29 Eylül 2019 Pazar

"İnsandan Öte" Süpersonik Bilimkurgu.

   Hafif telepat, eline becerikli, aklı biraz kıt bir birleştirici. (Yalnız)(ama anti-yerçekimi jeneratörü yapabiliyor)
   Telekinetik ve telepat bir aktarıcı.(Janie)
   6 Aylık, mongol bir işlemci.(Bebek)
   Teleport ikizler. (Bonnie ve Beanny)
   Gözbebekleri fırfır dönen bir gövde.(Gerry)
   Yukarıda bahsedilen karakterlerin hepsi tek bir bireyi oluşturuyor aslında. Yeni model "Homo Gestalt"ın ögeleri.
   Altıkırkbeş'in; ilk önce birşeye benzetemediğiniz ama kitabı bitirdiğinizde "daha iyisi yapılamazdı" diyebileceğiniz kapağıyla, 288 sayfada hayalperest okura sunduğu şükela bir bilimkurgudur. 1953'de yazılabileceğine hiç ihtimal vermezsiniz. Okuduğunuz ilk sayfalarda "n'ooluyoruz?" diyeceksiniz. Biraz sabır! İlerleyince her zaman okuduklarınızdan farklı bir şey tecrübe ettiğinizi anlayacaksınız. Şöyle ki: temel hisler aktarılıyor, sonra bunlarla tetiklenen eylemler, özne yok! (onu da siz çıkaracaksınız) böyle böyle okurken (ilk bölümler herhalde bir sınav (geçene iyi ödül var)) yavaştan konuyu idrak ediyor, büyük resmi görebiliyorsunuz. 
   Homo Gestalt'ın kendiliğinden oluşması ve bir insanın hayatını önce mahvedip sonra onarmasının hikayesi. Günümüzün bile ötesinde bir yazım tekniği. Bir çok farklı mecraya ilham verebilecek bir hazine. Kendi adıma Yorgos Lantikos'un "Kynodontas"ındaki manyak baba ve kızları ilk bölümlerde, Marvıl'ın X-man'lerini ise sonraki bölümlerde şıpınişi çıkardım. 
   Maatteessüf Bay Störcın (mersinbalığı demekmiş)'ın dilimizde fazla bir kitabı yok (diğer ikisini hemmen Nadir Kitap'tan bulabildim). Velhasıl: istikrarla öneririm.

28 Eylül 2019 Cumartesi

"Damızlık Kızın Öyküsü" Distopya Candır da!

   384 sayfalık bir monolog. "Damızlık" bir kızın ağzından distopyaların tozu attırılıyor. Yazılanlar öylesine içselleştirilmiş ki "nasıl oluyor da böyle oluyor?" diye soramıyor bile biçare okur. İlerledikçe neden böyle olduğunu anlar gibi oluyoruz ve roman bitiyor, yazılar çıkıyor. 
   Distopyayı pek severim. Yeniyetmeliğimde okuduğum (ve daha sonraları da çok okuduğum) "1984"den beri böyle. Bayan Etvuud'un Antilop ve Flurya'sından sonra dizisi de çekilen ve kalabalıklarca daha çok tanınmasını sağlayan bu kitabına da kayıtsız kalamazdık elbette. İki günde bitti. Ama böylesine karamsar bir distopyayı beklemiyordum doğrusu. Yazarımızın feminist çizgisinden olsa gerek cinsler ve sosyal sınıflar arası çok kasavetli bir dünya resmedilmiş. Okurken bunaldım vallahi!
    İşin içinde teknoloji ve bilim yok. Öjenik uygulamalar sadece viktoryan dönemi pratikleriyle hayat bulduğundan mı nedir (seçilimli melezleme) bir önceki kitabı daha bir yutarcasına okumuştum. Bu ise meyanesi (beşamel sosu) fazla yağlı bir beğendiyi bitirmek istercesine okundu. Sonunda bırakılan açık kapı bile içimi ferahlatmadı. Yine de siz bilirsiniz.

12 Eylül 2019 Perşembe

"Unomastica Alla Turca" Hicivin Görkemlisi!

 
   1990'lı yıllarda başlayan ve Tarih-Lenk'de faş ettiği tarihi (tarihsel(Artvin Limanı!)) hataları kısaca ilgili şahsiyetlere yapıştırdıktan sonra aniden okkalı bir geri dönüş yapan (10.Y.y.) kitaptır. Unomastik Holding'in yöneticisi ve yamağı Argun ve Tankut etrafında şımşıkırdak disko topu kıvamında dönen olaylar bir anda biter ve orta asya steplerine ışınlanırız. Burada Tengere (dibin kara!) Tardu Tigin ekseninde Hazaraların, Aktürklerin, Köktürklerin, Oğuzların (ve hatta Peçeneklerin, Safevilerin) ve daha nice boyların budunların hâl-i mecalini temaşa ederiz. 
   Kuşkusuz ikinciye okunacak bir metin bu. İnce göndermelerin birçoğunu ilk okumada yakalamanız güç. Romanımızın yazıldığı yıllarda Soner Yalçın Küçük ikilisinin sabetayist ifşaları, onomastik (bkz.Unomastik Holding) çalışmaları gırla gidiyordu. Zannımca Bay Erdem, bu hayli fantastik cadı avından illallah deyip böyle dalgacı bir metin yaratmış. Ancak dalgacı derken küçümsemiş olmayalım. Ocaktan bir delikanlıya Albız'ın anlattıklarını okusak, içerikten azade, anlatım şekline "hımm, atalarımın destanı!" diye bir içselleştirme yaşattırabilir. Mamafih dikkatli ve rikkatli kâri, muhakkak ki satır aralarına ustalıkla gizlenen hicvi farkedip kahkahalar koyverecektir. Misal: soy bağlantılarından birinin ismi aniden "Benjamin Ficus" olabilir, bölüm ismi olarak "Tengerenin Penceresi" yakıştırılabilir, Albız'ın sıfatları arasına "subaltern" gibi akla zarar (yarar mı demeliydim?) sıfatlar eklenebilir. Ama bütün bu ince/kalın hicivleri bulup çıkartmak dikkatli okurun idrakine kalmıştır. 
   Kendi adıma sesli güldüğüm yerler oldu. Tüm kitabın Ankara-İstanbul-Ankara hızlı tren seyahatinde (yaklaşık 8 saat) okunup bittiği gözönüne alınırsa pek de iyi olmadı (deliye bak!). Hülasa: fakiri gülümseten, güldüren, eğlendiren aynı zamanda ince ince düşündüren bir metindir. Bu zamanda/zeminde bunu yapmak da az şey değildir. Rahatlamak ve biraz gündemden uzaklaşmak isteyen zihinlere öneririm.

7 Eylül 2019 Cumartesi

"Antilop ve Flurya" Yeni Distopyaya Giriş!

    Bir bilimkurgu müptelası olarak bugüne dek okumamaktan hicap duyduğum kitaptır. Damızlık Kızın Öyküsü falan televizyon serisi olarak popülerleşince bir dikkatimi çekmişti ancak bugüne kadar olmadı (popülerden kaçma kaygısı). Mutad üzre en bilinenlerinden değil az bulunanlarından seçtim kitabı. 
   Üç zamanlı bir akışı var. Anlatılan zaman, hatırlanan zamanlar ve daha eskisi. Bozulmuş, insansızlaşmış bir dünyaya açıyoruz ilk sayfaları. Kendine Kar Adamı diyen bir münzevi, anlamadığımız lakaplar (antilop, flurya, fluryanın çocukları) çevresinde bir çevreyi anlatıyor. Feci bir dünya. Sayfalar ilerledikçe buraya nasıl gelindiğini yavaş yavaş anlıyoruz. Olayların çekirdeğinde bir aşk üçgeni var. İki erkek, bir kadın. Üstelik dünyanın feci durumunun da sorumlusu onlar. Aralarında yaşananı aşk değil ancak saplantı olarak değerlendirebiliriz. Tüm bu olanların çerçevesi ise oldukça iç karartıcı. Hatırlanan zamanlardaki dünya, anlatılan zamanlardakinden daha depresif, daha karamsar sanki. 
   Dünya; şirketler ve normal insanlar olarak ikiye bölünmüş. Kaynaklar bitmek üzere, insan nüfusu sınırları zorluyor, kapitalizm almış yürümüş (adeta Blade Runner dünyası (dünyadışı kolonileşme olmadan ama)), hazlar bayağılaşmış, anlam azalmış... diye uzun zaman betimlerim ama okumadan olmaz, okumak gerek. Sonra olaylar gelişiyor.
   424 sayfa Dost Körpe'nin özenli çevirisiyle çabucak akıyor. Üstelik ilk kez okuduğum ve başlarda akışa girmenin çaba gerektirdiği bir metinde. Bunda anlatılan dünyaya gittikçe hızlanan bir şekilde yaklaşmamızı idrak etmemin önemli bir etkisi var herhalde. 
   Çaresiz, Bayan Atwood'un diğer kitaplarını da okuyacağız. Sizlere de aynısını yapmanızı öneririm.

5 Eylül 2019 Perşembe

"The Dead Don't Die" Jarmush'un Son Filmi.

   Cimcarmuş'u keşfettiğimden beri özel bir yere koyarım. Başkalarına gelmez filmlerini tekrar tekrar izlediğim vakidir. Kısalar haricinde çevirdiği tüm filmler arşivimde kuzu kuzu yatar. Zaman zaman bu sefil ağ güncesinde filmlerini tanıttığım olmuştur. 
   En son (bundan önceki) Paterson'u izlerken çok keyif almış, "iyi ki de izlemişim" demiştim. Bir baktım yeni film yolda. Kasta baktım Bilmöri, Edımdrayvır (o da mı Jarmusch tayfasına katıldı yoksa?), Tildasvintın, Stiivbuskemi, İcipap, RZA, Selenagomez (ne işi varsa orda?),Denigılovır veee Carmuş filmlerinin olmazsa olmazı Tomveytz. Fragmana baktım : zombiler. Hah dedim vampirleri görmüştük, zombiler kusur kalmasın. İçten içe de helecanlanıyorum Cimcarmuşun zombilerini görmek için. Filmi Cannes'da açılış filmi yaptılar. 14 Haziran'da ABD'de gösterime girdi. Eee diyoruz ne zaman memlekete gelecek. 
   Neyse yakınlarda malum ortamlara düştü (güzel ülkemde gösterime girmesi şüpheli). Dolayısıyla hemmen açıp izledim.
   Gitmeyin filme!. Fragmanı çok güzel. Oyuncular pek parlak. Sanat yönetmeni iyi çalışmış (Pontiac'lar, Starwars Cruiser anahtarlıklar falan). Senaryonun kimi hoş incelikleri var (Zelda Fitzgerald meselesi! (cep telefonlu zombiler)). Ancak 1s44d akmıyor, geçmiyor. Üstelik de fragmanda görmesi pek keyifli zombilere rağmen. Ne Tildasvintın'ın üzerinde emanet palto gibi duran iskoç aksanı, ne Tomveytz'in orman münzevisi Ergüder Yoldaş halleri (hele sondaki o dış ses olayında filmi bitirdi benim için), ne kahve müptelası zombi İcipap, ne de oyuncuların ilerleyen dakikalarda oynadıkları filmin duvarlarını tek tek yıkması miti filmimizi kurtarmaya yetmiyor. Fragmanı ve tanıtımlarını izleyip, olumlu eleştirileri dikkate alırsanız vaktinizi bu kordelaya gömebilirsiniz ve pişman olursunuz.
   Ben yandım, siz yanmayın!

1 Eylül 2019 Pazar

"Tarih-lenk" Eleştirel Tarih.

 
   Sayın Erdem'in postmodern romanından sonra bir de tarihçi sıfatıyla yazdığı kitaba göz atmak farz olmuştu. İşte bu haleti ruhiye ile başına oturduğumuz kitabımız (456 S.) (çevirilerin ele alındığı bölümde baygınlıklar geçirsem de) bir tarih metinleri eleştirisi olmasına karşın (normalde sıkılmayı beklerim böyle metinler okurken) gayet de akıcı bir şekilde nihayete erdi.
   Yazarımızın meşguliyeti tarih. Hayatını böyle kazanıyor. Yaptığı işe önem de veriyor ki, üşenmemiş tarih konusunda popüler olup yanlışın önde gidenini yapan metinleri zamanı elverdiğince eleştirmiş (haydi yanlışlamış diyelim de başımız ağrımasın). Okuduğunuzda "ohaa n'ooluyoruz?" diyebileceğiniz bir çok metin ve yazarın başını ağrıtacak nitelikle bölümler var. Ahmet Akgündüz, Sait Öztürk, Halide Edip (evet O da var), Soner Yalçın, Yalçın Küçük, İlber Ortaylı (hatta galiz bir Sırpsındığı yanılsaması ile (doğruysa eyvah eyvah!)) ve "Nutuk"tan yaptığı yanlışlamalarla bir çok kişinin başını ağrıtabilecek bir kitap. Niye çoksatar olmadığı çok ilginç. Oysa yanlışladığı metinler oldukça çok satmış/satıyor. Velminelgaraip!
   Bunun yanısıra akademik yazım için (bilhassa tarih alanında) verdiği öğütler de hem kısa hem bilgilendirici.
   Kendi adıma okurken sıkılmadım ancak yazarımızın dalgacı üslubu kimi zaman müstehzilikten saldırgan bir aşağılamaya varıyor gibi geldi. Bu satırlarda biraz üzüldüm. Şimdi burada yazarımızın öğütlediği gibi atıf yaparak bu üslubun eserdeki yerini vermem gerekiyor ama bu akademik bir eleştiri değil, kendisinin yaptığı gibi eseri okuyup bu satırları yazacak enerjim yok (ekmeğimi bu işten kazanmıyorum). Ancak okuduğunuzda bana hak vereceğiniz yerler gelecektir.
   Önceden uyarayım! Kitabımız düz okura gelmez. Tarih, akademik yazın (intihal meselesi pek güzel ele alınmış yalnız (türleri bile var, okurken yarıldım)), 2.paragraftaki yazarların kitapları gibi konulara ilgi duyuyorsanız ıskalamamanız gerektir ama.
HAMİŞ : Kapaktaki jet içeriğe tam oturmuş ama.

"Confessions" Japonlar İntikam İşini Biliyor!

   Japonlar bir garip vesselam! 
   Bir ortaokul öğretmeninin verdiği son derste açılan giriş sahnemiz, buradaki kilit karakterlerin itirafları ile devam ediyor ve bitiyor. Senaryonun ekseni intikam. Mağdurumuz öğretmen, suçlularımız muhtelif. Gerçi suçluları tek tek ele aldığınızda onları suça iten unsur hakkında (tüm sosyal yapı) biraz düşündürüyor ancak bu sosyal yapıya maruz kalan diğer insanların neden suça meyletmediklerini düşünüyor ve suça karşılık ceza olgusunu daha bir içselleştirebiliyorsunuz. 
   Sinematik olarak oldukça vasat üstü bir yapım. Konuyla ilgisi olmayan tek bir kişi bile görmüyor, kalabalıkların içinden yalnızca öyküye katkı yapanlara odaklanabiliyoruz (zira yönetmen onları kadraja almamayı tercih etmiş). Filmimizin bölümlerden oluşması ve kimi zaman bir dış sesin dahil olması, birçok kişinin hoşuna gitmese de (izleyiciyi yönlendiriyur diyolla) fakirin umurunda olmaz. İtiraflarda geri dönüşler ileri gidişler gırla gittiğinden yüksek dikkat gerektiriyor. Sahneler tablo gibi çekilmiş, ilginç bir estetik duruşu var. Oyunculuklar güzel (özellikle yeniyetmelerin rol kesmeleri şükela). Biraz kanlı (sabi sübyandan uzak tutun!). 
   Kendi adıma ilgiyle izledim, hoşuma giden anlar oldu (özellikle filmin sonunda karanlık ekranda söylenen o son söz!). Yazılar çıkınca düşündüm. Ama arşivime alıp ikinciye izlenir mi? Hayır. Neticede intikam, üzerinde çok düşünebileceğim bir kavram değil (2 yanlış 1 doğru yapmaz kabilinden). Nebliyim filmi izlemek dilinizi pile değdirmek gibi (hem de o kare şeklindeki 9V'luk pillere (acııı!)). Yine de siz bilirsiniz.

"Kitab-ı Duvduvani" Sevemedim Postmodern Roman.

 
   Hakkında yazılanları önce bir okudum (ne de olsa 452 sayfa, boşa kürek çekmemek gerek). Sayfaları karıştırdım (hımm, İOA üslubu kokuyor, güzell!). Konu da fülfürüşlü (edebiyat/tarih ilişkisi). 
   Vallahi zor aktı. Bitirinceye kadar hafakanlar bastı. İki, üç ve hatta kimi zaman daha da çoklu boyut ve gerçekliklerde ilerleyen roman; belli bir sürenin sonunda saç baş yoldurtabiliyor. Tam bir damar yakalamış sayfalar akarken, Bay Erdem atıyor bizi başka alemlere. A! bir bakıyoruz okuduklarımız masalmış. Kimi geçkin olmayan okurlar, kullanılan dil için şikayet edebilir ama bakıyoruz kitabın sonuna güzel bir sözlük var. 
   Paul Auster'ın böyle postmodern işlerini okumuş, hazzetmemiştim. Bu kitap için de aynı şeyi söyleyeceğim istemeyerek. Oysa; 
  • dili güzel
  • başlangıç noktası kârilere gelir (ne yazarsan olur kitap)
  • karakterler güzelce işlenmiş
  • mebzul miktarda mizah var (hatta mebzulun ötesi)
  • eleştiriler yerinde 

   Ama olmayınca olmuyor işte! Yazarımızın roman tarzı olmayan diğer kitaplarını da edindim. Bu minvalde tefrik ederek kâm almaya çalışıciiz.