Korku türünün meraklıları isme aşinadır. Sayın Bay Kuuntz bu romanıyla ayağına sıkmıştır, hem de tarak kemiklerine, hem de iki ayağına birden, hem de iki el...
Korku okurları bilir ki, bu türün belirli ateşleyicileri vardır. Bir hatırlayalım nelerdir onlar :
- uzaylı istilası
- böcekler
- vahşi hayvanlar
- mümkünse engeli olan bir kahraman (bunda infertilite sözkonusu)
- dini faktörler
- arızalı ebeveyn (mümkünse sosyopat baba)
- galeyana gelmiş kalabalıklar
- zombiler,kurtadamlar,vampirler
- alışılmadık doğa olayları
- içgüdüsel korkular (karanlık, yalnızlık vb.).
- işkence
- ölüm...
Bu romanda hepsi var. Ama korku romanı değil. Çocukları olmayan bir çift, dünyanın istilasında çocuk hasatçıları olarak görevlendirilir, olaylar hızlıca ve anlaşılmadık bir şekilde gelişir, ne olduğunu anlayamadan ve nasıl olduğunu bilmeden roman biter, "son" yazar. Son sayfaya bön bön bakakalırız.
Haftada 70 saat yazmakla övünen yazarımız, sanatçı değil zanaatkar olma özelliğini ifşa etmektedir sanki ("Şecaat arzederken merd-i Kıpti, sirkatin söyler" ya da "harbi barolar hırsızlıklarıyla övünür"). Evet, bu kulvardaki en azılı rakibi Stiivın King hazretleri de bu bağlamda zanaatkardır ancak olayı gırtlak açısından mukayese edersek King Efendi Özsüt'ün sakızlı fırın sütlacına tekabül ederse, Kuuntz Efendi ancak BİM'in osmanoğlu plastik sütlacıdır. Bay Kuuntz'u zaten sevmezdim. Artık hiç sevmiyorum. Diyeceğim odur ki : bu kitaba para ayıracağınıza gidin Özsüt'ten fırın sütlaç yiyin daha iyi edersiniz...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder