29 Şubat 2020 Cumartesi

"Asker Kaçağı" Antimilitarist Bilimkurgu.

   Edebiyatta antimilitarist örnekler gani. İşte karşımızda bu temada yazılmış ancak bilimkurgu türündeki 8 inci. Kimler yok ki? Gerçeklikle sorunu olan Filipdik, bilimkurgunun (sert olanının) en baba yazarlarından Stanislaw Lem (adını doğru yazmak gerek!), yeni dalgacı Alfred Bester, sivil itaatsizlik denilince bilimkurguda akla gelen ilk isim Erikfrenkrassıl ve memleketimizden (üstelik de tüm bu uluslararası isimlerin yazdığı öykülerin içinde "emsalleri arasında temayüz etmiş" bir mücevherle (okurken pek de gururlandım)) Müfit Özdeş.
   Yazarlarımızın kimi açıktan dalga geçmeyi tercih ederlerken, kimi bu işi daha incelikli bir şekilde yapmış ve ortaya "asker kaçağı" çıkmış. Metis bilimkurgu serisinin ilki 1991'de, üçüncü baskısı 2016'da (hımm! demek ki istikrarlı bir talep var) yayımlanan 180 sayfalık kitabı, sizi pek yoğunlaşma çabasına sokmadan yolda, tatilde okunacak bir kesafete sahip. Haliyle antimilitarist ve hayalci bir kişiliğiniz varsa, kaçırmayın...

26 Şubat 2020 Çarşamba

Hiperbarik Oksijen Tedavisi ve Bernie Rhodenbarr Hırsızlamaları.

 
   Umulmadık bir sağlık sorunumun çözümü için bir aya yakın zamandır hiperbarik oksijen tedavisi almaktayım. Çok derde deva bir yöntemmiş! Basınca dayanıklı bir tüpün içine giriyorsunuz, önce 14 metreye kuru dalış yapılıyor (içeriye hava basılıp, basınç arttırılıyor), sonra üç fasıla (25 dk.soluma, 5 dk. dinlenme) saf oksijen soluyorsunuz. Sonra basınç eşitleniyor. Geçmiş olsun!
   Benimkini geçelim, en sık gördüğüm rahatsızlıklar: ani işitme/görme kaybı, şeker hastalığının geçmeyen yaraları, femurda nekroz gibi tatsız durumlar. Neyse ki bu tedavi faydalı oluyor. Gelenlerin çoğu sağalmış olarak dönüyorlar hayatlarına. Peki bunu neden kitap ağırlıklı ağ güncemde yazıyorum? Şöyle açıklayayım: kabin içine herhangi bir elektronik alet alınmıyor, aydınlatma çok iyi, içeride geçirilen zamanın büyük kısmında ağzınızı ve burnunuzu kapatan bir maskeyle duruyorsunuz. Haliyle cep telefonu ile oynamak ve konuşmak yasak. Bu durumda yapılacak tek şey okumak. Gittiğim merkez, gayet ilgili kadrosu ve okumayı teşvik edici uygulamalarıyla, fakiri pek mütehassis etti. Kabinin hemen yanındaki kütüphanede; okunmayıp çöpe atılacağı yerde raf doldursun türü kitaplar değil güncel ve okumaya değecek hazineler var. Böylece, hayatlarında en son kitabı edebiyat ders ödevi olarak bitiren kişiler, okumaya bir adım yaklaşıyorlar. Gelenlerin onda biri yaklaşsa, kârdır.
   Fakir ise bu durumu on yıl önce okuyup bitirdiği bir seriyi yeniden hatmetmekle değerlendirdi. Lawrence Block'un Oğlak Yayınlarından çıkan "Bernie Rhodenbarr Polisiyeleri" serisi. Aşağıda isimleri yazılı 10 kitaplık bu seri yayımlanalı on yılı geçmiş. Artık Oğlak Yayınlarının web sayfasında bile esamisi okunmuyor. Yani bulunması hayli zor (kendi adıma "Spinoza Felsefesi Öğrenen Hırsız"ı Milli Kütüphanedeki kopyasından fotokopi çekerek edinebildim.). 
   Klasik polisiyelerin aksine kahramanımız Bayan Rhodenbarr'ın sevgili oğlu Bernie bir hırsız. Klas bir hırsız ama. Barnegat sahafının sahibi, zahiren bir kitap simsarı. Kedisi Raffles, lezbiyen bir can dostu Carolin Kaiser, evindeki zulaları, snop (Martin Gilmartin favorimdir) networkü  (ne işim olur networkle) çevresi, bitmeyen okuma aşkı (ne de güzel şeyler okuyor bilseniz!) ile tipik bir New Yorker. Tüm kitapların kurguları birbirine benzer. Hırsızlık yaparken birtakım aksilikler çıkar, kahramanımızın başı derde girer, sona doğru tüm şüpheliler müsait bir yerde (kitabevi olur, şüphelinin süpersonik salonu olur, kilise olur, her türlü!) toplanır, Rhodenbarr güzel bir konuşma yaparak düğümü şıpınişi çözer (Agatha Christie ve Hercule Poirot'ya selam olsun!)
   Arka arkaya okuyunca biraz tekrara girse de kanımca kitapların başarısı: aktarmak istediği hayat tarzını şükela bir şekilde okura aktarması ve kullanılan oyuncaklı/gülmeceli üslup (bu meyanda Çeviren Mehmet Harmancı'yı alkışlamak gerektir). Evet, bulması zor (ve seriyi tamamlamak neredeyse imkansız) gibi gelse de polisiye sevenlerin kayıtsız kalmamaları gerekir. Üstelik her kitapta bazı sanatların (edebiyat, sinema, felsefe, resim) alt metinleri, sanata yakın kariye ayva tatlısının üstündeki kaymak gibi gelir.
  • Kipling'den Alıntı Yapmayı Seven Hırsız (Rudyar Kipling'e Güzelleme)
  • Gönülçelen Hırsız (J.D.Salinger'e Güzelleme)
  • Kütüphanedeki Hırsız (Agatha Christie'ye Güzelleme)
  • Mondrian Gibi Resim Yapan Hırsız (Piet Mondrian'a Güzelleme)
  • Dolaptaki Hırsız
  • Polisiye Romanlar Okuyan Hırsız (Grafton'a Güzelleme)
  • Kendini Humphrey Bogart Sanan Hırsız (Bogart'a Güzelleme)
  • Umduğunu Değil, Bulduğunu Yiyen Hırsız
  • Av Peşindeki Hırsız
  • Spinoza Felsefesi Öğrenen Hırsız (Baruch Spinoza'ya Güzelleme)

25 Şubat 2020 Salı

"Yıldız Gemisi" Benliğinize Ferahlık!

   Bilimkurguda "yeni dalga"ya katkıda bulunan İngiliz yazar Brayneldis'in Yıldız Gemisi, bilimkurgu müptelalarının meraklı bakışlarına maruz kalalı 62 yıl olmuş (bu ilk romanı 1958'de basılmış). Ülkemize 41 yıl sonra gelen kitap Metis yayınlarından sadece bir (1) baskı yapmış. 240 sayfa. Sönmez Güven'in özenli çevirisi kendini hissettiriyor. 
   Tüm paradigmaları bir geminin içi olan ve o geminin bir gemi değil tüm evren olduğunu düşünüp yirmi küsur nesil geçiren bir insanlığın nerelere evrilebileceğini bir güzel görüyoruz. İçinde bilime dair pek bir altyapı bulunmasa da sonlara doğru olayların avantürlüğü arttıkça genişleyen bir bakış açısıyla zihinde sorular sorduran bir kitaptır. Evet! 1958'lerin space-opera etkileri kitabın alt metinlerinde oldukça göze batıcı ama sorduğu sorular ve ortaya koyduğu durumlar, zihni bir hayli meşgul edebiliyor. Yazarımız; hayatımız boyunca oturttuğumuz rutinleri evirip çevirmiş (bir günün bir uyu-uyan (6 saat)'a evrilmesi), kendine göre ilginç bir din yaratmış (psikanaliz dini), buna uygun bir de jargon oluşturmuştur (benliğinize ferahlık!).
   Gönül, şeylere farklı bakan yazarımızın başka kitaplarını da okumayı isterdi. Bu arada Spiilbörg'ün pek bir şanjanlı bilimkurgu filmi "AI"'nın ana fikrinin de Bay Aldiss'e ait olduğu bilgisini şerh düşelim. Bir şerh de "Snowpiercer"ın bundan ciddi intihal ettiği konusunda gelsin ve huzurdan çekilelim.

18 Şubat 2020 Salı

"Kadınlar, Rüyalar, Ejderhalar" Guin'in En Sevdiklerimden.

   Guin Teyze'nin (böyle hitap etmekte bir beis görmüyorum çünkü kendisiyle (evet satırları yazan zihni kendime yakın bulduğumdan) pek haşır neşir olduk) kitaplarını evet severek okuyorum ama bunu okuduktan sonra daha bir sever oldum.
   Nedir: Bayan Guin 13 başlıkta bizleri hem bilimkurgu, hem yazarlık, hem sanatçılık, hem sosyoloji/politika/psikoloji, hem de kadın olmak üzerine pırıl pırıl aydınlatıyor. 
   Kendi adıma bilimkurgu ve yazarlık konusundaki yazılarını ikişer kez okuduğum metin; fakir için ilginç bir aydınlanma deneyimi oldu. Özellikle bilimkurgu ve fantazyanın sınırlarının nasıl çizildiği; her iki disiplindeki farklılıkların adamakıllı yerine oturtulduğu, bu konudaki dönemin ruhunu (metinler genellikle 1970'li yıllarda yazılmış) anlayabildiğim yerler ayrı bir zevk verdi. 
   Sadece bilimkurgu değil, yazma meşguliyetine düşmeye niyetlenmiş bahtı açık ve aynı zamanda kapalı insankişilerinin asla sarfınazar etmeyecekleri bir metin. 1976 gibi "menopoz" olgusunun pek dillendirilmediği bir zamanda bunu açık yüreklilikle teşrih masasına yatıran ve çok iyi analiz eden bir alt başlık (kocakarılık müessesesi). Vircinyavuulf'tan yazma üzerine ipuçları, yazma eylemine nasıl yaklaşılacağı ve bizi sınırlandıran dikenli teller (kimi zahir, kimi batın) ve daha neler...
   Günlük dahi olsa yazıyorsanız, yaklaşın pişman olmazsınız...

16 Şubat 2020 Pazar

"Türkiye'de Yeni Din Algısının Doğuşu" Okumak Gerek.

 
   Remzi Hoca üşenmemiş 1839'dan 1938'e kadar Tanzimattan Cumhuriyete din algısının neler geçirdiğini 11 başlıkta özetlemiş. 
   Din, bu coğrafyada hep önemli ve sosyal yaşamı belirleyen bir öge. Ancak son yıllarda bunun önemi daha da arttı. Neticede; tüm sosyal yaşamı, dinsel kurallara uydurmak isteyen yöneticilerin zamanındayız. Hal böyleyken, Tanzimattan Cumhuriyete geçişteki din olgusu nasıl bir değişim geçirmiş? Bilimsel aydınlanma dine nasıl bir etki yapmış (bu konudaki "yeni bilim Hristiyanlıkla çatışır, İslamiyetle uzlaşır" görüşü de meraklı zihinleri şallak mallak yapacaktır vesselam!)?, İslamiyet bilimsel gelişmelerle nasıl uzlaşmış (Newton fiziği ve güneş merkezli astronominin kabul edilip evrimin yadırganması (evrimin nasıl dine uydurulacağı konusundaki teolojik tartışmalar (ki burada Remzi Hocanın teolojik altyapısına şapka çıkarmak gerektir))? gibi soruların cevapları değilse bile durumları bir güzel açıklanıyor. Abdullah Cevdet ve Rıza Tevfik gibi isimlerin bu konudaki durumları, Diyanet İşleri Başkanlığı meselesi, Din Tarihi konusundaki çalışmalar, Kuran-ı Kerim çalışmaları (ki burada Elmalılı mealinin aslında yeni bir dini coşku yaratmaktan uzaklığına pek şaşırdım (ama sadece Fatiha Suresi'ne 100 sayfalık tefsir eklemesini öğrenince pek de şaşırmadım)) da kısaca özetlendikten sonra bu konuda ilahiyatçılara (malum, bu coğrafyada en çok teoloğun olduğu yıllardayızdır) şık bir vole ile "bu konularda biraz çalışıp, üretin!" düşüncesi ortalanıyor. 
   İlk Kuran-ı Kerim'in 1789'da St.Petersburg'da Kraliçe Katerina tarafından bastırıldığını, Abdullah Cevdet'in bugün yayınlamaya cesaret edemeyeceği "Akl-ı Selim" eserinin ilginç konu başlıklarını (misal: "Akıl ve Erdem İçin Din Hiç Gerekli Değildir", "İlahiyat Açık Bir Çelişkiler Zincirinden Başka Bir Şey Değildir" vs.) gibi malutmatfuruşluk hanenize ilave edebileceğiniz güzel bilgiler de vardır.   
   Gazzali'nin "İhyaü'l-Ulumi'd-Diniyye"si olduğu kadar, Cevdet Paşa'nın "Tezakir"i ve dahi moda ekonomistimiz Acemoğlu'nun "Ulusların Düşüşü"nden dipnotlar alınan (yani konuya hem eski hem de yeni kaynaklara başvurularak yaklaşılmıştır) bu hap gibi (96 s.) ancak zihni kesafeti ağır kitabı ıskalamamak gerektir. 

"The Gentlemen" Riçi'nin Son Filmi.

   Gayriçi; yok efendim Alattin'miş, Kral Artur'muş gibi el atmaması gereken mecralardan çekilip, Londra banliyölerine geri döndü! Zaten Kral Artur'da bile landın banliyöleri atmosferi yaratmaya çalışmış, bir güzel çuvallamıştı.
   Neyse efendim. Belirli bir coğrafyanın klişelerine takıldığında daha başarılı işler veren yönetmenler sınıfından olan yönetmenimiz, yine aynı senaryo yazarlarıyla, görüntü yönetmeniyle (kendisi) ve çekirdek oyuncu kastıyla çalışmış (çarlihannem, edimersın vb.). Sanat olarak sinemaya hiç bir şey katmayan ancak zenaata katkıları (televizyon ve sinema çekimi arasındaki farkların izleyiciye göstere göstere verildiği çekimler) inkar edilmez bir film çekmiş. Kurgu; bildiğiniz gibi değil. Filmi yakalayabilmek için vasatın üstü zeka gerektirir. Ancak yakaladığınızda iki saate yakın zamanın nasıl geçtiğini anlayamazsınız. Sanat yönetmeni pek iyi bir iş çıkarıp ingiliz olan ne varsa basmış kadraja (holigan eşofmanlarından, geyik kafalarına, yumurta turşularından, ingiliz otolarına). Teksas doğumlu bir kovboy olan Metyuvmekkanıgi ise ingiliz aksanını iyi kıvırmış (terzisine de bir alkış gerekir hani!).  Geri kalan oyuncular ise rol yapmadan ingiliz aksanını beceriyorlar zaten (yalnız zamanın romantik yakışıklısı Hüuggrent iyi yaşlanmış farkedemeden). 
   Neyse, haftasonuna yakışır kuntastik bir filmdir. Riçi'nin eski filmlerini sevenler bunu da seveceklerdir (sonunda da güzel bir kılçık var devam serisi için).


10 Şubat 2020 Pazartesi

"Bilimin Toplumsal Kullanımları" Bourdieu'dan İnciler...

  Hepi topu 142 sayfa. Üstelik bunun yarısına yakını (52 sayfa) önsöz ve ardsöz. Buna mukabil 15 gündür üzerinde cebelleşiyorum. Bir kere akademik üslupla yazılmış (hemi de dibine kadar). Bu demektir ki fotoğrafın altındakine benzer cümlelerle uğraşacak (bu cümleler alışılagelenin hayli üstünde hem cesamet hem içerik olarak hem de), dipnotları (kimi zaman sayfanın yarısını kapsar ve bir kaptırdınız mı bunda ilerlersiniz) çözmeye çalışacak ve hazmettiklerinizi idrak imbiğinden geçirerek kendi düşüncenizi oluşturacak (en azından çabalayacaksınız). 
   Bordiyö, çağımızın en önemli sosyologlarından biri olmasının yanı sıra yaşamımıza dair getirdiği tanımlar (bkz.televizyon üzerine), tespitler ve çözümlerle bir filozof. Değil yazıları, ropörtajları, derslerinde dahi akademik üslubu kullanıyor. Böyleyken; anlamak için çaba gerektiriyor. Bu kitapta Fransa'da bulunan INRA namıyla mülakkap bir bilim kurumunu eksene alarak bilimin kullanılmasına dair düşüncelerini, fikirlerini açıklıyor. Her ne kadar ele alınan kurum ulusal olsa da, işlenen kavram: bilim. Böyle olunca (bilim tarihi okumaktayız ya) mecburen okuma listesine girdi ve anlaşılmaya çalışıldı. Yerele yönelik ve aşırı akademik yerleri hafiften hızlı okuyarak, kısıtlı idrakimin hazmedeceği satırlara yöneldim ve yemin ediyorum beynim kulaklarımdan çıkacak gibi oldu. 
   Üstadın bilimsel sermayeyi açıkladığı bölüm pek incili. Onu dağarcığımıza attık. Ayrıca öğretim hakkındaki görüşü beni benden aldı. Şöyle ki: "Ekseriyetle öğrenim olarak adlandırılan şey, bilginin derlenmiş, rutinleştirilmiş aktarım mecrasıdır ve bilimsel alanların ataletinin önemli bir kısmı, öğreten kişilerin umumiyetle araştırma faaliyetlerinden kopmuş olmalarıyla ilişkili yapısal gecikmeden kaynaklanır. Böylece tuhaf bir biçimde öğrenimin bir atalet etkeni olduğunu söylemek abartı olmaz.". Nasıl ilginç ve doğru değil mi? Buna benzer çok sayıda irfan barındıran bu kitaba öncelikle akademisyenler, sonra da bilimle yakınlık duyan herkesin yakın durması gerektir. 
   Türkçe söyleyen sıfatıyla çeviriyi üstlenen (bir dönem dersini de almıştım) Levent Ünsaldı ise noktainazar, hasbi gibi, kullanılmadığından sarfınazar edilen kelimeleri çokça kullanarak firfirikli bir metni dilimize kazandırmış (evet kulağınıza ne kadar yabancı görünen kelime varsa TDK güncel sözlüğünden baktım. Var onlar!). Ona da ayrı bir alkış.
   Fiyatı uygun, içeriği çok fazla. Okumak, anlamaya çalışmak iyi olur.
"Dolayısıyla eğer bilimsel bilginin her zaman için kısmi bir bilgi olduğunu veya gerçekliği kısmi olarak inşa eden "daha az yanlış" bir bilgi olduğunu, diğer bir ifadeyle sosyal-kültürel manada konumlanmış tarihsel bir rasyonalitenin kısmi bir inşası olduğunu kabul edersek ve derdimiz sosyal bağlamından kopuk farazi bir mutlak-evrensel-total bilgi peşinde koşmak değilse bilimsel bilginin verili (tarihsel) kurumsal ve sosyal şartlarda, verili (tarihsel) bir rasyonalitenin-bilim insanının (çıkarlarıyla, ideolojileriyle, sosyal belirlenmişlikleriyle vb.) dışsal bir gerçekliği derretmeksizin (hatta tam tersine, bu nesnelliğe daha iyi nüfuz etme yönünde) gerçekleştirdiği bir inşa (ancak belli metotlara ve ilkelere riayet eden ve ampirik olarak sınanan bir inşa) olduğunu söylemek, neden zaruri surette bu bilginin (bütün tarihselliğine rağmen) tüm geçerlilik ve doğruluk vasıflarını (nesnel gerçeklikle kısmi uygunluk anlamında) ortadan kaldırsın ve onu herhangi bir bilgi seviyesine çeksin?"