20 Nisan 2012 Cuma

"Puslu Kıtalar Atlası" Sihirbaz İ.O.A.'a Girizgah..


  Issız Adam'da ilk kez görünüp, istemeden de olsa reklamı zuhur edip, herhalde bir kaç baskı daha yaptığında (cümleye gel !..) biz İ.O.A. müdavimleri, ikinci okumaları sonlandırmıştık bile... Birkaçını eşe dosta hediye ettikten sonra geçenlerde artık kütüphanemin demirbaşı olsun diyerek aldığımın üzerinde : "40. (yazıyla kırkıncı) baskı" yazıyor idi. Nasıl seviniyorum bir bilseniz !..
   
   Önce belirtmek isterim ki üstadın üslubu hiç de kolay değildir. Azıcık tarih bilip, lugat karıştırmayı gerektirir. Klasik roman yapısında da değildir. Başlangıcı, olay örgüsü, kurgusu, kronolojisi kafasına göre ilerler, sonunda da "böyle mi biter yahu ?" dedirtebilir okura. Ama aslında yazar değil büyücüdür Sayın Anar. Biz müdavimlerini her bir sayfayı öbürüne atlatmak için büyüsünü acımasızca kullanır üzerimizde. Alegoriler, meseller, felsefe kırıntıları, meraklı hikayeler, anekdotlar, dedikodularla harmanladığı masallarını bir de nefis bir üslupla sunar ki tadından yenmez. Masal dedim yanlış değil. Zira gözümde İ.O.A. kitapları uzun masallardır. Verdiği meşaz elbette ki önemlidir ancak bunu eserin tümünde değil çoğunlukla satır aralarında verir. O yüzden anlamlı ve dramatik sonlar beklemeyiz. Nasıl küçücük bebelerken dinlediğimiz masalların sonunu pek hatırlayamazdık (zira uyku baskın çıkardı), onun masallarının da sonu pek önemli değildir. Önemli olan, okurken aldığımız hazdır. 
   Nasıl ifade edeyim bilmem. Hani Akyaka'dan sahil yolu izlenerek Ören'e gitmeye niyetlenir ve yola çıkarsınız, Ören'e vardığınızda da hayal kırıklığına uğrarsınız "A Ören bu muymuş !" diye. Buna mukabil; bu yolda Ege'nin (hatta Dünya'nın) en güzel koylarını gördüğünüze sevinmektesinizdir bir yandan : işte öyle bir şey.. 

   Hani Üsküdar Kanaat Lokantasında uzun ve keyifli bir taamın sonunda "dur bir de kaymaçina deneyelim" dediğinizde gelen tatlı (eğer kaymaçinaya alışkın değiseniz) sizi hayalkırıklığına uğratabilir (çoğunlukla) lakin "kuzuetli şevketibostan, ayvalı gerdan ve favalı enginar nefisti ama" der ve gülümsersiniz ya işte öyle bir şey..

   Bilmem anlatabildim mi ?

   Bu kadar geyik yeter. Kitaba gelelim...

   İstanbul'da doğdum, büyüdüm. Suriçi'nde. Okulu kırıp Balat'tan Haliç'e iner, haylazlıklarımızı Çukurbostan'da (o zaman oralar da bostandı hakikaten) yapardık. Anar'ın üstünde kuntastik hikayeler yazdığı mekanlarda yeniyetmeliğin sancılarını çektim ben. Usta; o mekanları adeta bir rüya haline getirip yeniden canlandırıyor, üstelik bunu nonfrost kahramanlara oynatıyor (misal : 7 meydan 72 külhanda topuk gösteren Arap İsmail Ağa) ki gel de okuma. 

   Bir de arızalıysanız benim gibi etimoloji konusuna : kelimelerin, benzetmelerin, sıfatların peşine düşerseniz : ilk okuma iki gün, ikinci ve daha sonrakiler çok uzun zaman alır. Kah lugat, kah tarih karıştırırsınız. Misal : Arap İsmail neden topuk gösterir : çünkü leventtir. leventler yalınayak gezerler. Külhan nedir ? Hamamı ısıtan cehennemliğin yanındaki küllerin döküldüğü sıcak odadır. İpsiz sapsızlar burada yatar. Beylerine de külhanbeyi denir. Gibi...

   Rendekar kimdir ? "Zagon Üzerine Öttürme" nedir ? Merak etmezseniz öykünün içinde kaybolur gider. Ama feylesofiye merakınız varsa bilirsiniz ki Rendekar : René Descartes, "Zagon Üzerine Öttürme" de : "Discours de la méthode"dur.  İster şüphenin çeşitlerine dalar, Dekar okur, ister öyküye devam edersiniz. (Dekar okuyana rast gelmedim).

   İncelikli bir mizah vardır yazılanlarda, ironi diyebilir miyiz ? Bazılarınca evet !..  Yaratılan küçücük karakterler keyifli adlar taşır. 


   Ooo saat ikiyi geçiyor, yarın erken kalkacağımdan mütevellit, devamı ikinci Anar masalında...
Bu foto öylesine konulmuştur,
belki içinizde bir yerleri harekete geçirir...
küçüklerin gözlere ve ellere dikkat.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder