilerleyemiyorum. Melankolik satırlardandır deyip başkasına sardım, olmuyor. Anladım ki; benim de hayatımda okumaya ara vereceğim bir dönem gelip çatmıştır. Olmayınca olmuyor, zorlamamak gerek. 
   Bu günceyi; okuduğum kitapların bende bıraktıkları izleri aktarmak için oluşturmuştum. Sonra işin içine sinema filmleri, geziler de girdi ama eksende hep kitap vardı. Ayda ortalama dört (sıkılınca sekize kadar çıktı) kitap hakkında iyi kötü bir şeyler yazıyordum. Kırk yılda bir yazdıklarıma yorumlar gelince seviniyordum "kimi kitap kurtları bu satırları okuyor demek ki" diye. Heyhat, kitap yorumlarına yeniden okuma şevkim dirilinceye kadar ara veriyorum. Sinema filmleri yazarım, gezi yazıları yazmıyorum artık çünkü gittiğim yerler hakkında hep bir şeyler yazılmış. O yüzden son iki anabasisimi (Tayland, Laos, Kamboçya, Vietnam, Malezya ile Avusturya, Slovakya, Macaristan) pas geçtim. 
   Uzatmayayım; yazının kısası makbul bugünlerde. Umarım bu okumama tembelliği sürmez. Güneşli günler olsun (şunun şurasında günlerin uzamasına 20 günden az kaldı!).

26 Kasım 2023 Pazar

"Kuru Otlar Üstüne" Uzun Konuşulabilir.

   En nihayet kendimi hazır hissettiğimde, salonlardan kalkmasına az bir zaman kala görebildim NBC'nin son filmini. Anam anam 3s17dk diyerek başladığım kordela, ilk yarısında biraz saate baktırsa da ikinci yarısında nasıl aktığını hala anlayamadığım bir şekilde hızla geçti. 
   Burada NBC filmlerine  ahkâm kesmek haddim değil. Üstüne söylenecek çok şey var. Birazcık fazla göndermeli (Gar patlaması, PKK, sol ideolojinin saikleri, pedofili, ilişkiler, taşra, arkadaşlık vs.). Samet'in çektiği fotoğraflar; NBC filmlerinin her sekansının fotoğraf gibi olmasına, farklı bir katkı olmuş (bu arada çok etkileyiciler). Sayın Ceylan, bu filminde ilk kez dördüncü duvarı yıkarak Samet'in çemberin, döngünün dışına çıkmasını denemiş. Bence gayet de iyi olmuş. 
   Eyyamcı müdürün odasındaki eğitim bir-sen çelengi, babası dağda olan kızın kardeşine giydirdiği botlar, neredeyse hiçbir karakterin içselleştirilecek kadar iyi olmaması, alayında defolar olması (ki veteriner bunu çok güzel özetliyor "çünkü insan") dikkatimi çeken ayrıntılardı. Aslında daha neler neler var ama burası bunun yazılacağı mecra değil. Kafa dengi bir grupla izledikten sonra demli çay ya da fermente üzüm suyu eşliğinde uzun saatler konuşulacak, tartışılacak filmdir. Görülmelidir.

21 Kasım 2023 Salı

"Anatomy of a Fall" Düşündürür, Tartıştırır!

  Uzun (2s31d), her salonda yok (anca Başka Sinemalarda), bitene kadar kimi zaman ilgim düştü, bitince de uzun bir "Eeee?" çektim. Ama! (akıllı birileri "bir cümlede ama varsa öncesini okumayın" demişler)
   Anne, Baba, Çocuk. Dağların tepesinde bir ev. Bir ölüm, bir soruşturma, bir karar ama sizin karar veremeyeceğinizden eminim. 
   İlginç olan: kordelamızda farkedilmeden yedirilen cinsiyetler arası bakış açısı farklılığının izleyiciye de sirayet etmesi. Benim konuştuğum ve filmi izleyen kadınların tümü aynı görüşte, izleyen erkeklerin de tümü aynı görüşte. Ancak bu görüşler tamamen zıt. Çoğacaip değil mi? Yönetmenimiz de filmin sonuna kadar (ve sonrasında da) "doğru budur!" diye bir yönlendirme yapmıyor. Sonra gelsin tartışmalar. Bu tartışmaların konusu genellikle ilişkilerdeki sorumluluklar, roller, görev dağılımları üzerine oluyor ama bunun altındaki katmanlarda konuşulacak şeyler var. Neyse onlara girmeyeyim. 
   Kolay bir pelikula değil. Süresi uzun ve ilişkilerin evrensel kaotizminden fazlaca bahsedilmiyor, polisiye detaylar detaylıca işleniyor (ki beni baydı bir süre sonra), izlediğim için pişman değilim ama herkese de gönül rahatlığıyla önermem. Bilmem anlatabildim mi?

18 Kasım 2023 Cumartesi

"Derz" Hakan Günday'dan Tekrarlar.

 Uzunca zamandır çok satanlarda bir numara. Eh daha önceki işlerini de çarçabuk okuduk, bitirdik (nihai yargımız (sen kimsin ki yazarları yargılıyorsun Arakolpa?) HG'ın memleketimin Chuck Palahniuk'u olduğuydu). Bunu da bir gaza gelip aldık. A o da nesi: içindeki hiçbir metin bu kitapla çıkmıyor okurun gözlerine. 
   Yazarın ve sevdiği öykülerin daha önce çeşitli mecralarda (çeşitli dergiler, web kanalları) yayımlanan öykülerinin bir derlemesi. Yine sert, yine yeraltı (undergroundu baştan yazmadım bu kez), yine muhalif (Hrant (nasıl içim acıyor bilemezsiniz!) var, Tunceli bombardımanı var (bu öykü güzel) var oğlu var). Beklenen frekans gerçekleşmiş, bazılarında düşük ama yine de ortalaması standart sapma göstermiyor. 
   Taze değil ama eskimiş de değil. Okunur yani.

13 Kasım 2023 Pazartesi

"Düşmemiş Bir Uçağın Karakutusu" Tülay German'ın Dilinden Hayatı.

   230 Sayfa. Bir günde, iki gecede bitti. Tülay German; hayatını kısa, sade, akıcı cümlelerle anlatmış. Ama ne hayat! Tülay, özgür bir ruh. Amerikan kolejinde önüne konan iki seçeneği de pas geçiyor (1. üniversiteye mi gideceksiniz? 2. evlenecek misiniz?) "şarkıcı olacağım" diyor. Hayatı boyunca da istediği gibi yaşıyor. Gıpta ederek okudum. Okurken gözüme çarpan isimlerden afalladığım oldu (Alain telefonda "cesaret" diyor (Delon olan), Yves'e bir sahne kostümü diktiriyor (Saint Laurent olan) daha neler). Evlerinin müdavimleri ise ağzımın suyunu akıttı resmen. Abidin Dino'dan, Aşık Nesimi Çimen'e, Yaşar Kemal'den, Nükhet Duru'ya resmen 360 derecelik bir yelpaze. Hakkında sadece "Burçak Tarlası"nı bildiğim kadının (cehaletimin sınırı yok) ne çok yüzü, ne çok şapkası varmış. 
   Hakkında yazılanlarda, söylenenlerde genelgeçer bir önyargı var (sanki aksi mümkünmüş gibi): Erdem Buri ile birlikte olmazsa daha çok tanınırmış, Buri onun önünü kesmiş gibi. Ben kitabı okurken sevdiceğine koşulsuz (hayattan ayıracak kadar) bir sevgi bir aşk gördüm. Bu, iki kişi arasında yaşanır ahali! Tülay mutlu, Erdem mutlu. Size ne oluyor? İyi ki de öyle yapmışlar. 
   Okuyunuz, okutturunuz. Hem dönemin fotoğrafını çeker, hem de özgür bir yaşam nasıl sürdürülür öğrenirsiniz.

11 Kasım 2023 Cumartesi

"Olmamış Kahraman Emeklisi" A.Lidar'dan Sözler.

  Maalesef, İthaki tarafından cildine özen gösterilmemiş (ilk okumada dağılıyor sayfalar) oysa ki içinde inciler saklı bir istridyedir. Şiirin tanıtımı her zaman özneldir. Bunun için yazılan edebi akademik makaleleri okudum, cahilliğime şaşırdım, neler neler gizlenirmiş dizelerin içinde. Bunları hazmetmek için sağlam çalışmak lazım. Ben tembelim. Şiirin bende hissettirdiklerini önemsiyorum sadece (bundan dolayı her "iyi" şaire yakınlık duyamamam!). 
    Olmamış Kahraman Emeklisi, dibe vurulan zamanlarda okunmaması gereken bir kitap. Bazı şiirler tehlikeli. Çıkma aşamasında dibi hatırlamak için okunur ama. Mutad üzre, şairimizin fotografisinin altına hassas yerleri titreten bir şiir bırakıyor ve huzurlarınızdan çekiliyorum.

Hay'dan Hû'ya

ömrüm sanki sayfaları atlanarak okunmuş bir kitap
öylece duruyor rafta
geniş bir zamanda bir kez daha okunacak
bir kez daha okunduğunda fark edilecek
bu sıkıcı fragmanın arkasındaki hakikat!

beni bu bunaltılardan kır civarlarına
yangınlardan çakır dikenlerine
sorulardan çam diplerine ve kalabalıklardan su kenarlarına
savuran neden o zaman anlaşılacak

o zaman bir kez de benim gözlerimle bakacaksınız etrafı
soracaksınız en az bir kez
aslında park ne?
ağaç ne?
aşk ne?
hezeyanla heyecan arasında tek benzerlik ses mi?
hiçbir yere yetmezliğim sadece nefessizlikten mi?
benim beceriksizliğim mi bütün kırılıp dökülenler?
Allah'ı, annemi sevdiklerimi inciten
mesnetsiz soruların sorumlusu tek ben mi?
şehrin ortasında yanık bir yatır gibi
üstüme kondurulan binaları kayıtsızca seyretmenin
bedeli kaç tek ak?
sayacaksınız sayfaları

kırılan küçük şeylerin kimse farkında olmaz
saç teli gibi
dal gibi
kalp gibi 
durup bir kez daha bakıldığında anlaşılırlar
yaşamak ağrısından bezmiş
bükülü bir boyun gibi

okunacak ve anlaşılacak dedim de
hayat esasen 
sayfaları ürküten, kalın bir kitap
alfabesini terk eden bir topluluğun
terk ettiği alfabeyle yazılan
tarihçiler meşgul
arkeologlar halsiz
edebiyat öğretmenleri sınav telaşında
şimdi sayfalarını
kurtların kemirdiği
bu kalın
bu yaşlı
bu yorgun
bu ölü dilli kitabı
kim anlayacak?

ezilmiş bir çimen gibi korkak ve utangacım
etrafımdaki köpekleri seyrediyor kadınlar
uykusuz ve yorgunum en az otoban kenarına
belediyenin zorla diktiği kasımpatılar kadar
hayat bir heyulaymış Hay'la gelip Hû'ya giden
gençken anlamamıştım, şimdi anladım, o kadar!

"Lizbon'a Gece Treni" Zor!

   Raimund Gregorius benden bir yaş büyük. Yalnız yaşıyor, kadim diller öğretmeni antik Yunanca, Latince ve İbranice dersleri veriyor. Diller onun tek tutanağı (tutanak da ne güzel denk geldi buraya!). Bir gün bir kadına rastlıyor ve bir günde hayatı değişiyor, olaylar gelişiyor. 
   Neredeyse bir aydır bitirmeye çalışıyorum. Zor roman. Başlangıçta hızlı ilerledi sonraları tavsadı. Romanın sonuna kadar başında karşılaşılan kadın ve telefon numarası ile ilgili bir ipucu aradım, bulamadım. Raimundo'nun peşinden koşup durduğu Amadeu Prado adlı egosantrik bir doktorun çevresinde gelişen olaylar zinciri fakiri fazla çekmedi. Nedir: şuursuzca Prado güzellemesi yapılmaktadır (sen neymişsin be abi!). Romanda karşımıza sıkça çıkan Prado alıntıları iyidir hoştur ama romanımızın kimin etrafında şekillendiği muallaktadır. Neyse; beni okumadan soğutacaktı az daha. Zar zor bitirdim. Hakkında çok iyi eleştiriler var ama benim açımdan tekrar okunacak roman değil. Filmi de varmış. Başrolde de pek sevdiğim ceremiayrıns, bulabilirsem izleyeceğim. 
   Siz bilirsiniz yani.

28 Ekim 2023 Cumartesi

"Y'ol" Yine Güzel!

 İlk basım 2006, onbirinci basım ise 2020'de (bir şiir kitabı için ne sevindirici).73 sayfa. Daha önceki kayıtlarda var şiir kitabı tanıtılmaz, tanıtılsa da objektif değil olabildiğince öznel olur (herkesin şiiri kendine). Yalnız şairimizin o yıllarda harfleri üst üste kullanma alışkanlığı varmış. Gördük, biliyoruz, hoşumuza da gitti! 
   Mutad üzre (iyiden tekaüte bağladım) yine içime dokunan (bu kez aşkmeşk şiiri değil) bir alıntı yapıyor, huzurlarınızdan çekiliyorum.

ÖTEKİ

Ama siz yükseleceksiniz hep bembeyaz,

onlar aşağıda siyah kalacak!

Sizin başınız bulutlarda dursun onlar balçıkta bacak!

Siz tatlı rüyalarınızı görün, onlar terleyip sıçrayacak!

Kavunun kabuğuna bıçağı indirin siz, onlar kaçışacak.

Genişleyin siz merkezde onlar kenarda daralacak!


Onlar seyrek bir fotoğrafta uzağa bakanlar.

Onlar bir ömür taşlara su tutanlar.

Onlar bir hatırada donmuş duranlar.

Onlar bu dünyada yanmış da külde uyuyanlar.


Siz nasıl da menekşe gözlüsünüz onlarsa hep aç gözlü!

Ah siz ölümsüzsünüz dünya üstünde, onlar ölümlü.

Ve siz nasıl da güzel kokuyorsunuz, insanın hası

Onlar kenarda kirliler; onlar atık, onlar sası.


Ah siz, nasıl da "Siz"siniz buram buram, onlar avam.

Bu cahilin, yoksulun, barbarın ışık neyine, onlar ziyan!


Siz "It was very amazing" derken "and fun"

Onlar özür dileyenlerdi ağacın ruhundan.


Balkonunuz çok yüksek sizin baş döndürüyor.

Dünya pek alçak bir yer olacak yakında öyle görünüyor.

11 Ekim 2023 Çarşamba

"Kim Bağışlayacak Beni?" Birhan Keskin'den Sözler.

  Şiir kitapları diğerleri gibi değil, öyle başlayınca hemen bitmiyor. Başucumda iki ayı aşkın zamandır duruyor. Yatmadan önce kâh başından kâh sonundan bazen ortasından okumadığım şiir kalana kadar kıraat ettim. Yine insanın iman tahtasında değişik yerleri titreten satırlar. Okununca uykuları kaçıran dizeler. Velhasıl, alçak bir rafımda dursun ara ara yine bakarım ben. Yazarımızın gönül koyacağını zannetmediğimden bir alıntı aşağıda. 
RUTH

Dur Ruth,
aşkın karanlık yüzünde dur, öylece.
Hep.
Böyle dursun aşk her zaman hayatında.
Karanlık yüzünde dur aşkın,
sus. Tamamı buydu, de.
Bütün yavanlığıyla süren insanların
kuytularında kal. Orda kal.
Unut Ruth,
unut sen
ben sürdürürüm kalan kısmını, hattın bu ucunu
kervanlar ve sahrayla 
kendime de sana da ağlarım.
Sen sus Ruth, sen konuşma,
sen yavan hayata katıl
orda sürdür mutsuzluğunu.
Sahra nasılsa geçeceğin yer değil.
Ah, Ruth, hala sevgili Ruth,
ortalıkta dönen yalanlarını hissettim, hep.
İsteseydim kolayca ortaya çıkardı.
İstemedim. Senin kendinden kaçırdığın şeyleri
ben nasıl ortaya koyardım!
Sen kendini kandırıyordun,
seyircin oldum
yalanlarını oynayışını seyrettim.
Son âna dek.
Kendini ikna ettiysen beni de ikna et
istedim.
Ruth, mutsuz meleğim.
Sen inandırmakla, inandırmamak arasındaki
o siyah noktada durdun.
Bunun adı işte: zulümdü.
Bu zulümde sen beni bütün uçlarımdan çarmıha gerdin.
Ben bütün uçlarımı kanatarak kopardım kendimi ordan.
Tekrar tekrar,
tekrar tekrar kanattım Ruth,
senin istediğinden fazla kanattım kendimi.
Kendimi kendi zulmümde tuttum, orda kaldım.
Onu çektim. 
Yapmasa mıydım Ruth?
Bunun cevabı artık anlamsız.
Ben zaten Ruth, bana gelecek olan o zulmü gördüm.
Sendekini, sendekileri.
Bendeki tamamlanmadı henüz.
Son sözü benim söylemem neyi değiştirdi?
Hiçbir şeyi.
Bir çocuğun, senin çocuğunun Ruth, kendini
kandırmasından başka neyi ifade eder bu?
Hiçbir şeyi.
Benim son sözü söylemem, bendekileri,
hala bende kalanları
sana eksik gelenleri,
hala söylenecek olanları bitiriyor mu?
Hayır. 
Senin eksik kalanlarını bana söyleyeceklerini
tamamlıyor mu?
Hayır Ruth,
eksik kalanlar çoğalıyor aramızda.
Şimdi, bende kalan boşluğu doldurmak üzere
borçlu değil misin - kendi mutsuzluğunu da
benim mutsuzluğumu da borçlu değil misin bana?
Ama bırak öyle kalsın.
İnsanın yüreğinden geçmeyen borçlar ödenmezler.
Sen Ruth, sevgilim Ruth,
hattın öbür ucundaki derin sessizlik!
Sus. İstediğin kadar sus artık. Öyle kal.
Kervanları ben yalnız geçiririm sahradan
sen yalan hayatını sula.
Aşksız hayatın kenarında dur. 
Sana verilecekleri bekle.
Tamamı buydu, böyle de.

Ama Ruht, ben,
benim söylediklerime, 
benim çığlıklarıma inanmayanların söylediklerine, 
onların çığlıklarına artık inanmayacağım.
Söz Ruth.
Sen benim çığlıklarımı duydun,
bana en yakın uzaklık sendin.
Bir tek sen duydun çığlıklarımı
artık Ruth,
senin söylediğin hiçbir şeye inanmayacağım.

8 Ekim 2023 Pazar

"The Creator" Yapay Zekaya Holivut Bakışı.

 Kuru Otlar Üzerinde'yi izlemeye hazır hissetmiyorum. O yüzden bu Pazar, kafayı pırıl pırıl yapmak için Holivut'un yapay zekaya olan yaklaşımına göz atmak için bu pelikulayı izledim. Anladım ki içinde soru sordurmayan bilimkurgu, özel efektleri ne kadar güzel olsa da çekmiyor artık fakiri (gel de eski günleri arama!). 
   İçinde yapay zeka olsa da (bilimkurguda nispeten yeni sayılan bir tema) iki saati aşan filmimiz (2s13d) buram buram holivut kokan bir kordela (kordela mı kaldı arakolpa?) olmaktan kurtulamamış. Konu şu: yapay zeka tehdit değil, insanlığa bir kastı yok (kişisel olarak katılmıyorum, başka (bkz. homo sapiens vs. neanderthal örneği)). Özel efektler şükela (ki yabanın içine bilimkurgu pek yakışır (ormanın içindeki bir hipergalaktik budist tapınağı misal)), oyunculuklar yerlerde (koskoca kenvatanabe'yi kafası bilyalı android yapmışlar), sanat yönetmenliği çizgi ötesi, senaryoda akıl almaz cevap verilemez sorular dolu. Ne arşivime alırım ne de görmek isteyenlere öneririm. 
   Bu sabah Runkara'da koştum, ardından Mülkiye çoksesli korosunda Muammer Sun'un bir eserini çalıştık, ardından başka faaliyetler falan, oldukça dolu geçen bir pazarın sonunda kafamı rahatlatmak için gittim. Yanarım yanarım giden 80 TL'me yanarım. 

3 Ekim 2023 Salı

"Cin Aynası" Ercan Kesal'dan

   289 Sayfa, Kesal'ın hayatından kesitler. Girizgâh bölümü mükemmele yakın. Biraz oyalandı rahlede, nedeni geliyor. Girizgâhı okuyunca dedim "bunu biraz yavaş sindire sindire okuyayım" ama öyle olmadı. Nedir: yazıların hepsi tek tek ele alınınca pek sarsıcı, pek çarpıcı. Ama (bir cümlede ama varsa öncesini okumasanız da olur) kitabın ortalarına geldiğimde içimi bir kasavet kapladı. Son bölümdeki sinema yazılarına kadar da geçmedi. 
   Yazılarda konu edilen kişiler bir süre sonra tekrara giriyor. Bu kişilere ve yaşadıklarına itirazım zinhar yok. Her yazı ayrı ayrı okunduğunda insanın içinde acı&öfke tellerini titretir lakin art arda okunduğunda ters manyel yapıyor zihinde. 
   Sinema ile ilgili olsun olmasın birçok yazıda bu sanatla ilgili göndermeler var. Kurosawa, Antonioni, Tarkovski, Haneke ve daha niceleri. Yalnızca Nuri Bilge ismi yok. Hayır yazarımızın sinema kariyerinde önemli bir isim de halbuki. Neyse, arada Birhan Keskin'in dizeleriyle takviye yapa yapa bitirdim. Peri Gazozu daha içime sinmişti, bunu okumak acı verici. Siz bilirsiniz yani.

24 Eylül 2023 Pazar

Ali Lidar'ın "Tesirsiz Parçalar"ı.

   Eski kitaplıkları kurcalamaya devam.
   Bu kez bahtıma tesirsiz parçalar çıktı. Yine yazarın yaşadıklarından kesitler. 230 sayfa, dört sayfayı geçmeyen yaşananlardan billurlanan satırlar. Çok içime dokunan sayfalar da oldu, hızlı okuma ile geçtiklerim de. 
   Yazarın bu kadar sayfa içinden birbuçuk sayfacık alıntı yapmama kızmayacağını ümit ederek "Yavaş Yavaş" başlıklı yazıyı aşağıya alıntılıyorum. 

"Aniden olup biten şeylerle başa çıkmak sanıldığından daha kolay aslında... Hiç istemediğin, hazır olmadığın, hatta asla kabul edemeyeceğini düşündüğün herhangi bir durumla birdenbire karşılaşınca dengen bozuluyor haliyle... Ama bir süre sonra direnç göstermeye başlıyorsun. Eğer ne olursa olsun kabul edemeyeceğin bir şeyse başına gelen ve direnecek gücün yoksa bile kabullenmemek, delirmek, hatta kendini öldürmek gibi seçeneklerin her zaman var. Ve reddetmek, delirmek ya da ölüm, kaybederken kazanmak anlamına bile gelebilir belki... Hiçbir durumda mağlup olmazsın. Ya üstesinden gelirsin başına gelen şeyin ya da çekip gider, reddeder, farklı bir bilinç durumuna bürünürsün (farklı bilinç durumu demek, delilik demekten daha sevimli mi ne?). Ama o şey birdenbire ortaya çıkmadıysa, aniden üstüne atılmadıysa, yavaş yavaş sızdıysa hayatına hatta neredeyse tatlılıkla sokulduysa farkettiğin an reddetmek ya da delirmek ya da ölmek için çok geçtir artık. Reddedemezsin, çünkü varoluşun dahil her şeyini onunla tanımlamışsındır farkında olmadan. Deliremezsin; deliren bir deli aslında akıllanmış olur ve böyle bir iyiliği hakedecek kadar iyi şeyler yapmadığın kesin. Ve ölemezsin, çünkü içine sızdığı her şeye korkaklık afyonu bütün hücrelerine işlemiştir. Çaresizce kabullenmekten başka seçeneğin kalmaz. Mağlup olmuşundur. Başka türlü bir oyun başlar artık ve kendi hayatını tatsız bir film gibi izlersin.

   Oysa bütün istediğin kıpırtısız bir hayattı. Sakin, dingin, hareketsiz... Mutlu olmaktan çoktan vazgeçmiştin, istediğin tek şey huzurdu. Huzurun yolu da mutlak eylemsizlikten geçiyordu. Ama ne zaman, ne eşya, ne de o izin verdi buna. Her şeyin tabii olduğu değişim yasalarından hayatını kurtaramadın. Alışkanlıklarını korumak pahasına direndiğini zannettiğin değişim yavaş yavaş sana ve eşyaya, gününü ve gücünü gösterdi. Ne büyük ideallerin vardı, ne kahramanlık hayallerin... Basit bir hayat, basit insanlar, zamanın ağır aktığı Foça gibi bir yer ve ölürken bile kimsenin düzenini bozmayacak kadar fark edilmeyecek bir yaşam... Kurduğun hayallerin bile tek bir ortak noktası vardı. Basit, sıradan, sakin bir hayat... Buna benzer bir şey kurduğunu zannetmiştin bir süre ama her sıradan insanın başına gelen senin de başına geldi. Kendi ellerinle kurduğun düzen başka eller tarafından yıkıldı. Birdenbire olsaydı bu, bir yolunu bulur başederdin; baktın olmadı kaçar giderdin. Ama yavaş yavaş oldu her şey... Usulca sokulurken hayatına, öyle güzel becerdi ki kendisini yadırgatmamayı; masanın üzerindeki biblonun yerini değiştirmek için bile aylarca doğru anı bekleyen sen, hiçbir tuhaflık sezmeden yavaş yavaş aldın onu hayatına. Her gün bir adım attı. Sezmişti belki sendeki ürkekliği, hiç gürültü yapmadı. Öyle bir an geldi ki sonra, sanki o zamanın başlangıcından beri seninleydi. Ruhun bedene girmeden önce onunla beraberdi sanki, öyle hissetmeye başlamıştın. Alışkanlıklarının bozulmasına izin vermeyecekmiş gibi davranıyordu, kanda yavaş yavaş yayılan morfin gibi dağıldı tüm hücrelerine. Ve her şeyin farkına vardığında artık çok geçti. Birdenbire olsaydı keşke... Keşke aniden karşına çıksaydı. Reddedebilir, kaçabilir, yokmuş gibi davranabilirdin o zaman belki. Olmadı. Yavaş yavaş girdi hayatına, ve sen durumu fark ettiğinde hayatın artık sana ait değildi..."

20 Eylül 2023 Çarşamba

"Z Raporu" Ali Lidar'ın Hayatı.

  Yeni yerleştiğim evin kitap raflarından birinde rastladım. Herhangi bir kategoriye sokulması bana göre çok zor. İki sayfalık aforizmalar mı, otobiyografi mi, deneme mi bilemediğim metinler. 155 sayfa, bir iki sayfalık satırlar. Neyse ne! Başladıktan bir gün sonra bitiyor, öyle akıcı.

   Yazarımız Eskişehirli bir felsefe öğretmeni, biraz ağzı bozuk, düzenle arası yok (hem memur olup hem de düzenle arası açık olmak konusunda benzeşmişiz). Şiir kitapları da varmış, alıp okuyacağız mecburen. En sondaki "Dağılın" yazısı pek içime oturdu. Böyle birçok yazı da var ince yerlerden gören. 

   Tek kaygım: bunların hepsi kendi yaşadıklarından cımbızlanmış. Malzeme bitince şiire dönülecek yine (ki ben pek zayıfım o konuda (çalışıyorum ama zor oluyor)). Anladığım kadarıyla kendine ait bir okur kitlesi de var. Geç keşfetmek, bilmemekten iyidir diyor ve başka kitaplarını edinmeye bakıyorum. 


"Ağaçkakan" Bildiğiniz Tom Robbins.

  Prenses Leigh-Cheri'nin yolu (Güney Amerika'nın sürgündeki kraliyet üyelerindendir ve gerçek bir prensestir kendileri), kanun kaçağı Bernard ile kesişir, aşka düşerler, olaylar gelişir.
   Bildiğiniz Tom Robbins romanıdır. Alaycı, uçarı, bilge ve erotik. Kimi zamanlar üslup biçemin önüne geçse de keyifle kıraatı her halûkarda mümkün kılar. Hazretin kitaplarını okuma rehberi başlıklı bir yazım dahi olduğundan (merak eden buraya tıklayabilir) detaya girmenin bir faydası yoktur ama burada aşkın, tensel yakınlığın, aşkı korumanın yollarının pek şetaretli sayfaları vardır (beyaz midillliler ve aştıkları çitler aşkına). Bir küçük alıntı ile Bay Robbins gücenmeyecektir herhalde. Buyrunuz aşağıda. Bu arada öneriyorum tabii, her daim ruha letafet verir Tom Robbins okumak.
"Yarım kaldığımızda bizi tamamlayacak birini ararız daima. Birkaç yıllık ya da birkaç aylık bir ilişkiden sonra ihtiyacımızın hala giderilmediğini görünce beraber olduğumuz kişileri suçlar, daha ümit vaat eden biriyle arkadaşlık kurarız. Bu hep böyle sürebilir (dizisel poligami), ta ki - bu arada bir partner yaşamımıza hoş boyutlar katabilse de- her birimizin kendi tamamlanmamızdan sorumlu olduğumuzu kabullenene dek. Bunu bize başka kimse sunamaz ve aksine inanmak, kendimizi tehlikeli bir şekilde aldatmak, girdiğimiz her ilişkiyi nihai başarısızlığa programlamaktır" Nasıl çarpıcı değil mi? Theodore Reik'in benlik ideali kavramını bir güzel açıklamış üstat. 

11 Eylül 2023 Pazartesi

"Amador" Sahici Film.

   Marcela, İspanya'da Peru'lu bir göçmen. Hayatı zor. Kocası çöpten çiçek topluyor, toparlıyor satıyor (varmış böyle bir iş). Çiçekleri koydukları buzdolabının yanına bir ikinciyi alınca, paraya ihtiyaç oluyor. Marcela, Amador (Los Lunes Al Sol'daki Amador (filmdeki adıyla müsemma)) adındaki bakıma muhtaç bir yaşlının bakımını üstleniyor. Amador, yatağa bağımlı ama Marcela'nın içine dokunan bir şeyleri var. Neyse olaylar gelişir.
   Uzun zamandır bu kadar sahici bir film izlememiştim. En son iskandinav filmi bile "evet karşim, bu filmdeki gibi tipler var." hissi veriyordu ama bu kadar sahici değildi. Süresi biraz uzun (1s52d), ortalarda sarkar gibi oluyor ama sonlarda toparlıyor ve mükemmel bir final içeriyor. Benim çok hoşuma gitti.
Marcela'nın kocasında Amador'dan izler bulmaya çalışması, en sonunda buzdolabının susuşu ve en son sahne (zincirlerimizden başka kaybedeceğimiz ne var ki Yorik!) Bu arada başrol oyuncusu bombastik bir oyuncudur.
Bir insanın öldükten sonra bile kimi insanlara yararlı olması (defnedilmemesi halinde bile!).
Daha neler neler...

"Ütopya Edebiyatı" Sadece Akademisyenlere.

   Özgen Berkol Doğan Bilimkurgu Kütüphanesi'nden İş Bankası'nın yayımladığı ciddi bir neşriyattır. 
   Efendim, takdir edersiniz ki ütopya edebiyatta büyük bir alan. Thomas More, çok bilinen konuşmasında ilk defa bu kelimeyi kullansa da; türün çok daha önce verilmiş örnekleri var. Günümüzde distopyalar daha sık görülse de ütopyalar da az değildir hani. Bunları okuması çoğu zaman keyiflidir. Fakirin kalem oynattığı bilimkurguyla da çok güzel bir kurufasulye&pilav bağlantısı vardır. 
   Cambridge Edebiyat Araştırmaları, bu konuda yetkin isimleri toplamış, kağıtlar yazdırmış. Ortaya da 11 görüşü cem eden bu hacimli (401 S. büyük boy, küçük punto) kitap çıkmış. Fakir, en çok Peter Fitting'in "Ütopya, Distopya ve Bilimkurgu" makalesini didikledi. Bir de en son bölümde, kendi de bir bilimkurgu yazarı olan Brian Stableford'un "Ekoloji ve Distopya" yazısının altı üstü çizildi. 
   Nedir: okuru eser ilgilendiriyor günümüzde, eser hakkında yazılanlara fazla bir ilgi yok. Eğer akademik bir ilginiz yoksa muhtemelen bunu pas geçeceksiniz ancak okuduğunuz en pespaye aşk romanının bile aslında bir ütopya olduğunu düşünürseniz, belki de bu tür hakkında daha fazla bilgi sahibi olmanın bir zararı yoktur. Yani siz bilirsiniz.

30 Ağustos 2023 Çarşamba

"Tanrı Olmak Zor İş" Sovyet Tanrılar!


 Strugatski Biraderleri seviyorum. Bu matbuat da "Uzayda Piknik"ten sonra en çok baskı yapılanıymış, aldık, hazmettik.
   Gelişmiş uygarlıktan gizlice ortaçağı yaşayan bir dünyaya gelen gözlemciler. Asla müdahale yetkileri yok ve kendilerini ustaca gizliyorlar. Bir asilzadenin yerine geçen Anton, şahit olduğu bönlükler karşısında kendini tutamaz ve olaylar gelişir.
   Standart bilimkurgu kalıpları dışında yazılmış bir roman. Öyle son teknolojik gelişmeler yok (en gelişmişi bir helikopter ve mercek kamera). Aksiyon dozu adeta bir Pardayanlar serisini hatırlatıyor. Zaten biraderler de "Üç Silahşorler" tarzı bir şey yazmak amacıyla başlamışlar projeye. Lakin içinde beyin tokatlayan tespitler var. Daha doğrusu okura sorular sorduruyor. Misal: toplumların içinde bulunduğu bataklıktan çıkması için devrim gibi bir atılıma mı ihtiyacı var yoksa bırakınız bulunduğu bataklığı kendileri idrak etsinler ve kendileri çıkmaya mı çabalasınlar? İçinde yaşadığımız, bilime ve bilimsel yönteme uzak olduğumuz bugünlerde kendi kendimize sorduğumuz ve cevabını bulamadığımız bir soru. Küçük bir alıntı aşağıda. Okumasanız da olur ama okursanız daha iyi olur.
“Hiçbir devlet, bilim olmadan gelişemez; komşuları yok eder onu. Sanat ve genel kültür olmazsa devlet kendini değerlendirme ve böylece çeki düzen verme yetisini kaybeder, her saniye ikiyüzlüler ve alçaklar doğurmaya başlar, yurttaşlarında tüketim çılgınlığı ve kibir gelişir, sonunda da daha akıllı komşularının kurbanı oluverirler.”

24 Ağustos 2023 Perşembe

"Syk Pike" Hakikaten İlgi Manyağı.

  Ne zamandır izleme listemde. Stream (ne işim olur streamle) internet kanallarında yayınlanınca sinemada kaçırdığımı telafi edeyim diyerek oturdum başına.
   İzlemesi hakikaten zor filmdir. Signe bir kafede garson, sevgilisi Thomas yeni parlamaya başlamış bir sanatçı. Her ikisi de narsist. Thomas narsisizmini sanatına yansıtmış ve ilgi görüyor. Signe de ne yapsın, ilgi çekmek için bulduğu en kolay yola sapıyor. Kendine zarar vermek. 
   Nordik sinemaya özgü komedi unsurları içerse de, anlattığı hikayenin (artık çevremizde görüyoruz daha hafif Signe modelleri) gerçekliği pek korkutucu. Signe'nin imgelemindeki olasılıkların filme yedirilmesiyle filmimiz çok katmanlı olmuş. Bu olasılıklar tabii ki de narsistimizin ilgiyi kendine çektiği senaryolar. Oyunculuklar, kurgu ve özellikle makyaj çok başarılı. Karşılaştırıldığı "Dünyanın En Kötü İnsanı" ile benzerlikler taşıyor belki ama ayrı iki kategoride değerlendirilmeli diye düşünüyorum. 
   Ben arşivime attım. Her ikisini de bir yıla kadar art arda izlerim. Ama bunu izlemesi hakikaten yorucu. Siz bilirsiniz yani.

23 Ağustos 2023 Çarşamba

"Rüzgar Bizi Götürecek" Furuğ'un Beş Kitabı Birarada.

   YKY güzel bir iş yapıp Ferruhzad'ın beş kitabını (Tutsak, Duvar, İsyan, Yeniden Doğuş, İnanalım Soğuk Mevsimin Başlangıcına) derlemiş.
   Şiirde ümmiyim. Furuğ'un ancak pek bilinen şiirlerinden bir ikisine vakıftım. Kitap, bir ayı aşkın zamandır başucumda. Şunu anladım ki: bir şiiri adamakıllı hazmetmek için yazıldığı dilde okuyacaksınız. Bu şiirleri farsça bilip okusaydım belki de daha iyi anlayabilecektim. Ancak başta dediğim gibi şiirde oldukça cahilim. Tekrar tekrar okuyup birşeyler olmasını bekledim ama olmadı. Sadece iki yerde titredi içeride bir yerler (tüm yaralarım ve kuşların uçuşu ile ilgili dizeler) o kadar. Özellikle ilk dönem kitapları ciddi (burada fularımı savuruyorumdur) kösnül bir içerikle yazılmış. Şah dönemi suni modernleşme çabalarında yazıldığından yayımlanmıştır yoksa günümüzde bırakın İran'ı, yerli ve milli memleketimde bile sayın muhbir vatandaşlar tarafından pruvaya alınabilecek cürettedir yazılanlar. 
   Şiir İran'da önemli. En küçük yerleşimde bile insanlar Sadi'yi, Hafız'ı iyi bilirler. Modern şiirin öncülerinden Furuğ da es geçilmeyecek bir durak. Ancak farsça bilinip okunsa daha iyi olur.

22 Ağustos 2023 Salı

Portekiz'de Yelken yahut Sevilla, Lagos Kısa Kısa

   Yelkene müptelayım. Deniz üstünde çok vakit geçirdim ama hep makinalar, jeneratörler, yardımcılar, vardiyalar, motor sesi, egzost kokusu vardı. Yelkene iptilam, nispeten yakın tarihli. Gerekli belgeler (hem uluslararası hem de memlekettekiler) bittamam ama bunlar hep gemiciliğimin verdiği tecrübeyle oldu yoksa yelkende acemi sayılırım. Orta boy bir yelkenliyi alıp iç denizlerde gezecek kabiliyetim var ama öğrenmenin sonu yok. Bu yolda ilerleyeceğim. 
   Yelken memleketimizde (bakın burası çokomelli) oldukça pahalı bir spor. Haftalık eğitimlerin (o da bir teknede maksimum üç kişi olacak adamakıllı bir eğitim) 1000 avroları geçmesi olağan. Crewbay diye bir internet sitesinde Portekiz'de bir ilan dikkatimi çekti. Questina-II'nin kaptanı Dave ile yazıştık. Kabaca bir fayda maliyet hesabı yaptım, aldım biletleri çıktım yola. Bu bir haftalık yelken seyahatinin çok önemli bir kısmı deniz üstünde geçtiğinden, karada neler olup bittiğine dair izlenimlerim pek cılız. Yine de aklımda kalanları yazmaya çalışıciim. 
   Limanımız Portekiz'in Güneybatısındaki Lagos. Yakınlarda havaalanı (en azından memleket bağlantılı) olmadığından İspanya Sevilla'ya gittim önce. Bu bilet ucuz olsun diye Köln'de uzun bir bekleme aldım. Arada Köln'ü de gezdim.

 Köln havaalanının içindeki raylıya binince 20 dakikada sizi Köln Dom'unun dibine kadar götürüyor. Otomatlardan alınıyor biletler (3.80 EUR). Türkçe versiyonu bile var. Köln Kilisesi gotik ve devasa bir yapı, çevresinde hayat var. Sokak müzisyenleri (Sezen Aksu çalan (hemi de pek içli) klarnetçi vardı), her ünlü markanın satış mağazaları, bolca turist, bolca restoran. Köln'ün ünlü birası Kölch'ü zıkkımlanmak memleketimden ucuz (işte bu da beni çok hüzünlendiriyor). Tazecik Berlinerler yine memleketten ucuz. Neyse kısa kaldım zaten uzatmayayım. Buradan iki buçuk saatlik uçuşla ver elini Sevilla. 

   Ben geldiğimde (12 Ağustos) Sevilla 45 C'di. Allahtan gece vardım da biraz serinlemişti (33 C) yine de taşlardan ateşler çıkıyordu. İspanya'nın doğu ve kuzey kesimlerinden farklı olarak burada mimaride bariz bir Endülüs Emevi etkisi var. Bunu kırabilmek için şehrin merkezine üstteki fotoğraftaki gibi bir mantar kondurmuşlar bir Alman mimara ama karşısında yine tipik endülüs yapıları. Beyhude bir çaba yani. İber jambonu ile sanat yapan kasaplar gördüm, memlekettekinden ucuz ve lezzetli peynirler gördüm, İbn-i Haldun'a hak verdim (Coğrafya Kaderdir). Burada bir gece kaldıktan sonra otobüs terminalinden atladım Flixbus'a (otobüsün Avrupa'daki uber versiyonu) 4 saat sonra Lagos'taydım. Lagos 25 C'ydi ohh Dünya varmış.
   İspanya'dan Portekiz'e geçiş bir nehrin üzerinden oluyor. Kenarda kıytırık bir gümrük binası var, memurlar hep siestada. Şu aşağıdaki fotografinin karşı kıyısı İspanya, ben fotoyu Portekiz'den çektim. Böyle sınırların olmadığı yerlerden geçerken hep bir burukluk hissediyorum. Ne olurdu şu sınırlar hep böyle olsa!
   Lagos, Portekiz'in yerel turistinin gözdesi bir liman şehri (Portekiz Erdek'i). Pek tarihi bir binası yok. Güzel grafitileri, lezzetli yerel tatlıları, kapalı bir kilisesi, küçük bir kalesi, yeterli bir marinası, aşırı turistikleşmiş bir şehir merkezi var. Markette satılan tavşanlar insanı vejetaryen yapar.


   Otobüs terminali marinanın tam karşısında olduğundan çabucak vardım menzile. Dave'le buluştuk, eşyaları kıç kamaraya yerleştirdim, seyre başladık ve altı gün çabucak bitti. Önceden söyleyeyim de gitmeye hallenenler zorlukları gözünde bir canlandırsın. Kaptanın acaip ağdalı bir ingiliz aksanı var. İngilizce biliyorum diye kendinize güvenmeyin, söylediklerinin yarısını anlarsanız iyi. Tabi bir de denizcilik jargonunun ingilizcesini çalışmanız gerek. Halatı fairlaide krosla diyor, fairlaid ne diyorsunuz tabi. Adam nereden bilsin koçboynuzunu. Ayı bacağını açıkladığımda gülmekten yarıldı, "nereden buldunuz bu ismi yav" diye. Kıç kamara size tahsisli ama tuvalete gitmek için havuzluktan geçmek zorundasınız. Bu da kaptanın quarter'ının (hemen kaptım jargonu) yanı. Gece "aman uyandırmayayım" diye tedirgin olabilirsiniz. Kamarada iki kişi yatar, yeterli dolap var. Marina'da elektrik ve su sorunu da yok, banyoları tuvaletleri otel konforunda, çamaşırhane ve marketi çok makul. (yazmadan geçemeyeceğim Dave 11 metrelik (ki uzatmalarla 12'yi geçer) tekneye memleketimin üçte biri fiyat veriyor yıllık. Üstelik elektrik su bedava (bir de giriş çıkışlarda yaya köprüsünü açıyorlar sizin için)). Teknede tek başına seyir yaptım, günlük 30 EUR karşılığında. Kumanya alışverişi altı gün için makul ötesi bir şey tuttu. Yemekleri bir gün kaptan bir gün ben yaptık, bulaşıkları da aynı hesap. Demirleme, cayp, teg (işte bunlar hep denizci jargonu), rüzgar tutma, mevki koyma, harita çalışmaca, nisbi gerçek kerteriz alma hepsinin üstünden geçtik. İki gece başka koylarda demirli kaldık, diğer günler marinaya döndük. Her gün iyi yatırdık kızı. Son günde 25 knota varan rüzgarda 40 dereceleri gördük, bir ara endişelendim iskeleden alabandayı bir karış geçmiş deniz biz hala zorluyoruz. Neyse koltuk halatlarını verince hissedilen güvenlik hissi insanı yelkene daha bir yaklaştırıyor. Bu hafta 11 metre teknede yedi kişi verilen önceden ayırttığım eğitimi iptal ediyorum, gerekirse bir daha giderim Questina-II'ye. 
   Dönüşte aynı yolu (bu kez aktarma Viyana üzerinden ama hem beklemem kısaydı hem de iki ay önce altını üstüne getirmiştim zaten) tersine tebbet döndük ve bozkıra alışmaya çalıştım.
   Bu yazı geziden çok yelken üzerine oldu, ama gezmekten çok yelken yaptım. Bende neyse o! Fazlası çıkmıyor.