Hepi topu 142 sayfa. Üstelik bunun yarısına yakını (52 sayfa) önsöz ve ardsöz. Buna mukabil 15 gündür üzerinde cebelleşiyorum. Bir kere akademik üslupla yazılmış (hemi de dibine kadar). Bu demektir ki fotoğrafın altındakine benzer cümlelerle uğraşacak (bu cümleler alışılagelenin hayli üstünde hem cesamet hem içerik olarak hem de), dipnotları (kimi zaman sayfanın yarısını kapsar ve bir kaptırdınız mı bunda ilerlersiniz) çözmeye çalışacak ve hazmettiklerinizi idrak imbiğinden geçirerek kendi düşüncenizi oluşturacak (en azından çabalayacaksınız).
Bordiyö, çağımızın en önemli sosyologlarından biri olmasının yanı sıra yaşamımıza dair getirdiği tanımlar (bkz.televizyon üzerine), tespitler ve çözümlerle bir filozof. Değil yazıları, ropörtajları, derslerinde dahi akademik üslubu kullanıyor. Böyleyken; anlamak için çaba gerektiriyor. Bu kitapta Fransa'da bulunan INRA namıyla mülakkap bir bilim kurumunu eksene alarak bilimin kullanılmasına dair düşüncelerini, fikirlerini açıklıyor. Her ne kadar ele alınan kurum ulusal olsa da, işlenen kavram: bilim. Böyle olunca (bilim tarihi okumaktayız ya) mecburen okuma listesine girdi ve anlaşılmaya çalışıldı. Yerele yönelik ve aşırı akademik yerleri hafiften hızlı okuyarak, kısıtlı idrakimin hazmedeceği satırlara yöneldim ve yemin ediyorum beynim kulaklarımdan çıkacak gibi oldu.
Üstadın bilimsel sermayeyi açıkladığı bölüm pek incili. Onu dağarcığımıza attık. Ayrıca öğretim hakkındaki görüşü beni benden aldı. Şöyle ki: "Ekseriyetle öğrenim olarak adlandırılan şey, bilginin derlenmiş, rutinleştirilmiş aktarım mecrasıdır ve bilimsel alanların ataletinin önemli bir kısmı, öğreten kişilerin umumiyetle araştırma faaliyetlerinden kopmuş olmalarıyla ilişkili yapısal gecikmeden kaynaklanır. Böylece tuhaf bir biçimde öğrenimin bir atalet etkeni olduğunu söylemek abartı olmaz.". Nasıl ilginç ve doğru değil mi? Buna benzer çok sayıda irfan barındıran bu kitaba öncelikle akademisyenler, sonra da bilimle yakınlık duyan herkesin yakın durması gerektir.
Türkçe söyleyen sıfatıyla çeviriyi üstlenen (bir dönem dersini de almıştım) Levent Ünsaldı ise noktainazar, hasbi gibi, kullanılmadığından sarfınazar edilen kelimeleri çokça kullanarak firfirikli bir metni dilimize kazandırmış (evet kulağınıza ne kadar yabancı görünen kelime varsa TDK güncel sözlüğünden baktım. Var onlar!). Ona da ayrı bir alkış.
Fiyatı uygun, içeriği çok fazla. Okumak, anlamaya çalışmak iyi olur.
"Dolayısıyla eğer bilimsel bilginin her zaman için kısmi bir bilgi olduğunu veya gerçekliği kısmi olarak inşa eden "daha az yanlış" bir bilgi olduğunu, diğer bir ifadeyle sosyal-kültürel manada konumlanmış tarihsel bir rasyonalitenin kısmi bir inşası olduğunu kabul edersek ve derdimiz sosyal bağlamından kopuk farazi bir mutlak-evrensel-total bilgi peşinde koşmak değilse bilimsel bilginin verili (tarihsel) kurumsal ve sosyal şartlarda, verili (tarihsel) bir rasyonalitenin-bilim insanının (çıkarlarıyla, ideolojileriyle, sosyal belirlenmişlikleriyle vb.) dışsal bir gerçekliği derretmeksizin (hatta tam tersine, bu nesnelliğe daha iyi nüfuz etme yönünde) gerçekleştirdiği bir inşa (ancak belli metotlara ve ilkelere riayet eden ve ampirik olarak sınanan bir inşa) olduğunu söylemek, neden zaruri surette bu bilginin (bütün tarihselliğine rağmen) tüm geçerlilik ve doğruluk vasıflarını (nesnel gerçeklikle kısmi uygunluk anlamında) ortadan kaldırsın ve onu herhangi bir bilgi seviyesine çeksin?"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder