Askeri darbe ile içeri alınan 3 Tupamaros (Küba'daki devrime öykünen silahlı bir politik grup) militanı, askeri yönetim tarafından paketlenip, insanlık dışı koşullarda tecrit edilerek mapus mapus gezdirilir. Bizler de iki saat boyunca bunu izleriz. Nereden bakarsanız klostrofobik, karamsar, kötümser bir iki saat diye düşünebilirsiniz. Yapmayın !
Çok sağlam film. Sinematik açıdan söyleyecek hiç bir şey yok. Senaryo, kurgu, akış, renkler, müzikler, geçişler, geri dönüşler, karakter oturtmaları (var mı böyle bir şey sinema biliminde ?), kostümler, dekorlar, oyunculuklar her bir şey tamam. Yani zanaat tamamdır. Bunun üstüne ise izleyiciye aktarılan bir düşünce, bir umut var ki : o şükela. Koşullar ne olursa olsun, güneş doğar.
Nato'nun tuvalet sorunsalı için, onbaşıdan en tepedeki komutana giden emir komuta zinciriyle inceden "askeri mantık" (oksimoron böyle bir şey) dalgası geçilse de, filmin geneli (iyice sündürülen son on dakika haricinde (ama son da sündürülmeyi hakediyor)) böyle Ahmet Haşim tarzı bir atmosferde geçiyor.
Ortaların sonuna doğru içim ezildi, öyle böyle değil. Pencereyi açtım, hava aldım. Yarın sabah puslu muslu olsa da güneşi görebileceğim için şükrettim hayata. Sonra kendime geniş açıdan baktım, 16 yıldır usuldan geldiğim/geldiğimiz yeri gördüm. Jose, Mauricio ve Nato'nun yaşadıklarıyla elbette kıyas kabul etmez ama bir karanlık olduğu kesin. Sonra filmdeki karakterlerden birinin (Jose Mujica) söylediklerini buldum. Diyor ki Mujika (ki o mapus günlerinden sonra Uruguay Devlet Başkanı olmuştur) : "Gençlere, yaşlı bir adam olarak küçük bir tavsiye : hayat bize bir çok tuzak kurabilir, karşımıza kavisler, tümsekler çıkarabilir. Hayatta, aşkta, sosyal çevrede binlerce kez başarısız olabiliriz. Ama ayağa kalkıp güçlüklere karşı koyarız. Bunu yapabilecek gücümüz var. Bir günün en güzel zamanı şafaktır. Her gecenin sonunda şafak doğar. Unutmayın çocuklar, sadece ezikler pes eder." Mapusluk döneminde ciddi ciddi zihinsel sorunlar yaşayan ama asla pes etmeyen Mujika sonunda güneşi doğdurur.
Bu vesile ile her gece on iki yıl sürse de sonunda güneşin doğduğunu izliyor ve hoş bir duyguyla çıkan yazılara bakıyoruz. Sonu başından belli iki saatlik bir hapishane filmini izleyip de ne yapacağım demeyin! İzleyin.
PS : Polsaymın'ın "The Sound of Silence"'ını Silvia Perez Cruz, öyle yerinde, öyle hisli söylemiş ki, denk geldiğinizde gönül kulağınızı açık tutun...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder