27 Şubat 2022 Pazar

"Licorice Pizza" Aman Diyeyim!

 
   İmdi: yönetmen PTA'ı "Kan Olacak"tan beri takipteyiz. Kimi işleri zor olsa da izlediğime pişman olduğun pek bir şey yoktur. 3 Oskara aday gösterilen filmini de malum ortamlara düşünce (sinemalara gelmesini bekleyemeden (ki iyi olsaydı orada da izleyecektim)) izleyiverdim. 
   Oldukça uzun (2s13d) olan filmimiz bittiğinde şaşakaldım. 15 Yaşında bir yeniyetmenin kendinden on yaş büyük bir kadına (Yaradanın gücüne gitmesin ama yaratılırken pek aceleye gelmiş bir kızımız (yok! kendine ait bir aurosı var ama genelgeçer star pırıltısından pek uzak) (buna mukabil PSH'ın oğlu (hem fizik hem de oyunculuk gücü olarak) babasına yetişmeye çalışıyor) aşık olmasını işleyen kordelamızı kimi zaman içimiz geçerek de olsa izlemiştik ancak birbuçuk saatten sonra aydık ki: ne zaman birşeyler olacaktı? Heyhat! hiçbirşey olmadan kordelamız kesildi. 
   Malumunuz son zamanlarda iyi yönetmenlerin kendi özyaşamlarına ait işler pek revaçta (Bkz. Roma, The Hand of God). Ancak burada anlatılanların PTA'a ait bir geçmişe dair izler taşıdığının bir işareti yok (gerçi senaryoyu da kendi yazmış ama bilemem). Pelikulamızda hayat olağan akışında seyrediyor. Olaylara izleyiciye kendini yerleştirme gibi bir olay örgüsü yok. 70'li yıllarda San Fernando Vadisinde yaşanan kimi olaylara kenardan bakıyoruz. Derken filmimiz bitiyor, yazılar çıkıyor. Ödül adaylıklarına yahut yönetmenin önceki başarılarına, olumlu eleştirilerine kanıp iki saatinizi ziyan etmeyiniz efendim. Ben yandın, siz yanmayınız!

"Deli İbram Divanı" Uzunada'nın Uzun Öyküsü.

 
   Şimdi bitti! 204 Sayfalık bir Sait Faik öyküsü okumuş gibi hissediyorum. 
   İzmir'in hemen yakınında romanda hep Köstence olarak geçen Uzunada'da yaşanan bir trajedi anlatılıyor novellamızda. Ortaların sonuna doğru başlayan ve bir yere kadar paralel ilerleyen sayfalar sonlara doğru birleşiyor ve nihayete eriyor. 
   Okuması pek keyifli, yazarımızın anlatımı hiç yormuyor okuru. Mekan betimlemeleri, karakterler gayet güzel işlenmiş. Bir olayın anlatımında sıkça tatlar ve kokular, sesler devreye giriyor ki bunları gözümüzde canlandırmak pek kolay oluyor. Olaylar da ibretlik. Hem dönem (DP dönemi), hem de toplumsal yaşam güzelce akıtılmış satırlara. Denizle hemhal sayfaların çokluğu da fakiri mest etmiştir. Nedir: roman olabilecek kesafette değil, öykü olarak da çok kesafetli kalan bu çalışmaya novella demek daha kulağa yatkın gelmektedir. 
   İnsanın harisliğini, küçük yerlerin cehennemliğini, İzmir'in bir zamanki hallerini ve burnunuza aniden geliveren yosun&iyot kokusunu okurun muhayyilesine aktarır, başarılı bir iş yapar.
   Şansım; son birkaç seferdir hep uzun olmayan ama iyi kitaplardan açıldı. Şikayetçi değilim. Deli İbram Divanı'nı edebiyat sevenlere öneririm.

23 Şubat 2022 Çarşamba

"Tiamat" Nihayet!

 
   Ön siparişle ısmarlamıştım. Helecanla (evet, heyecan değil!) bekliyordum. Elime geçip de  şöyle elimle tartınca bir üzüldüm (160 diyor ama önünü arkasını çıkarın 158 sayfa falan). Uzun İhsan Efendi'nin yazdıklarını sekiz yıldır bekliyordum. Dile kolay. 
   Kendi kendime verdiğim sözler boşa çıktı tabi (şöyle ki: her gün bir bölüm okuyacağım, günde 5 sayfadan fazla okumayacağım vesaire). Bir kere kitabımız zaten hepi topu bir bölüm (o bakımdan sözümü çiğnememiş oldum). Toplam 7-8 saatlik bir durumu anlatıyor. O kadar yavaş okumaya çalışmama karşın bir günde bitti (yanlış anlaşılmasın sabahları işe giden, akşamları güvercinimle hasbihal eden bir insanım). 
   Kitabımız bildiğiniz steampunk bir korku hikayesinin İOA üslubuyla yazılmışı gibi geldi önce. O oyuncaklı dil, okuru sıklıkla gülümseten tespitler, betimlemeler gırla gidiyor. Ancak önceki kitaplarının aksine burada tansiyon yavaşça yükselmiyor. Bir anda pik yapıyor ve hep pikte devam ediyor. Kendimi FPS oyunlarının içinde bulur gibi oldum bir anda. Hal böyle olunca bir günde bitirmek de gayet normal kabul edilebilir (muharririn kendini beyhude aklama çabaları). 
   Şöyle bir benzetme yapayım: diğer İOA kitapları bir degüstatörün kıymetli bir şarabı tadımı gibidir. Ne zaman istersem, neresinden başlarsam başlayayım okuma hazzı alırım, sonuna gelmek için acele etmem. Tiamat ise çok susamış birine uzatılan bir şişe soğuk taze su gibidir. Bir an önce okuyup sonuna gelmek ister, bir sonraki sayfayı merak eder durursunuz. 
   Bundan sonra yazacaklarım kitap hakkında kimi bilgiler içerdiğinden, eğer okumaya niyetliyseniz okumayabilirsiniz.
   Feylesof titrli, fakirin yazdıklarını pek severek hatmettiği Uzun İhsan Efendi hakikaten de bir steampunk korku novellası mı yazmıştı ? (ne banal).  Bir gece uyuyup düşünceler yerli yerine oturunca Tiamat'ın külli metafor olduğunu aydı fakir. Tiamat kendi içinde yaşanabilen kapalı çevrim bir sistem. Bu sisteme pek afilli, kıymetli, fülfürüşlü bir ganimet gelince herkesler seviniyor ama kazın ayağı öyle değil. Önce bu nesnenin bilime mi, dine mi gönderme olduğunu çıkaramadım lakin o yedi mıhın yedi günahı simgelemesi ihtimali yüksek. Bu durumda aklıma gelenleri yazmamanın daha doğru olacağını düşünüyorum.
   Velhasıl; pek velveleli,gulguleli bir İOA romanı okumak isteyenlere de, derin metaforlara kafa yormak isteyenlere de öneririm. Lakin uyarımı yapayım: diğer romanlarına benzemez!

22 Şubat 2022 Salı

"Tüm Panayırların Heyulası" Gotiğe Daha Mütemayil.

 
   282 Sayfa, 20 öykü. İthaki ve Kayıp Rıhtım kafa kafaya verip bir öykü antolojisi hazırlamışlar. İçeriklerin de bilimkurgu, fantazi, polisiye ve korku olduğunu açıklamışlar. Bize de alıp okumak düştü.
   Bilimkurguya meyilliyiz ya, göz hemen bilimkurgu öykülerini aradı. Heyhat! Öyküler arasında böyle bir ayrım yok. Son sayfayı çevirdiğimde ise bilimkurgunun bu antolojideki rolünün pek cılız olduğunu düşündüm. Türler tamamdır ancak tüm öyküler ve türler sadece "dışlanmış", "yabancılanmış", "heyula", "ucube" kavramlarının çevresinde dönmektedir. Hal böyle olunca da öyküler bittiğinde içinizi çekmeyip bir off koyveriyorsunuz. 
   Subjektif olarak söylemek gerekirse; bugünlerde okunmayabilir, ancak türün müptelalarına öneririm.

18 Şubat 2022 Cuma

"Der Knochenmann" Avusturya Humoru.

  
Brenner 19 yıllık polislikten; "iş yaparken beni görünce kimsenin yüzü gülmüyor" diyerek ayrılmış, haciz tahsilatçısı olarak çalışmaya başlamıştır (gerçi şimdi de kimse o çalışırken yüzüne gülmüyordur (Brenner'in acıları)). Bir gün Alexander Horvath adlı bir ressamın borcunu araştırmak üzere Slovakya sınırına yakın bir kasabaya gider, olaylar gelişir.
   Avusturya komedisi bilmezdim. Bu filmle öğrendim, güzelmiş. Daha ilk sahneden (elbette humor nedir bilen bünyelerde) damarı yakalıyor ve sonuna kadar bırakmıyor. Birazcık daha kısa olması halinde (1s57d) şükela olabilecek pelikulamız, yine de yoğun bir çalışma gününün ardından, sisli bir bozkır kentinde seyredilebilecek ve zihninizi gündemden uzaklaştırabilecek bir kordeladır. Yalnızca, içerdiği şiddet ve kimi gerçeğe yakın sahneler (gidildiğinde bir daha tavuk yenmemesine neden olabilen tavuk çiftlikleri, mekan sahibinin gulaş yememesi (neden? neden?), çifte sarma teneffüsünde olan o boş boş tavana bakma isteği, cinsiyet değiştirme operasyonunun cerrahi illüstrasyonları vs.) hassas bünyelere ve kesinlikle sabi sübyana uygun olmayabilir. Ancak yönetmenin çok ince gördüğü yerler var (bunlar da sadece sinema filmi okuyabilen sinefillere gelir!). Bence izlemeli...

17 Şubat 2022 Perşembe

"Hafiyeler Önde Gider" 23 Yıl Sonra Yeniden!

 
   1999'da kütüphanemi kaybettiğimde Salah Bey'in tüm antolojisi de (haydi deneme antolojisi diyelim de başımız ağrımasın (zira sadece iki kitabı haricindekiler, denemelerdi)) yıkıntılar altında kalmıştı. Galiba eski günleri anımsattığından 23 yıldır okumadım Salah Bey'i.
   Buraya kadarmış. Sel Yayınları 1001 Gece Denemelerini yeniden basınca (bakmayın üstteki fotoğrafa, ben Sel edisyonunu okudum (sadece kitaba ayrı, yazara ayrı fotoğraf kullanmayayım diye bu kapağı tercih ettim)) dayanamadım aldım, oturdum başına bir günde bitti.
   118 Sayfa, 11 deneme. Konular muhtelif. Abdülhamit'in hafiyeleri de var (ancak denemelerin sadece biri hafiyelerle ilgilidir dikkat!), edebiyat gıybet dünyası da. Ancak şöyle bir şey var ki, 23 yıldır pek özlediğimi idrak ettim: Salah Bey'in purpuruklu, gaydırıgubbaklı, fülfürüşlü, şönizli&rötizli üslubu. İşte dilimize attırılan taklaları, kelimelerin nasıl olup da böylesine su parkı kaydırağında kaydırır misali kullanıldığını görmek için okunacak bir cevahir. 
   Velhasıl; bugünden itibaren (e-kitap versiyonunu bulamadığım ve son zamanlarda birçok kitap yoka düştüğü (bu da ecza deposu jargonudur) için mecburen biraz bekleyerek) Salah Bey'in denemeleri bu mecrada daha sıkça yayımlanacaktır.
   Sadece bilgi için değil haz için okuyanlara samimiyetle öneririm.

13 Şubat 2022 Pazar

"Nil'de Ölüm" Christie'den Kenneth Branagh'a


   2s7d (uzun) ama hiç sıkmıyor Agatakristi Teyzenin kimbilir kaçıncı kez sinemaya aktarılmış Nil'de Ölüm romanının en son versiyonu. 
   İlk on dakikada, Poirot'un burnunun altında öyle oklu kirpi bıyıkları neden koyuverdiğini anlıyor ve hafiften hüzünleniyoruz. Film biterayak yönetmen (ki güzel iş çıkarmış, ne yalan söyleyeyim) Belçikalı hafiyemizin son halini faşederek gönül defterini artık araladığının sinyalini çakmaktadır. 
   Renkler, dekorlar, CGI efektler, oyunculuklar, kostümler ve kurgu gayet iyidir. Haftasonu güzel vakit geçirmeye birebirdir. Sinema sanatına bir katkıda bulunmamakla birlikte iyi bir zenaat vaadetmektedir. 



"Otostopçunun Galaksi Rehberi" Dördüncü Sorti!

   Bu, geç kalmış bir yazıdır.

   Nedir; kitabımız (beşibiryerde) 2005'de Kabalcı tarayından yayımlanır yayımlanmaz alınıp okunmuş, daha sonra bu eylem iki kere daha tekrar edilmiş, ancak bu sefil günceye aktarılmaktan imtina edilmiştir.

   Herşeyin (gündem, sağlık, fiyat etiketleri, herkes) üstüme geldiği zamanlarda zihnimi şenlendirmek için bir kez daha okuyunca (başlıktaki 4. sorti buradan geliyor) "artık buraya da geçsin" saikiyle oturduk klavyenin başına.

   Arturdent, kendi halinde bir adam. Sabah kalkınca bir de ne görsün: evi bir otobanın rotası üzerinde olduğundan yıkılacaktır, evin önünde sarı greydeyler! Arturcuk ciğerlerinde ateşler, yana yakıla buna engel olmaya çalışırken; arkadaşı Fordprefekt bunu bir hışımla alır bir puba götürür, altı arjantin ısmarlar ve olmadık şeyler olur.
   
   Bu olmadık şeyler üst resimde gördüğünüz üzere ateş tuğlası kesafetinde bir kitabın 710 sayfasını doldurur (üstelik pirekukusu puntolar ve sık satırlarla). Eserin cesameti her başına oturduğunda fakiri bir ürkütür. Öyle çantanıza sığdırıp toplu taşımada, plaj çantasına koyup şezlongda okuma şansınız yok (pek ağırca mübarek!). Ancak okumaya başladıktan sonra bu korkunun yersizliğini anlayıp, çabucak bitiverince şaşırır kalırsınız (bana dört seferinde de aynısı oldu). DNA (Douglas Noel Adams, dostlarınca böyle çağrılıyor), her paragrafından humor sızan bir metin yazmış. Kimi sayfalarda şöyle bir sava rastlar derince düşünürsünüz: "Ben var olduğumu kanıtlamayı reddediyorum der Tanrı, çünkü kanıt inancı yadsır ve inanç olmadan ben bir hiçim." . Bazı sayfalardaysa galaksi başkanı Zaphod "ama belki de ben birdenbire onu yapmak istemez olmuşumdur." beyanı vererek kıkırdatır okuru. 
   
   Her okuyuşumda pek kafasıkarışıkiçinedönük bir ruh haliyle oturduğum Rehber, son sayfasını çevirdiğimde zihnime bir letafet hissi verdi. Belirtmeliyim ki: bu eserde romanlarda olduğu gibi bir serim düğüm çözüm beklemeyin. Aynı İOA kitaplarında (Tiamat yarın çıkıyor, çoktan sipariş ettim, en az ikinci okumadan sonra bu mecrada!) olduğu gibi her sayfasından alınacak hazlar olmasına karşın sonu pattadanakçadır. 

   Yazı uzar, iyisi mi şöyle bitirelim. Rehberimiz, Bilim ve Ütopya'da hasbelkader yayımlanan yazılarımın birisinin konusu olacak, orada daha detaylı bilgiler fazlasıyla verilecektir. 

   Haydi iyi okumalar.

12 Şubat 2022 Cumartesi

"Rafetçe" Dostlarının Gözünden Rafet Ekiz Güzellemesi.

   Rafet Ekiz, trafik kazasında ölür. Morgda 13 gün bekler. Derken eşi dostu arkadaşları bulur yoksa kimsesizler haziresine gömülüp gidecektir.  
   Resimden hiç anlamam ama anlayanlar kendisinin iyi bir ressam olduğundan bahseder. 2007 Yılında arkadaşı Vecdi Çıralıoğlu bu kitabı derler. Ekiz'in çevresindekiler onu anlatır. Yazılanlardan anladığım kadarıyla pek bohem, derbeder, kimseye eyvallah etmeyen, oldukça hararetli bir yaşamı olmuş. Sadece 53 yaşında başka bir aleme göçmüş olduğu düşünüldüğünde bu kadar anıyı biriktirmesi (ki bunlar sadece yazılanlar) hayatı dolu dolu yaşadığını gösteriyor. Memleketimin (bir dostumun deyişiyle) "ressam mafyası" içine girmemiş (bakınız girememiş değil "girmemiş"), güçtapar olmamış, nevi şahsına münhasır bir insanmış. Yazılarını takip ettiğim Güneri İçoğlu'nun yazılarında kitabı görünce aldım ve bir ahir zaman dervişinin pek heyheyli yaşamını 360 sayfada okudum. 
   Kitabın son sayfası pek hazin (ressamımızın ağabeyiciğiyle (o da heykeltraştır) birlikte yattığı kabrin fotoğrafıdır). Her nasıl yaşanırsa yaşansın son böyle oluyor demek ki. 

11 Şubat 2022 Cuma

"Profundo Carmesi" Çok Sert Kıpkırmızı!

   İki çocuk annesi bekar ve obez bir hemşire, kırık kalpler sayfasından peruğu konusunda obsesif bir dolandırıcıyla tanışır, olaylar gelişir.
   İki saate yakın sürüyor (1s54d). 1996 Meksika yapımı. Renkler, çekimler şaşırtıcı derecede düşük beklentimin üzerindeydi (bilmem belki kırmızının çeşitli tonları baskındı ondan!). Çok ham ve çok sert bir filmdi. Aşkın ve tutkunun insanları nasıl değiştirebileceğini, neler yaptırabileceğini gayet iyi aktarmış yönetmen Arturo Ripstein Bey. Ancak belirtmeliyim ki hassas bünyelerin kaldıramayacağı kanlı sahneler vardır, sabi sübyana ise zinhar yaklaştırılmamalıdır.

"Bir Masalda İki Kral Olmaz" Eğlence Dünyasının Perspektifinden Türkiye.

   Çok bölüm var, 184 sayfa. Bir akşam başlanıp aynı gece bitirildi. Sacit Aslan, babası Fahrettin Aslan'ın "Gazinocular Kralı" olması hasebiyle hayatına dokunanları, gördüklerini yazmış. Sadece istediği şeyleri yazmış, belli ki yazarken kendine bir otosansür uygulamış, buna mukabil, okuduklarım magazin değeri pek yüksek şeyler (misal: dönemin en büyük medya patronu Simavi'nin Gönül Yazar'dan gayrimeşru bir kızı olması, Intercontinental otelinin bir katını kendine ayırıp orada Nükhet Duru, Sezen Aksu ve daha niceleriyle olan geçici beraberlikleri, devlet erkanına yapılan eskort ve kokain tedarikleri ve daha neler...). 
   Erzurum'dan "taşı toprağı altın" diyerek gelinen İstanbul'da, sadece bir ömür süresince otel ortacılığından, gazinocular krallığına yükselmek de ilginçmiş hani.
   Edebi hiçbir değeri olmasa da eğlence dünyasının gözünden memleketimizin durumunu görmek isteyenler bu kısacık anı kitabını es geçmeyecektir. Çok acaip şeyler var!

9 Şubat 2022 Çarşamba

"Nightmare Alley" Parlatılmış Eskiler!


   Giyermodeltoro seviyor dönem filmleri çekmeyi. İyi de beceriyor, itiraf etmeli. En son işi "Suyun Şekli" de böyle zamanlarda geçiyordu. Ancak onda özgün bir hikaye işlenirken bunda tembelliğe kaçıp 1947'de çekilen versiyonunun yenisini çekmiş.
   Sığ bir dolandırıcının yükselişi ve tehlikeli sularda yüzüşünü konu alıyor filmimiz (elbette ki 1930'ların sonunda). Eski versiyonunu (ne işim olur versiyonla?) halini izlemedim. Muhakkak o da güzeldir (Başrolde Tayrınpavır var. Nasıl güzel olmaz!). Senaryo güzel. Mesaj açık (1940'ların usulü). Oyunculuklar fena değil (Nuumirapas'ı sevemedim gitti, ayrıca Bredliikuupır da (özellikle son 10 dk.da (neydi o tombiş elmacık kemiklerinin yansıtması gereken sefalet?)) eleştirmenlerin aksine bence bu role fazla gitmemişti). Süresi uzun (eskisinden 40 dk. daha uzun (2s30d)). Ancak yönetmen Bey'in sanatı demeyeyim de zanaatı hakikaten üzerinde durulmaya değer. Görüntü, renk, kadraj (her aynalı sahne inceden görülmüş, uzun uzun düşünülmüş. Belli), müzik, kurgu, kostümler, dekorlar; hülasa bir sinema filmini izlerken aklınıza, gözünüze, kulağınıza dokunacak herşey çok özenli seçilerek işlenmiş. Kendi adıma kordelayı izlerken pek keyif aldım. 
   Ancak (cümlenin bir yerinde "ancak" varsa öncesini okumayın diyordu bir akıllı kişi!); bu görsel ve işitsel şölenin bir zihinsel şölene dönüşmesi için 1940'ların senaryoları yeterli olmuyormuş. Gördük. Bu filmi uzun zamandır bekliyordum ama izleyince beklentilerimi düşük tutmam gerektiğini öğrendim. Tamam film güzel, mesajı faydalı ama nebliyim verilen mesaj biraz demode (ya da demode demeyelim de) eski moda (çok fazla işlenmiş, defalarca ısıtılmış) bir öğüt sanki. Mesela bir Microhabitat'da aldığım hazzı alamadım. Yine de bu (sağlam) film yokluğunda bir haftaarası izlenecek filmdir. Dönem filmlerini sevenler mest olacaklardır.