30 Ekim 2017 Pazartesi

"The Hero" Holivut Bağımsız Film Yaparsa !

   Semelyıtı severim. Bıyıklar, ses tonu, vücut dili (adamın bir karizması var), aksanı (sanki bir 19.YY sonu sığır çobanı holivuta düşmüş), hülasa severim. Yalnız artık Semelyıt denince aklıma "çorabın içindeki tenis topları" gelecek (bu cümleyi idrak için filmi görmek gerek). 
   Kariyerinin sonuna gelmiş bir aktör, uyduruk bir kulüpten uyduruk bir ödül alır, ödül töreninde kafası betona bağlamışken yaptığı konuşma internette viral (ne işim olur viralle) çok tıklanır olunca işleri hızlanır gibi olur, bu arada pankreas kanserinden muzdariptir. 
   Konuyu okuyunca "ha !" dedim holivut tarzı luuzır filmi (Bkz.Şampiyon). Hakikaten de bazı benzerlikler var. Babaya çemkiren atarlı kız, başrolün yalnızlığı, madde tutkunluğu (şampiyonda dopingti, burada çeşitli nebat), hep bir fileyi geçememe hali.
   Semelyıt iyi oynamış. Rüyalara, bilinçaltına falan girilmiş, sözlerin tahmin edildiği (duyulmadığı) uzak çekimler falan var (bağımsız olma çabaları (ama patetik)). Ama filmin size söyleyeceği bir mesaj olmamasından başka hissettirdiği bir duygu da yok. Biçare (yavrucak) holivut, bağımsız olacağım derken böyle işlerle iyice çarşafa dolanıyor. 

27 Ekim 2017 Cuma

"Cingöz Recai" Olmamış !

   Onur Ünlü filmlerini seviyordum (belki hala da seviyorumdur, kim bilirdir !). Peyami Safa'nın "Cingöz Recai"lerinden birini okumuştum yamulmuyorsam (Arsen Lüpen'ler daha çok ilgimi çekmişti (yeniyetmelik zaar)). Filmi duyunca bir heyecan yaptım "Manallahım ! Kübrik'in çektiği "Shining" gibi bir şey olur mu acaba ?"... Gösterime gidince hemmen atılmadım, bir iki hafta bekledim ve bu akşam gördüm.
   Anlatımı çok güzel, renkler, kadrajlar, havadan çekimler (dron denen şey ne kolaylıkmış arkadaş !), güncel akış içine geçmişin canlı yedirilmesi (Haluk Bilginer'i falan şaryoyla kaydırmaları), kostümler (kostümler güzel yalnız), sanat yönetimi (HB'in ofisi ve evi takdire şayan), müzikler (aşırı Bond kokuyor ama kulak "İtirazım Var"daki playlisti aradı doğrusu), aksiyon sahnelerinin ağır çekimleri, ürün yerleştirmeler (Vestel'i yerleştirmemişler de doğrudan penetre etmişler (ne işim olur penetreyle) kanırtmışlar). 
   Ama olmamış bence. Nedir : üç isim dışındaki kast ciddi olarak hayalkırıklığı. Evet : esas oğlan, esas kız, esas polis iyi ama yardımcı roller bitik (Serdar Keskin'i harcamışlar resmen). Kötü kaslı adamın komik bir kürklü paltosundan başka numarası yok üstelik hem tipi hem aksanı hiç de kötü adam gibi durmuyor misal. İyi kaslı adam, kaslı değil, komik halterler (kaldı mı öyle küre gibi olanları) kaldırıyor ve finale doğru bir kapıyı kapalı tutmak dışında (kilitleseydi yorulmazdı) bir güç göstermiyor. 
   Senaryo akmıyor. Serim olur gibi oluyor, düğüm fazla çetrefilli, çözüm ise bir türlü gelmiyor. Mekanlar, çekimler, kostümler derken senaryoya fazla takılmayacaksanız belki izlenir (belki). Yok, azıcık düşünerek izleyeyim diyorsanız, üzülürsünüz. Güzel de hasılat yapmış, devamı yapılırsa iyi bir senaryo ile belki daha başarılı olur. (umarım papağana "peyami" demezler (Sayın Safa'nın kemikleri ters dönmüştür) ve Cingöz Recai sevdiği kadının mezarı çökmeden o kadar afili gülmez !)

8 Ekim 2017 Pazar

"Blade Runner 2049" 35 yıl sonra (sansür) !

   Bıçak Sırtı'nı taa doksanlarda izlemiştim (o zaman memleketime filmler on yıl sonra bile gelebiliyordu). İzler izlemez de çarpılmıştım. Video çıkınca (önce beta sonra vhs) kasedini, VCD çıkınca siidisini, DVD çıkınca diviidisini almış arşivimde durdukça arada bir izlemiştim. (şu anda Director's Cut 1080p dosyası iki ayrı harici diskte yatıyor). Bünye bilimkurguya hasta ya ! Dedim "ben bunu bir yerden hatırlıyorum". Meğersem Filipdik'in "Androidler Elektrikli Koyun Rüyalarlar mı ?" öyküsünden apartılmış. Öykü güzel de Raydli Reis öyle bir film çekmiş ki, o zamanlar bildiğiniz afallamıştım. O devamlı yağmur yağan klostrofobik şehir (ki Finçer'in 7'sine aparttığı bir ögedir), distopik mimari (Atari piramitleri !), aksamayan bir senaryo, en küçük detaylarda (neydi o acaip conivolkır viski şişesi !) işleyen süpersonik bir sanat yönetimi. Neyse Bıçak Sırtı'nı emeklilikte bir kez daha yazarız. Konumuz 2049 sürümü.
   Denizvilenöv (bilmem doğru mu telaffuz ettim), Raydli reyisin fazla gerisine düşmemiş (burada da Atari var). Rikdekart'ın Reyçıl'dan olan bebeğinin peşine düşüldüğü ("Do Androits Give a Birth ?"), bu kez 2049 model bleydrannırlardan "K" (rayıngasling)'nın (ki güzel canlandırmış karakteri) döktürdüğü, mekan betimlemelerinde (nasıl karamsar, nasıl kötümser (kömkötümser), nasıl islisislipispuslu bilemezsiniz !) ilkini aratmayan, aksiyonu gereksizce ön plana çıkartmamış (asılnda klasik holivut janrlarına uysalar pekala yapabilirlerdi (iyi ki de yapmamışlar)), derli toplu bir iş çıkarmış (ne uzun cümle oldu bu (bi daha Yözdil gibi kısa cümleler kuracağım). Yaratıcıya ulaşma sorusu gibi felsefi göndermeler yok ama yine de insanı düşündürüyor.
   "K" Deyvidbatista'yı pataküte dövünce (ilk sahnelerde) daha üst bir model olduğunu anlamıştım (ilginçtir "o da bunun farkında"). Co (upgrated "K")'nun sanal arkadaşının üstüne basılıp öldürülünce (işte bu cümleleri çözebilmek için filmi görmelisiniz) bildiğiniz üzüldüm (Blackmirror'u 4göz bekliyoruz ! (bu da bilimkurgu meftunlarının anlayacağı bir cümledir (değilseniz boş yere anlamaya çalışmayın)). Herisınford 35 yıldan sonra iyi koşturuyor, Reyçıl'ın replikasını nasıl canlandırdılar çözemedim (Şuunyang baya baya yaşlandı çünkü). Filmde Elvis, Sinatra ve Marlinmonro dahi var (ama nasıl var !).  Velhasıl; film izlenecek film olmuş. Gidin izleyin, pişman olmazsınız.
   Benim derdim başka. 
   Filmde sansür var. Hem de hiç olmayacak bir şekilde, izlenince sinefilin gözüne batacak şekilde, doğrudan, hiç utanmadan arlanmadan, kör gözüm parmağına sansür var. Fragmanlarını izlediyseniz bileceksiniz "K" ve "Luv" merdivenlerden inmektedirler. Yanlarında şirketin mamullerinin ham halleri sergilenmektedir (esnaf vitrini). Bu mamuller ham olduklarından ve insan formunda olduklarından, çıplaktırlar. İşte, ahlakımızın bekçileri bu çıplaklığın ahlakımızı zedeleyeceğini düşündüklerinden bu sahneyi (flulaşma, bulanıklaşma) pahasına zumlamışlar, sonraki bir iki sahnede de aynı haltı yemişlerdir. Dağıtıcısına mı (kestirme, rezil rüsva ettirme filmini ve +7 yerine +13 koy, 2bin bilet az sat filmini bozma !) kızayım, sansürcülere mi (akrep sokar, fıtratı budur arakolpa niye kızıyorsun ?) bilemiyorum. Ama, ahlakım çıplak insan bedeni görüp bozulacaksa (ensest, çocuk istismarı, kadın cinayetleri işte bu yüzden pik yapıyor, hep çıplaklıktan) s.kayım öyle zayıf ahlakın en mahrem noktalarına filmin kesilen sahnelerini... Kalem pespayeleşiyor ama tutamıyorum kendimi. Bakalım daha neler göreceğiz ? Güzel günler göreceğiz demeyi çok isterdim ama diyemiyorum. "Niye Yaradan sizi (siz üstünüze alınmayın sakın !) çıplak insan bedeni görmekten bozulacak kadar zayıf bir ahlakla donatmış ?" diyorum.
Hamiş : 7 Ocak 2018'de malum ortamlara düşmüş filmi bir kez daha izledim. Sansürlenen sahneleri gördüm. Ahlakım çok kötü etkilendiği için hemmen dışarı çıkıp taciz edecek masumların peşine düşüyorum.

"Algı Kalesi" Felsefi, Bilimsel Edebiyat !

   Gecenin bir yarısı (uykular kaçınca) başlandı, beş saatte bitirildi (190 sayfa). 
   19.Yüzyıl sonlarında (1873) bir meyhanede başlayan kitabımız, Sayın Karakuş'un son sayfalara doğru (S.163) okura "Hafazanallah ! noooluyoruz !" çektirerek zihne atılan taklalarla birlikte meçhul bir menzilde bitmektedir. Konuyu yazamam (çünkü daha bir altı üstü çizilerek okunacaktır).
   Kitapla hemhal olanların derhal içine dalacakları bombastik fantastik bir fikri (ama ne fikir !) vardır. 190 sayfanın içine felsefe ve bilim de mebzul miktarda yerleştirilmiştir. Nedir : okuru korkutmayacak ve hap gibi bilgilerle, birtakım "hafif" felsefi yorumlar güzel güzel konuya yedirilmiştir. 
   Kahramanların tasviri (Akil dışında) biraz zayıftır. Edebi yön aslında biraz zayıftır. Buna karşın çok güçlü bir kitaptır. Sonlara yaklaştığınızda; yazma edimi, karakter çalışmaları, okuma işi (iştir o !) konusunda daha bir donanımlı olacaksınız (kesin bilgi, yayalım !).
   "Schadenfreude" diye bir söz ve kavram var misal. Öğrendiğimden beri malumatfuruşluk depoma attım ve kullanırım. Digemkârlıktan mıdır nedir fakirde hiç yok bu duygu. Kısaca "yakınlarının başına gelen felaketlerden gizli gizli sevinme hissi" diyebiliriz. İşte kitabın bir yerinde Sayın Karakuş bunun neden olduğunu bir güzel açıklıyor. Açıklamayı okuyunca "Aaa ben bunu nasıl akıl edememişim." diyorsunuz. Bunun gibi hem aydınlatan, hem de sorular sorduran (tehlikeli zaar !) bir kitaptır. 
   Sayın Karakuş'un fotografisini bulamadığımdan; aşağıya kendisiyle yapılmış ve oldukça aydınlatıcı bir röportajının bağlantısını koyuyorum. Şahsını merak edenler, bırakın kendisiyle söyleşir gibi olsun (belki zihinde bir foto oluşur !).
   Bibliyofillerin (şanjanlı kitap eklerinde fazla reklamı yapılmadığı için pek bilinmeyen, değeri bilinmediğinden satışı yüksek olamamış) yakın durması gereken bir kitaptır. Iskalamayınız...

Holivut mu ölüyor, fakir mi değişiyor ?

    Hep değişiyoruz. Herşey her zaman değişiyor.
   İflah olmaz sinefilim. Ana Babacığım beni (o eski yüksek tip) bebek arabasıyla Vefa Açıkhava Sinemasına taşıdıklarından beri böyle bu. Efekt ve bilimkurgu hastasıyım (taa starvorslardan (ne starvorsu ! Uzay Yolu ve (daha yenisi) Uzay 1999'dan beri)). İçinde yaşadığım zaman ve mekan mı bayıyor, yoksa çocukluk travmalarım mı var (orası kafa doktorlarının işi (hoş o bölgelerde doktora ihtiyacım yok gibi görünüyor)) bilmiyorum ama normalin üstünü hareketli görmek; bünyede hoş reaksiyonlar yaratıyor. 
   Son yıllarda (bir onbeş yıl kadardır) sinema beğenime bir haller oldu. Ya tavşanın suyunun suyunun suyunu içmekten ikrah geldi yahut ruh yaşlanıyor. 
   Malum; sinemada normal üstü bilimkurgu bölgesi holivut tarafından parsellenmiştir (Tarkovsky, Viktorov izleyemeyen düz sinefil için). Bu esnafın işlerinin bazı standartları vardır. Yıllardır kurufasulye satar. Arada pastırmalı olur, bazen gemici fasulyesi olur, pilaki olur, piyaz olur ama hep kurufasulyedir sattığı...
   Son yıllarda bir süper kahraman damarı yakaladılar. Ekmek de iyi. Çok güzel gişeleri var, istihdamın kralını yükleniyor (bir Marvıl filminin yazılarını sonuna kadar izleyin. Ortahalli bir kasaba kadar çalışan var). Ama neticede sattıkları kurufasulye...
   Son onbeş günde üç tane holivut filmi izledim (afişleri yukarıda) bana tek faydaları : zamanı ezmek oldu. Nedir : sinemadan istediğiniz zaman geçirmekse kurufasulye yenir. Ama "filmi bitirdikten sonraki ben başlarkenki ben olmasın" diyorsanız başka kapıları çalıciiz efem.
   Daha geniş zamanlarda bu konuda daha geniş ahkam kesebilecek olan kulunuz fakir çekilir...

1 Ekim 2017 Pazar

"Zemberekkuşu'nun Güncesi" Murakamik Roman.

 
   Sen ne çektin Toru Okada !
   Kedin kayboldu, karın terketti, yüzünde mavi lekeler çıktı, garip sağaltıcı güçlere sahip oldun, işinden ayrıldın, kör kuyuların dibinde merdivensiz kaldın, pek bir egzantrik arkadaşların oldu, çok gıcık bir kayınbiraderin hışmına maruz kaldın. Yine de efendiliğini bozmadın.
   700 sayfaya yakın (693 sayfa). Uzunluğu gözünüzü korkutmasın, bir başlayınca sular seller gibi akıyor kitap. Malta, Girit, Tarçın, Muskat gibi yan karakterler (evet bunlar karakter isimleridir) pek şenlikli yazılmış. Esrarengiz olaylar, Japon tarihi, aforizmalar, hayat hakkındaki tespitler gırla gidiyor.
   Hayatımın yolculuklu bir döneminde okumama karşın (bu gibi zamanlarda hayat kimi zaman edebiyatın önüne geçebiliyor) hiç kasılmadan, bayılmadan sonuna kadar merakla kıraat ettim. Sonunda cevaplanmamış sorular, havada kalan durumlar olsa da pek sevdim.
   Bir iki kitaptan sonra eski bir eldiveni giyermişçesine benimsediğim Murakami tarzı roman, fakiri yine hayalkırıklığına uğratmadı. 
   Cesametinden korkmayın yakın durun !