Bir gezgin (dürüstlüğü ile pek de öne çıkmayan biri), Ekber Şah'ın sarayına gelir. Olaylar gelişir.
Pek severim Bay Rüşti'nin büyülü gerçekliğini. Daha önce okuduğum tüm kitaplarını usulünce kurulmuş bir çilingir masasındaymışçasına ağır ağır eğlenerek, tadını çıkara çıkara okudum. Ancak adeta bir masal (ya da efsane mi demeliyim?) anlatımıyla ilerleyen 342 sayfalık kitabımızın 120. sayfasında pes ederek yarım bıraktım. Her detayın etraflıca detaylandırılması mı, akışı takip etmenin zorluğu mu, gerçekliğin büyüsünün fazlaca olması mı bilemedim. Bir çok edebiyat eleştirmeni pek bir övmüşler. Onlardan iyi bilecek halim yok. Ama olmadı işte! Aşı zamanımın yaklaştığı yaşa geldiğim bu yıllara kadar başladığım hiçbir kitabı bitirmemişliğim, yarıda bırakmışlığım yok (J.Joyce'un Ullyses'ini bile bitirmişliğim vardır afedersiniz!) ama herşeyin bir ilki vardır. Bunu bitiremedim. Ama daha geniş zamanlarda, daha güneşli ikindilerde bitireceğim. Böyle yani...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder