15 Bölüm, yaklaşık 500 sayfa. Yazarları bu kadar popüler olmaya başlamadan önce okumaya başlamıştım. Uzun uzun okuyunca bazen bayıyor ondan dolayı ikili okumalarla başucumda uzun süre kaldı. Nihayet geçen hafta bitirebildim.
İki yazarımızın ortak özellikleri ekonomist olmaları. Daron Bey MIT'de, Ceymz Bey Şikago üniversitesinde (önceden Harvırt'taymış) ders veriyorlar. Yazarlarımızdan bize yakın olanının yakında Nobel ödülü alacağı tevatürü dolanıyor epistemik cemaat arasında. Ceymz Bey aynı zamanda siyaset bilimcisi.
Kitabın dili çok akıcı, başlayınca ilerliyor. İlk satırlarda Nogales örneğini vererek okurun ilgisini yükseltiyorlar (aynı coğrafya, aynı iklim, aynı zaman, aynı demografi, ortada bir sınır, bir yanı zengin, diğer yanı yoksul!). Bu basit ama çarpıcı örnekten sonra geniş bir zaman ve zemin yelpazesinde hem tarihsel hem de ekonomik çerçeveden ulusların zenginliği ve çöküşü hakkındaki teorilerini oluşturuyorlar.
Sıradan ekonomi ve tarih kitaplarından çok daha bilgilendirici olduğunu söyleyebilirim. Üstelik ilk kez bu kitapta duyduğum bazı teoriler ve tanımlar bana çok doğru geldi. Hasbelkader iktisat okumuş bulunduğumdan bu konuda fikrim olacak kadar bilgim var sanıyordum, yanılmışım. Kapsayıcı ekonomik kurumlar, sömürücü ekonomik kurumlar, yapıcı yıkım gibi ilk kez duyduğum ama bunca zamandır gözümün önünde olan birtakım olgulara, kitabı okuduktan sonra daha başka bir gözle bakmaya başladım.
Yazarlarımızın şeylere bakış açısı belli. Değerlendirmelerini neo-liberalizm çerçevesinden yapıyorlar. Bunu kabul ederek okursanız eleştiremezsiniz (etmezseniz kitaba "neo-liberalizm güzellemesi" yaftasını yapıştırabilirsiniz) ancak Jared Diamond'un "Tüfek, Mikrop ve Çelik" ve "Çöküş" kitaplarını okuduysanız olaylara daha başka açıdan yaklaşacak, kendi tarihçilerimizin ve iktisatçılarımızın derli toplu eserlerini de hatmetmişseniz perspektifiniz genişleyecek ve kimi bölümleri haklı olarak eleştireceksinizdir (Osmanlı sonrası Türkiye'nin hiç ele alınmaması gibi).
Buna mukabil es geçilmemesi gereken kitaptır. Zira kimi tarihsel gerçekler çok başka bir açıdan değerlendirildiğinde zihninizde daha farklı kompartımanlara yerleşiyor. Misal : kölelikle acımasızca sömürülen kara kıtanın kölelikteki en büyük makinesinin yine oradaki işbirlikçi devlet ve onun sömürgen kurumları olduğunu öğrendiğimde hemen bunu başka kaynaklardan teyit etmem gerektiğini bir kenara not ettim. Araştırınca haşyetle gördüm ki : bilgi doğruymuş. Böylece güçsüzün güçsüze ettiğini (müstakbel kara istikbale rağmen) üzülerek anladım.
Kitabın ortaya koyduğu teori belki ekonomik açıdan haklıdır ancak kronik yoksulluğun, kurumsal kötülük değil bireysel harislikten kaynaklanması daha olası geliyor. Tüm fakirliğin anası ne diktatoryal rejimler ne de sömürücü kurumlar bence. Tek sorumlu: insanoğlunun fıtratındaki açgözlülük ve hırs. Bunu yenebilirsek hayat bayram olabilir. Ama zor, çok zor!
Ne diyim (mesela Mahmut mu diyim?) okuyun bence.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder