5 Nisan 2021 Pazartesi

"Quo Vadis Aida?" Çok Acı Ama Görmek Gerekli!

   Bitirdikten sonra güvercinimle fakirin başına ağrılar girdi. Uzunca bir süre kendimize gelemedik, uykularımız kaçtı. Baştan uyarayım: güzelce bir vakit geçireyim, sıkıcı hayatımdan uzaklaşayım diyorsanız hiç yaklaşmayın! 
   Temmuz 1995. Aida, Srebrenika'daki Hollanda kontrollü BM üssünde tercüman. Sırplar BM'nin verdiği teminatlara karşın kente giriyor, güzelce katliama başlıyor. Ahali; bir ümit, BM kampına koşuyor, belki ölmeyiz diyerek. Aida'nın kocası ve iki oğlu üsse giremiyorlar, telin dışındalar. Aida pürtelaş tüm imkanlarını zorlayarak ailesini içeri alıyor. Olaylar gelişiyor. 
   Avrupa'nın göbeğinde bir katliam yaşandı, 2.Dünya Savaşından beri yaşanan en büyük katliam. Sırplar BM'nin kontrolündeki bölgeye girerek 8 bin küsur insanı çatır çatır öldürdüler. İçlerinde kadınlar ve çocuklar da vardı. Filmimiz bu facia içindeki bir aileye odaklanıyor. Hiç ajitasyon yapmıyor, duygu sömürüsü kolaylığına kaçmıyor, yaşanan şiddeti fazla yansıtmıyor. Buna karşın yaşananların haşyeti iliklerinize kadar işliyor, gözünüzün önünde olan bir trafik kazası gibi gözlerinizi kaçıramıyorsunuz. 
   Bir süredir Avrupa patronlu bir işyerinde çalışıyorum. Patronun devlet olması, bu büyük makinenin nasıl çalıştığını anlamamı sağladı. Nasıl düşünür, nasıl hareket eder, nasıl eylem yapar, neyi planlar; az çok öngörebiliyorum. BM ve Hollandalı askerler aynı o şekilde hareket ettiler. Albay Karremans'ın Kasap General Ratko'nun (meşe odunlarında yanası!) sigarasını çakmağıyla yakmaya uzanışı ve Aida'nın ailesini kurtarma çabalarına sırt dönüşünü hiç yadırgamadım. Silahlı Sırp askerlerinin üsse girişini kurallara kesinlikle uymasa dahi kabullenişi ve benzer kuralları hayatını kurtarmaya çalışan insanlara karşı hiç esnetmeyişleri; güce karşı duramama halini çok iyi anladım.  
   Filmimizin sinema sanatına yaptığı katkılardan bahsedecek kadar iyi film okuyamıyorum. Ancak oyunculuklar, senaryo (bu konuda senaristin eli oldukça kuvvetli), müzik, renkler, çekimler konusunda "gözüme battı" diyebileceğim bir şey yok. Başroldeki Jasna ve Kasap Ratko'yu oynayan aktörlerin karı koca olmaları ve ikisinin de Sırp olması şaşırtıcı. Filmin gösteriminden sonra ölüm tehditleri almaları ise hiç şaşırtıcı değil.  Filmin IMDb sayfasındaki puanlamasına 1 çakanların milliyetlerini de şıpınişi çözüyorum ve neden 1 çaktıklarına hiç şaşırmıyorum (buna karşın puanı yüksek (film iyi ve senaryo uydurulmamış adeta belgesel dramatizasyonu çekmişler)).
   Yapımcılar çok çeşitli (içlerinde TRT de var ki pek sevindim). Yabancı dilde en iyi film oskarlarında ilk beşte (alabileceğini hiç zannetmiyorum ama olsun, ne kadar insan görürse o kadar iyi!). Hiç alışkın olmadığınız biçimde açılıştan önce kocaman bir Pirate Bay ambleminin altında "Hiçbirşey teliflenmemiştir, Herşey serbesttir" sloganını okuyunca şaşırdım ama pek de bir sevindim. Bu kenarda köşede (kasıtlı olarak) tozlanmaya bırakılan trajediden mümkün olduğunca çok kişi haberdar olsun ki savaşın (hele de içsavaşın) ne menem bir b.k olduğunu herkes görsün. Zannımca bir süre sonra TRT2'de yayınlanır (en azından o zaman kayıtsız kalmayın).
   İzledikten sonra sevgi kelebeği olmayacaksınız, muhtemelen sarsılacak ve üzüleceksiniz oldukça ama görmeyin diyemem (insan olan demez). Ataları o topraklardan gelen biri olarak muhakkak bulmalı ve izlemelisiniz diyebilirim.

1 yorum: