21 Temmuz 2019 Pazar

"Mutluluğun Kazanılması" Farabi'den Kişisel Gelişim Olmayan Ciddi Bir Kazanım Çabası

 
   Şimdi kapağa bakıp da "hımm şunu okuyayım da, mutluluğu kazanayım!" derseniz feci halde yanılırsınız. 9.Yüzyılda yaşamış çok yönlü Türk-İslam  kişiliği (çünkü üstadın önemli satırları olduğu kadar rakamlarla oynamışlığı/takla attırmışlığı, müzik aletleri tasarlamışlığı ve burada yazmanın uzun süreceği çeşit çeşit şapkaları var) Farabi'nin siyaset felsefesi alanındaki en olgun eseri kabul edilen kitabımız, öyle genelgeçer "kişisel gelişim" kitaplarını adamakıllı döver (hemi (evet! hemi) de kızılcık sopasıyla).
   İş Bankası yayınları çok önemli bir iş yapıyor. Önemli eserleri, okuyucu/öğrenci dostu fiyatlarla (kimsenin "ama çok pahalı, okuyamıyoruz" dememesi için) meraklı gözlerin ilgisine açıyor. İşte Murat Menteş'in kitabı sayesinde ilgimizi çeken Farabi'nin ikinci kitabı da rahlemize yattı. 
   Hepi topu 50 sayfa. Yalnız cesameti sizi aldatmasın. Vallahi bir aydır bitirmeye çalışıyorum. Nedir: kitabımız öyle açayım okuyayım vaktimi geçireyim tarzında okunacak bir kitap değildir. Üstadın her iki dünyada mutluluğu kazanmaya aracı olan insani şeylerin (nedir bunlar: teorik, fikri, ahlaki erdemler ile pratik sanatlardır) tanımlaması, sınıflandırılması, niteliklerinin incelenmesi ve bu dört erdemin bireyden topluma aktarılması ve nihayet toplumda hayata geçirilmesini konu eder. Bunları yaparken de Platon ve Aristo'nun öğretilerini kullandığı, kimi zaman şerhler düştüğü, zaman zaman da kendi orijinal felsefesini oluşturduğu görülür. Şehir ve şehirliye özel bir itinası (hemen her kitabında olduğu gibi) vardır (bugün memleketimin şehirlerini görse kimbilir ne derdi?). 
   Velhasıl: tatil kitabı değildir. Zor okunur ama iyice anlaşıldığında tadından yenmez...

"Departures" Sahici Film.

   2s10d'lık uzunluğuna karşın dün gece nasıl olup da 45d.lık dizi kıvamında izlediğimi anlayamadığım filmdir. 2008 yılında oskar almışlığı da var (36 diğer ödülün yanısıra). 
   Öyle böyle bir şekilde senfoni orkestrasına girebilmiş bir çellist, orkestra dağılınca kendisini doğduğu küçük kasabada cenaze teşrifatçısı olarak bulur. Yaptığı iş, Japon geleneklerine göre pek de makbul değildir (hatta bu yüzden anime yüzlü eşi onu terk eder). Ancak parası iyi, koşulları caziptir. Derken 2s10d akar gider.
   Bugüne kadar nasıl olup da atlamışım diyerek hayıflandım. İlk bölümde ("kimi zaman anüse tampon yerleştirmek gerekli olur!" repliği ve geçtiği sekans dramatikliğine rağmen pek güldürücüydü) araya zekice serpiştirilen espriler ikinci bölümde daha ağır sahnelere geçiş yapıyor. Ölümün (ki hayattaki en kesin gerçektir) böylesine "mesleki" bir eksende ele alınması, arada bu gerçeklik hakkındaki yorumlar, yan karakterler, müzikler, oyunculuklar, mekanlar (o ne mükemmel bir bar/ev'dir öyle (Murakami romanlarındaki mekanlar gibi)), kurgu; kordelamızı izlenmeye değer kılıyor.
   Hararetle öneririm.

16 Temmuz 2019 Salı

"Yabancı" Stephen King'den Yarı Polisiye.

 
   Vahşice bir çocuk cinayeti, tüm kanıtlar ve görgü tanıklarının işaret ettiği bir fail. Ancak sorun şudur ki: fail aynı zamanda başka bir yerde olduğunu hem somut kanıtlar hem de görgü tanıklarıyla ispatlamaktadır (misal: aynı zamanda bir televizyon çekiminde kanlı canlı soru sormaktadır.). Nereden bakılırsa çetrefilli iş. Derken olaylar gelişir.
   544 sayfalık yazlık kitabımızda Bayan King'in sevgili oğlu (son yıllardaki kitaplarında olduğu gibi) yine polisiyeden girizgah yapıp metafiziğe kayıyor. Bu kayma ancak son sayfalarda olsa da, ilk bölümler gayet kolayca akıp gidiyor. Okuma alışkanlığımı kazandıran yazarın kitaplarını eleştirecek değilim (yumurta kabuktan çıkmış, kabuğunu beğenmemiş!). Belirli bir tarzı olduğu, müthiş bir hayalgücü olduğu (bkz."Kule" serisi (bkz.ilk dönem tüm romanları)), yazdığı dile taklalar attırdığı, zenaatın inceliklerine vakıf olduğu tartışılmaz. Sorun şu ki: son yıllarda (aslında Kule serisinden sonra) ilginç bir döngüye girmiş gibi geliyor fakire. O eski halinden eser yok şimdi diyor zihin içten içe. Bay Mersedes'te ayyuka çıkan bu bayma, bu kitapta daha az. Karakterler ve olayın kurgusu daha bir içine çekiyor okuru. Bu haliyle de yazın tatilde, yolculukta, şezlongda okunacak bir hale bürünüyor. 
   Meraklısıysanız (saygı duruşu babında) alıp okursunuz, değilseniz eski kitaplarından herhangi biri daha çok içine çeker sizi (mesela: Duma Adası (pek bilinmez ama iyidir)). 

13 Temmuz 2019 Cumartesi

"Ulusların Düşüşü" Ekonomist ve Siyasetçi Gözünden Tarih...

 15 Bölüm, yaklaşık 500 sayfa. Yazarları bu kadar popüler olmaya başlamadan önce okumaya başlamıştım. Uzun uzun okuyunca bazen bayıyor ondan dolayı ikili okumalarla başucumda uzun süre kaldı. Nihayet geçen hafta bitirebildim. 
  İki yazarımızın ortak özellikleri ekonomist olmaları. Daron Bey MIT'de, Ceymz Bey Şikago üniversitesinde (önceden Harvırt'taymış) ders veriyorlar. Yazarlarımızdan bize yakın olanının yakında Nobel ödülü alacağı tevatürü dolanıyor epistemik cemaat arasında. Ceymz Bey aynı zamanda siyaset bilimcisi. 
   Kitabın dili çok akıcı, başlayınca ilerliyor. İlk satırlarda Nogales örneğini vererek okurun ilgisini yükseltiyorlar (aynı coğrafya, aynı iklim, aynı zaman, aynı demografi, ortada bir sınır, bir yanı zengin, diğer yanı yoksul!). Bu basit ama çarpıcı örnekten sonra geniş bir zaman ve zemin yelpazesinde hem tarihsel hem de ekonomik çerçeveden ulusların zenginliği ve çöküşü hakkındaki teorilerini oluşturuyorlar.
   Sıradan ekonomi ve tarih kitaplarından çok daha bilgilendirici olduğunu söyleyebilirim. Üstelik ilk kez bu kitapta duyduğum bazı teoriler ve tanımlar bana çok doğru geldi. Hasbelkader iktisat okumuş bulunduğumdan bu konuda fikrim olacak kadar bilgim var sanıyordum, yanılmışım. Kapsayıcı ekonomik kurumlar, sömürücü ekonomik kurumlar, yapıcı yıkım gibi ilk kez duyduğum ama bunca zamandır gözümün önünde olan birtakım olgulara, kitabı okuduktan sonra daha başka bir gözle bakmaya başladım. 
   Yazarlarımızın şeylere bakış açısı belli. Değerlendirmelerini neo-liberalizm çerçevesinden yapıyorlar. Bunu kabul ederek okursanız eleştiremezsiniz (etmezseniz kitaba "neo-liberalizm güzellemesi" yaftasını yapıştırabilirsiniz) ancak Jared Diamond'un "Tüfek, Mikrop ve Çelik" ve "Çöküş" kitaplarını okuduysanız olaylara daha başka açıdan yaklaşacak, kendi tarihçilerimizin ve iktisatçılarımızın derli toplu eserlerini de hatmetmişseniz perspektifiniz genişleyecek ve kimi bölümleri haklı olarak eleştireceksinizdir (Osmanlı sonrası Türkiye'nin hiç ele alınmaması gibi).
   Buna mukabil es geçilmemesi gereken kitaptır. Zira kimi tarihsel gerçekler çok başka bir açıdan değerlendirildiğinde zihninizde daha farklı kompartımanlara yerleşiyor. Misal : kölelikle acımasızca sömürülen kara kıtanın kölelikteki en büyük makinesinin yine oradaki işbirlikçi devlet ve onun sömürgen kurumları olduğunu öğrendiğimde hemen bunu başka kaynaklardan teyit etmem gerektiğini bir kenara not ettim. Araştırınca haşyetle gördüm ki : bilgi doğruymuş. Böylece güçsüzün güçsüze ettiğini (müstakbel kara istikbale rağmen) üzülerek anladım. 
   Kitabın ortaya koyduğu teori belki ekonomik açıdan haklıdır ancak kronik yoksulluğun, kurumsal kötülük değil bireysel harislikten kaynaklanması daha olası geliyor. Tüm fakirliğin anası ne diktatoryal rejimler ne de sömürücü kurumlar bence. Tek sorumlu: insanoğlunun fıtratındaki açgözlülük ve hırs. Bunu yenebilirsek hayat bayram olabilir. Ama zor, çok zor!
   Ne diyim (mesela Mahmut mu diyim?) okuyun bence. 

9 Temmuz 2019 Salı

"Cennetten Akan Irmak" Bildiğiniz Cennet Değil !

   160 Sayfa, Sonuna kadar aynı dikkatle okumakta bazen güçlük çekilebilir (ben çektim!). DNA örneklemeleriyle ilgili bölümün okunması kimi zaman bezdirici olabiliyor. Yazarımızın etolog ve evrimsel biyolog olması hasebiyle kimi satırlar oldukça bilimsel bilgi içeriyor. Okurdan aynı dikkati beklemek biraz güç. Buna mukabil ilk bölümde DNA ile ortaya konulan teknik detay, kitabın tümü boyunca muhayyilemi zorladı. 
   Analog ve dijial arasındaki farkı belki biliyorsunuzdur. Burada kısaca açıklamaya çalışayım. Analog sistemde verinin tümü belirli değerlere sahiptir ve aktarım sırasında bunların bozulma ihtimali oldukça yüksektir. Evet! verinin tamamını ilk ve tek haliyle ele aldığınızda size onun hakkında çok detaylı bilgiler verir ancak kopyalandığında birtakım kayıplar olur, binlerce kopyalamada ise önemli veri kaybı olur (bir belgenin bin kez fotokopisini çektiğinizde son kopyada elinizde sadece gri bir gölge kalması gibi). Oysa dijital aktarımda verilerin sadece iki alternatifi vardır 1 ve 0. Veriler sadece bu iki alternatifle saklandığından ve bunların kopyalanmasında da bu iki alternatif değerlendirildiğinden kopyalamada hatasız sonuç verir (dijital telefon santrallerinde hiç hışırtı olmaması gibi). 
   İşte ilk bölümde DNA'mızın haritasının dijital olduğunu öğreniyoruz. Üstelik yerküremizde DNA'ya sahip olan canlıların tümü çok benzer bir DNA yapısı ile yaşayakalıyor ve bu DNA'yı eksiksizce kopyalıyor (ürüyor!). Yazar bunu bir ırmağa benzetip, yaşam formlarını bundan ayrılan küçük kaynaklar olarak değerlendiriyor. Kitabın bundan sonraki bölümleri ilk bölüm kadar ilgi çekici değil (en azından benim için). Yazarın daha önceki kitaplarında pek çok kez ele aldığı mükemmel tasarım, tersine mühendislik, göz teoremi gibi konularda somut açıklamalar var. 
   Ancak o ilk bölüm yok mu! Sadece bunun için bile okumaya değer. Eğer biraz da bilimkurguya ilgi duyuyorsanız. Belki de uygun kodlanmış bir DNA'nın primordial çorbanın içine bırakıldığı bir deneyin sonucu olup olmadığınızı sorgular bulursunuz kendinizi. 

6 Temmuz 2019 Cumartesi

"The Disappearance of Alice Creed" Üç Kişilik Film.

   2 Arkadaş, 1 kızı kaçırır, olaylar gelişir. 1s40d çişe kaldırmaz. Dokuz yıl önce izlemiş arşive atmıştım (o zamanlar DVDrip bulunca göbek atıyorduk, şimdi 1080p'leri falan çıkınca "dubakalım!" deyip bir kez daha arşive attık). İlk izlediğimde pek hoşlanmıştım. Şimdi de hoşlandım. 10 yıl önce bu günkü kadar bilinmeyen bir kast (gemaendırtın ve edimersın) şımşıkırdak oynamışlar. Filmin ortalarındaki ilk tvisti (ne işim olur tvistle) şaşırtmacayı görünce izleyici şöyle bir şaşırıyor. Sonra da bu şaşırtmacalar devam etse de, en kuvvetlisini en başa koymuşlar. 
   Bütçesi 800 bin USD. Ama etkisi çokyüzmilyonlu çoksatar filmlerinden fazla. Üç ünsüz oyuncu, bir kamyonet, bir sefil apartman dairesi. Tüm masraf bu... Elbette filmin en değişik kısmını atlamıyciiz. Tüm filmde üç kişi görünüyor. Evet! yan roller, figürasyon, sokaktan geçenler falan hiç bir şey yok. Bu üçünün haricinde bir tek telefondaki bir sesi duyuyoruz. Bu sacayağı (bakınız! trio falan demedim) ile bu sürede izleyicinin merakını düşürmeden izletmeyi başarmak için sağlam senaryo, usta işi kurgu gerektir. Bunlar da filmimizde vardır. Ne diyeyim: açın soğuk biranızı (bu havalarda ne güzel gider) başlatın filminizi. Pişman olmayacaksınız.


4 Temmuz 2019 Perşembe

"Nizamülmülk'ün Öldürülüşü" Belgesel Öyküler.

 
   168 Sayfa, 13 öykü. Yatmadan önce okumalarında iki gecede bitti. Bitti bitmesine de, hangi kategoriye dahil edeceğimi bilemedim. Belgesel değil (her ne kadar sonunda 10 öykü için kaynakça verilse de!), anı değil (oysa "Babamı Beklerken" bildiğiniz otobiyografik bir metin). Neyse sonra Nazım Hikmet'in başrolde olduğu "Yaratma Gecesi"nin, ödüllü bir öykü olduğunu öğrendim ve kitabımızı öykü kitabı olarak adlandırdım. 
   Bay Yıldız, tarihteki bir takım dönüm noktalarını edebiyatla harmanlayarak ilginç bir türü satırlara dökmüş. Protagonistler tarihi resm-i geçit gibi.  Nizamülmülk'ten, Hazar Kağan'ına, Muzaffer Buyrukçu'dan Nazım Hikmet'e, Papa Urbanus'tan Sultan Alparslan'a bir dolu (daha önce duyduğunuz duymadığınız) önemli şahsiyet arz-ı endam ediyor. 
   Öykü okumuşluğumuz da var, tarih de. Bu metinler her ikisine de göz kırpıyor. Tarihi olarak örtüştüğü noktalar vardır muhakkak ancak böylesi kurgular işin içine girdiğinde bir nevi tarih-kurgu diyebileceğimiz öyküler ortaya çıkıyor. Anlatılanların tarihte yaşanmış olduğunu düşünürseniz, öyküleri daha bir dikkatle okuyor ve dağarcığınızdaki malumat taşlarının daha bir yerine oturduğunu görüyorsunuz. 
   Yazarımızın diğer kitapları da okuma listemde. Edinip okuyunca diğer öykülerle olan benzerliğini doğrusu merak ediyorum. Ancak çok insaflı rakamlarla bulabileceğiniz bu kitabı hem öykü hem tarih meraklılarına hararetle öneririm.