30 Aralık 2019 Pazartesi

"Ev Sahibesi" Dostoyevski'den Öyküler...

   168 sayfa 4 öykü var. İlki "Ev Sahibesi" öyküden ziyade novella uzunluğunda. Bilimle (nasıl bir bilimse artık! hiç bir ipucu yok!) haşır neşir Ordinov'un yeni ev sahibinin ....(burada ne diyeceğimi bilemedim zira Katerina'nın ev sahibinin nesi olduğunu anlamak zor (cariye mi desek, metres mi desek, kapatması mı desek, hayat arkadaşı mı ? ne desek bilemedim)) Katerina'sında bulduğu aşkı işleyen ve pattadanak biten bir eseridir. Şimdiye kadar okuduğum Dostoyevski eserlerinden beni en çok bezdiren kitap oldu. Hayalle gerçek arasında geçen diyaloglar, tasvirler, ne olduğunu anlayamadığımız bazı sürreal olaylar ve diyaloglarda bunların başka başka şekillerde anlatılması. Kimi satır aralarında cımbızla çekilecek güzel ifadeler falan. Ancak bu konuda araştırma yapan birine önerilebilir, sıradan okura (misal kendime) asla önermem... Başka hiç bir Dostoyevski kitabını okumadığım kadar "bitse de gitsek" hissiyle zorla bitirebildim.

Kübalı Zombiler Amerikalı Zombilere Karşı.

 
   Geçen iki hafta iyi zombili film yaptı. 2011 yapımı "Ölülerin Juan"ı Kübalı, "Zombi Diyarı 2" ise Amerikalı zombileri görmemi sağladı. Her ikisinde de senaryo zayıflıkları (zombili filmin senaryosunda zayıflık mı olur diyebilirsiniz, olur!), aksaklıklar vardı ama bence 2011 yapımı, bütçesi alenen düşük, özel efektleri zayıf (zombi filmi için büyük eksiklik), oyuncularının hiçbiri tanınmamış Kübalı zombiler; büyük bütçeli, süpersonik efektli, tanınmış oyuncularla süslü Amerikalı zombileri döverler...
   Kübalı Juan, mevcut sosyalist sisteme getirdiği eleştiriler (ki bana karşı kıyısındaki rejimden daha sempatik gelir), zayıf kurgusu, çamur gibi renkleri ile bana daha yakın gelmiştir. Eski zombi filmlerine çaktığı şık selamlar, oyuncuların rahatlığı, abartısız gaglar (ne işim olur gagla) şakalar, mevcut rejime muhalif olmasına karşın karşıt rejimin simgelenmesindeki o sarkastik (ne işim olur sarkastikle!) dalgacı ifade ile bunu başarmakta bir güçlük çekmemiştir. Ola ki merak ederseniz: işte de bağlantısı. Memleketimize gelme ihtimali olmadığından sinemalarda beklemeyiniz, başka kaynaklardan izleyebilirsiniz.



29 Aralık 2019 Pazar

"Star Wars:Episode IX" Nihayet Son!

   Herşey her yönden gelmeye başlayınca, insanı düşündürmeyecek filmler izlemek de bir çare (bkz.bir önceki yazı).
    Bu minvalde, bu pazarımı geçmişte afallayarak sinema ekranına bakmamı sağlayan bir serinin sonunu izlemeye vakfettim. 2s22d boyunca büyük beyaz ekranda akan görüntüleri izledim. Gişesi öncekiler gibi yüksek olmamasına karşın kafamı pırıl pırıl yaptığını söyleyebilirim. Film hakkındaki kötü eleştirilere katılmıyorum. Neticede elimizdeki bir fikir değil, endüstrinin bize sunduğu bir ürün. Filmi yapanlar da yapılması gereken ne varsa bir güzel yapmışlar. Bir ara gerçekten ölmüş karakterlerin, filmde ölmüş karakterlerin arada bir öykünün bir yerlerinde hayata dahil olmalarına şaşırdım. Misal: Kerifişır ölmüşken canlı ama Herisınford canlıyken ölü ama bir ara canlanıyor. Neyse, ben iyi vakit geçirdim. İyi yapılmış bir hamburger kadar zevk verdi (hamburgerden hiç hazzetmem!). Beyhude yazdığımın farkındayım. Müptelaları çoktan izlemiştir (ki henüz IMBd'de kasa şimdilik 704 milyon USD), kalanların da izlemesine bu sefil yazının bir etkisi olmaz herhalde...

28 Aralık 2019 Cumartesi

Daralınca Aslan Asker Şvayk Okumak!

Libya
Sözcü Davası
Yerli Otomobil Tanıtımı
Boğazda Gemi Kazası
Arap televizyonlarındaki Kanal reklamları
Bazı zenginlerin annelerinin kanal yatırımları
Kıspet gibi pantalon giyen, lodos çağanozu gibi yampiri yampiri yürüyen, illa ki sakallı, dar takım elbiseli, pahalı otomobilli, kafasında her şeyi çözmüş, nargileci tipler
Aman vermez bir trafik (Ankara'dayım (fazla söze hacet yok))
Şehrin üstündeki battaniye gibi kirli hava
Varla yok arasındaki bıyıklar
Kadın cinayetleri, çocuk istismarları, şiddet
Kaldırımda üstüne üstüne yürüyüp omuz atan organizmalar
Altında paçalara sıçratmalık su potansiyeli barındıran gevşek kaldırım taşları
Bitmek bilmez sosyal medya terörü (Uykusuz'un Ersin Karabulut'lu 2020 takvimi şahane!)

Bir de televizyon izlemeyi bırakalı 10 sene olmuş.

İnsanın üstüne üstüne geliyor gündem. Ne kadar uzak durmaya çabalasam boş!

Bu durumda ne yapılır? Şvayk'ın hergeleleliklerine yoğunlaşılır. Öyle de yaptım. İyi geldi. Tümen tümen gelenlere karşı yapılacak en iyi şeyin aptallığa yatmak ve gülmek olduğunu hatırladım. İyi ki mizah var, iyi ki gülebiliyoruz...

20 Aralık 2019 Cuma

"Entelektüel" Kavram Üzerine Edward Said'ten Önemli Saptamalar.

   Filistinli hristiyan bir baba ile Lübnanlı hristiyan annenin Filistin'de dünyaya gelmiş, halihazırda Amerikan vatandaşı, karşılaştırmalı edebiyat profesörü, aktivist, teorisyen: kısaca kitabında tarifini yaptığı entelektüel çerçevesinde biri. İlk dikkat uyandıran kitabı "Oryantalizm" (ne işim olur oryantalizmle?) "Şarkiyatçılık" ile dikkatleri çekti. Ondan sonra da geniş kitlelere kâh yazdıkları, kâh yaptıklarıyla ulaştı.
   Elimizdeki kitap, yazarın 1993'de Reith Konferanslarında verdiği bildirileri altı bölüm halinde bir araya getiriyor. 
  • Entelektüelin Temsil Ettikleri
  • Milletlere ve Geleneklere Pes Etmemek
  • Entelektüel Sürgün: Göçmenler ve Marjinaller
  • Profesyoneller ve Amatörler
  • İktidara Hakikati Söylemek
  • Tanrılar Hep İflas Eder

başlıklarından mürekkep yazıların ekseninde: entelektüelin tanımı, konumu, içeriği, zorlukları ve elbette nasıl olması gerektiği konuları dantel gibi ince ince anlatarak, çarpıcı örneklerle işliyor. 128 sayfanın nasıl akıp gittiğini anlayamadım. Üstelik son zamanlarda yaptığım okumaların içinde en çok altını üstünü çizdiğim, yanlarına notlar aldığım bir metindi. 
   Tespitlerinin kimine (belki de ister istemez sahip olduğum arka plan nedeniyle (özellikle Ermeniler hakkındakilere)) katılmadığım ancak yaptığı tanımlara gönülden hak verdiğim bir çalışmadır. Entelektüel olarak bildiğimiz ancak kendimce münevver olarak dillendirdiğim; kanımca toplumların yönlendirilmesinde önemli rol oynayan münevverlerin nitelikleri, onların böyle nitelendirilmesine neyin yol açtığı, önlerindeki zorluklar, bu sıfatı korumanın getireceği sıkıntılar, benim gibi orta düzey zekadaki okurlara bir güzel açıklanmış. 
   Bilhassa günümüzdeki medya münevverlerinin aslında öyle olmadıklarını anladığım (aslında uzun zamandır idrakindeydim ama bu metinle ikinciye tescillenmiş oldular), akademik çevrelerde dahi bu sıfatla anılan kişilerin (özellikle de akademik çevrelerde olduklarından dolayı) pek de bu sıfatı hakketmediklerini düşündüğüm bölümler oldu. Aslında yazılanları gözönünde bulundurduğumda, yaşadığımız bu "ilginç" zamanlarda bu titri elinde bulunduran fazla bir isim gelmedi aklıma. Bir Cemil Meriç, günümüzden de (görüşlerine katılırsınız katılmazsınız ama herhangi bir muktedirle rabıtası olmadığından eminim (yanık balata kokusunu da sarfınazar ederseniz)) Yalçın Küçük. 
   Hülâsa: çok makul fiyatlarla bulabileceğiniz bu küçük hacimli, geniş içerikli hazineye yakın durmak gerek. Hararetle öneririm.
"Uzmanlaşma heyecan duyma ve bir şeyler keşfetme duygusunu da öldürür ki bunların her ikisi de bir entelektüelde mutlaka bulunması gereken duygulardır."
"Uzmanlık, alanınızın gereklerine uyarak başkalarının sizden yapmanızı istediği şeyleri yaparsınız."
"Aslında entelektüelin temel sorusudur bu sorduğum: kişi hakikati nasıl söyler? hangi hakikati? kimin için ve nerede?"
"Bugün her yerde, tek bir sistemin başa çıkabileceğinden daha fazla tahammülsüzlük ve kulak tırmalayıcı bir iddiacılık var."
"Laik entelektüel için o tanrılar hep iflas eder."

"Müzik Odası&Jalsaghar" 1958'den İzlenilesi.

   61 yıllık kordela. Oyuncuların hiçbirini tanımam. Müzikler şükela ama mono. Görüntüler enfes ama siyah beyaz, acil restorasyona ihtiyaç var. Konu beylik: geçmişin soyluluğu yükselen kapitalizme karşı. Kimi müzik sahneleri gereksizce uzun. 
    Şimdi böyle söyleyince önermediğim zehabına kapılabilirsiniz. Kapılmayınız. Satyajit Ray, önemli bir yönetmen (Bay Akira Kurosawa şöyle demiş kendisi hakkında: "Hiç Satyajit Ray filmi izlememiş olmak, varlığını dünyada sürdürüp hiç güneşi ya da ayı görmemiş olmakla aynı şeydir.").  Uzun yıllar önce "Apu" üçlemesinin ilk ikisini izlemiştim (o da başka yazıya!). Müzik Odası'nı bugüne kadar ıskalamışım. 
   Görkemi zayıflayan bir aristokrat; servetini zayıflatan müzik (ve de ihtişam) tutkusunu, kaderin kendisine attığı çelmelere rağmen bırakmaz. Üstüne üstlük karşı komşusu da (tefecinin oğlu) Huzur Bey'in hazzetmediği tüm nitelikleri (görgüsüzlük-fırsatçılık-sonradan görmelik vs.) üstünde bir ifrazat lekesi gibi taşıyan bir şahsiyettir. Ama nedir ki: devirler dönmekte, kristal avizelerdeki mumlar bir bir sönmektedir. 
   Kimi zaman uzayan müzik sahneleri (ki fakir qawwali ve katak dansı müptelası olduğundan bu sahneler benim açımdan şahaneydi) sarfınazar edildiğinde günümüzün şımşıkırdak holivut filmlerine alışkın sinefile dahi gelir. Ancak sinemaya günümüz standartlarına uygun sinefilden biraz daha derinlikli yaklaşıyorsanız, bu siyah beyaz kordela sizi bambaşka dünyalara götürecek, bitince de üzerinde bir süre düşünmenizi sağlayacaktır. İnsan bir filmden başka ne ister?
    Son olarak Roy Efendiyi ete kemiğe büründüren Chhabi Biswas (bir insanın bir role bu kadar yakışması!) için bir alkış verelim ve huzurdan çekilelim...


17 Aralık 2019 Salı

"6 underground" Aman Diyim!

   Maykılbey'i zaten hiç sevmem ama Rayrnreynıldz'ı severim. Gripten mütevellit (mütevellit! iyiden tekaüte bağladım) spora falan ara verince boş vakit hasıl oldu. Dedim "bakayım bu film nasılmış". 
   Baştan hızlı bir araç takip sahnesiyle açılan filmimiz (yalnız hakkını vermek lazım paraya acımamışlar. (hiç gerçekçi olmasa da (bir önceki sahnede kırılan dikiz aynasının hemen sonraki çekimde yerinde durması filan)), iki saat yedi dakika boyunca aynı tempoda ilerliyor. Bol masraflı, parlak renkli, mantık dışı, akıllara ziyan.
   Uzunca bir reklam filmi izler gibi oldum. Yamulmuyorsam sinema denen sanatın ürünlerinde senaryonun önemli bir etkisi mi vardı? Bunda yok. Senaryo, kurgu, mantık falan hak getire. Türkmenistan'ın "Turgistan" olarak verildiği, Amerika'ya da Rusya'ya da giydirildiği (ama kullanılan herşeyde neredeyse Made in P.R.C. yazıyor), hemen her sahnesine ürün yerleştirilen, fleşbeklerin (ne işim olur fleşbekle) geriye dönüşlerin izleyiciye bir şey anlatmadığı, karakterlerin içinin boş bırakıldığı, aksiyonlu çatı katı, keskin nişancılı, bol sevişmeli, aşırı sıçrayan kanlı, uçak mezarlıklı ve yazmaya üşendiğim bir çok nedenden ötürü; filmi izlemenizi önermiyorum. 
    Ben yandım, siz yanmayın!

15 Aralık 2019 Pazar

"Where'd You Go, Bernadette" Çiğdemlik Film.

   Microsoft çalışanı bir baba (çok iş, az aile), rutinin dehlizlerinde kaybolmak üzere olan bir sanatçı (anne) ve onu anlayan yegane figür:Kızı. Derken olaylar gelişir.
   Keytblençıt'ın bombastik oyunculuğu olmasa, çiğdeme bile gitmeyecek bir kordela. Amma velakin bu cins-i latifin oyunculuğu, Antarktika manzaraları derken iki saati yemenize neden olabilecek, sinema sanatına hiç bir şey katmasa bile pazar akşamını kafayı dağıtmak için çiğdem çıtlatarak izlenecek filmdir. Siz bilirsiniz.

12 Aralık 2019 Perşembe

"Yüzyılın En iyi Bilimkurgu Öyküleri" Orson Scott Card'dan Derleme 27 Öykü

   İthaki güzel bir iş yapıp, bilimkurgu külliyatının önemli eserlerini tekrar basıyor. Bu mecrada basılanları (eğer okumadıysam) okumaya çalışıyorum. Geçen yılın başında yayımlanan ve maalesef sadece 1000 adet basıldığı için kısa sürede karaborsacı çakalların elinde 300-500 TL gibi fahiş fiyatlarla satılmaya çalışılan kitabı ancak PDF versiyonundan ulaşıp, elektronik okuyucuda okuyabildim. 712 sayfa ve 27 öykü. Editör Card Beyi zaten bilimkurgu yazarı olarak tanıyoruz, mukaddimede bu seçkinin subjektif olduğunu, kendine göre bir en iyiler listesi oluşturduğunu ayan bir şekilde beyan ediyor. Önsözde ayrıca kendine göre bir kronolojik sıralama da yapmış yazar. "Altın Çağ", "Yeni Dalga" ve "Medya Jenerasyonu".
   Kendi adıma ilk iki dönemin öykülerinden aldığım hazzı, son çağda yakalayamadım (yaş ilerliyor arakolpa!). İçinde kimler yok ki? Asimov, Bradbury, Wells, Le Guin ve daha (adını duymadığım için hicap duyduklarım bile var) kimler! İlginçtir, bu tip karma edisyonlarda hep daha önce okuduğum öyküler çıkardı. Bunda bulamadım. Kimisi bünyeye zayıf gelse de birçoğunda beyni tokatlayan satırlar, düşünceler gırla gidiyor. 
   Velhasıl bilimkurgu müptelalarına gelir. Bu arada, kitabın "malum ortamlara" düşmesine neden olan yayınevine de bir esef gönderelim. Diğer yandan da basılı haline o kadar parayı verecek kadar bilimkurguya düşkün olan kârilerin varlığını da bilmek güzel doğrusu (der içimdeki sinsi).   

4 Aralık 2019 Çarşamba

"Ağrı Dağı Yolcusu Kalmasın" Wells'in Son Eserlerinden...

   Bilimkurgunun kurucu babalarından Bay Wells, ölmeden altı yıl önce yazmış bu hikayeciği (hepi topu 80 sayfa). Bir gün Tanrı, Nuh Lammock'u ziyaret edip, kendisine bir takım görevler tevdi eder. Olaylar gelişir.
   Zeki okur, Nuh Lammock'un Bay Wells olduğunu şıpınişi anlar. O pek keyifli gelen ilk bölümden sonra (nebliym, ilk hareketin sahibi zat ile yapılan sohbetler falan), öykü bir monologlar silsilesine dönüşür. Sonraki bölümlerden biri mesela kahramanın sıradan bir su sıçanı ile diyaloguna ayrılmıştır (hayli de uzun bu bölüm). Tüm bu diyaloglardan imbiğimize süzülen usare ise; Wells'in tarih, siyaset, ülkesi ve Marksizme yönelik tespitleri, eleştirileri. Bunu yaparken usta sıkılmış olacak ki, kitap pattadanak bitiyor (keşke biraz daha uzun yazsaydı!). 
   Bilimkurgunun kurucu babalarından, parlak bir zihnin hayatının sonlarına doğru yaptığı tespitleri okumak isteyen, türün meraklılarına öneririm.

2 Aralık 2019 Pazartesi

"The Irishman" Duvarları Boyuyor musunuz?

   Kendi halinde bir kamyon şoförü Frenkşiirın bir gün şeytana uyar, olaylar gelişir. 
   İşte bu minvalde çekilen ve ABD'nin yaklaşık 50 yıllık gündemiyle birlikte mafya-devlet-sendika ilişkilerine getirilen şık bir eleştiri. Çeken yönetmeni daha yakında "Marvıl filmleri sinema değil, başka bir şey!" çıkışıyla hatırlayacaksınız. Akabinde böyle 3.5 saatlik (tam olarak 3s.29dk.) bir filmiyle (hemi de Netflix diye bir platformda (izlediğim hiç bir filmden sinematik bir haz alamadım nedense)) arzı endam etmesi hoş. Zaten sinema salonlarında gösterilecek 3.5 saatlik filme prodüktör bulmak, bu zamanlarda zor. Neyse.
Niro'nun Dolgu Topukları
   Sinemayı bir sanat olarak ele alırsak, film bence sinema sanatına yeni bir şey katmıyor (ancak kesinlikle sinema filmi olduğunu söyleyebilirim), zenaat kısmını değerlendirdiğimizde ise mükemmele yakın bir işçilik olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim . Bu konuda Marvıl filmlerinden elbette ki farklı. Meramımı şöyle dillendireyim: Marvıl filmleri çizgiroman okumaksa, bu da Gogol'un izinden giden rus klasiklerini okumaya benzer. Bir Gogol yeniliği-devrimi yoktur amma yine de okunduğunda haz verir. Yahut: Marvıl filmleri füzyon mutfağıysa (pürmüzle pişirilmiş tavuk) bu iyi pişirilmiş bir hünkar beğendidir. Hepsinin alıcısı farklıdır. Tevellüt artık eskimeye başladığından mıdır nedir Bay Sıkorsiisi'nin yaptığı tür filmleri daha çok beğeniyorum. 
   Nedir: bu işlerde her zaman dikkatinizden kaçan bir şeyler vardır (filmimizin ilk bölümleri pırıl pırıl renklerle başlar ama sonlara doğru kırmızılar azalır, parlak renkler de anti-kahramanımızın ruhuyla birlikte solar). İzlediğinizden daha çok şeyleri ifade etmektedir (misal:"duvarları boyamak" düz cinayetken bunun üstüne bir de "elinden marangozluk gelmek" cesetlerden kurtulma becerisini belirtir (en vicdan azabı duyulacak infaza, kıpkırmızı bir araçla gidilir)). İkisi aynı boyda kısacık adamların birini 1.90'lık bir role oturtmak için olmadık işler yapılır (bkz.foto). Marvıl filmlerinde bu incelikleri bulamazsınız. Olsa olsa 80-90 IQ ile kolayca çıkarılacak sonuçlar, hikmetler vardır.
   Filmimize gelecek olursak: iş olarak diyecek hiç bir şey yok, müzik/kurgu/sanat yönetimi/oyunculuklar (ki bu kadro herhalde kolay kolay toplanmaz)/kostümler/dekorlar bihakkın yapılmış. Bundan sonrasını madde madde yazayım da işin kolayına kaçayım.
Niro'nun Ağız Kenarları
  • Rabırtdeniro'nun ağız yapısı yaşlandıkça köpekbalığına evriliyor. İşte de fotoğrafik ispatı.
  • Yönetmen Bey, normalde filmlerinde yaptığı girizgahı yapmadan doğrudan dalıyor konunun içine. Bunda herhalde 3.5 saatini bu filmi izlemeye ayırmış sinefilin bu konuda yeterli arka planı olduğuna inanıyor (ki bence haklıdır).
  • Konuyu genel ve uzak bir çerçeveden değerlendirirsek verdiği mesaj, bundan önceki önemli film "Joker"den oldukça farklıdır. Daha fazlası için doğru yoldan saptığınızda, hayatınızı ve ruhunuzu kaybedersiniz. Neticede yaşlılık ve ölüm (her ne kadar havalı tabutlarla ve nezih mezar yerleriyle olsa da) herkesi yakasından yakalayacaktır (Tonisalerno'nun kolonoskopi için beklerken yüz ifadesi, Bufalino'nun çişini tutamaması ve daha nice sahneler vardır ki bunu pek iyi yansıtmaktadır.)
  • Şiirın, o kamyon kasası mühürünü kolunun yenine saklamayıp işine gücüne baksa, belki zengin olamayacak, altın saatler/manalı yüzükler takamayacak ama etrafında onu seven aile fertleri olacak, en yakın arkadaşının ensesine sıkmayacak, odasının kapısını gönül rahatlığıyla kapatabilecektir. Ancak seçimlerimiz (çarkıfelekle birlikte) kaderimizi nihayetinde sonumuzu belirler ve yanlış yanlışı getirir, kendinizi bir anda geri dönülemez bir noktada bulur, iç muhasebenizi yapacak kadar yaşarsanız son zamanlarınızı pek huzurlu geçiremezsiniz.
  • Ben sevdim ve 3.5 saat hiç ilgim düşmeden izledim. Herkese gelmez, izlemek birikim ve çaba gerektirir. Siz bilirsiniz yani!
Böyle uzun filme, böyle de uzunca tanıtım yakışırdı. İyi oldu...

1 Aralık 2019 Pazar

"Şöhret Dediğin" Ferdi Özbeğen'in Hayatı.

 
   Dün akşam AVM kitapçılarında dolanırken (eşlerimiz dükkanları hallaç pamuğu gibi atarken, avcı toplayıcılıktan beyaz yakalılığa terfi etmiş bibliyofil erkeğin kaçınılmaz kaderi) karşıma çıkınca hemen alıp, iki saatte bitiriverdiğim kitaptır (övünmek için söylemiyorum, kitap zaten 180 sayfa, rahat 20 sayfa fotoğraf, 10 küsur sayfa şiirler/şarkı sözleri, 35 sayfa obituary, 20 sayfaya yakın ek açıklamalar falan. Yani kitabın tümünü o kadar zamanda okuyabilirsiniz). 
   Kitabı Ali Rıza Türker düzenlemiş. Hem gazeteci, hem de Özbeğen'in arkadaşı. Özbeğen'in hayatı kimi zaman kendi kaleminden, kimi zaman derleyenin ağzından yazılmış. Kimin ne zaman başladığı ne zaman bittiği belli değil. Geçenlerde okuduğum "Türk'ün Memuriyetle İmtihanı"ndan (elbette ki) çok farklı. 
   1970'lerin sonundan itibaren daha büyük kesimlerce tanınmaya başlayan, eğlence dünyasında bir akımın öncüsü, eşcinselliğini gizlemeyen ama asla öne çıkarmayan, haza beyefendi (beyefendilik bir cinsel şart taşımaz!), bulunduğu koşullarda uzun yıllar (belli bir kesim için de olsa) popülerliğini korumuş (bilen bilir zordur o koşullarda bunu sağlamak (bkz.Özlem Tekin (en sevdiğim rakçıyken esamisi yok! (kendi suçu mu? hayır!, bilerek sildiler piyasadan))), pek çok şarkısını dinlerken beni 80'lerin başına götüren, çay içerek asla dinlenilmeyecek, müstesna bir insan: Ferdi Özbeğen. 
   Kitap, çok samimi bir girişim. Ancak özensiz ve yetersiz. Kitapta adı geçen bir çok yabancı sanatçının adları yanlış yazılmış, dil hataları gırla ama yine de iki saatte bitti. Sadece Ferdi Özbeğen'in hayatı değil, artık ellerimizden kayıp gitmiş bir dönemin (ki hayali bile gözleri puslandırır) hatırasını yaşamak isteyenler alıp okusun efendim.
   Son eleştirim de kitapla birlikte verilen müzik diski için: şimdi Özbeğen'in şarkılarının gücü sadece piyano ile çalındığında bir vokalle insanda güçlü duygular uyandırmasıdır. Bu şarkıları piyano ve vokali arka planda bırakan bir düzenlemeyle verirseniz, eserin ruhunu bozarsınız. Kitabı okurken, diski dinlediğimde "eyvah eyvah" dedim. Baskın ritmler ve süslemelerle (profesyonel müzisyen jargonunda "keriz" denir) üstadın sesi ve piyanosu geride kalmış. Ses ayarlarıyla uğraştım, basları düşürdüm; yok olmuyor. Çaresiz başka kayıtları bulup dinliiciiiz. Size de önerim: sadece piyanoyla söylenen bir en iyiler listesi yapın, çay harici bir içecekle (içine su katılınca beyazlaşan sıvı ile iyi gider), sakin bir çevrede (eller yukarıdacı tayfadan zinhar uzak durarak), aynı frekansta ahbap tayfasıyla, mahdut taamla dinleyin, bana dua edeceksiniz.
Şu hayatta canlı dinlemeyi çok istediğim ama dinleyemediğim (diğerleri : Cem Karaca, Müzeyyen Senar diye gider) bir sanatçıdır. Artık kısmet başka evrenlerde...