Mart 2010'da ilk kez, 2011 sonlarında ise bir kez daha okumuştum. Gönlü hafifleten kitaplardan olduğunu anımsayıp, bir nevi mecburiyetten yaşadığımız şu domestik (ne işim olur domestikle?) evcimen günlerde bir kere daha okumaya hallendim. İki günde bitti. Öyle kısa falan da değil (335 S.) ancak üslup pek akıcı olduğundan, içine su katılınca beyazlayan sıvıların üç kez distile edilmişlerindenmişçesine (oldu mu bu fiil?) ipek gibi kayıyor.
İngilizce öğretmeni başkahramanımız (ki müteveffa babası pek ünlü bir aktör olup, bu nedenle pek acıklı travmalar yaşamıştır/yaşamaktadır), hayran olduğu yazarın biyografisini yazmaya hallenir. Bu ivme onu, idol yazarının yaşayıp öldüğü küçük kasabaya kadar atar, olaylar gelişir.
Kısaca böyle özetleyebileceğimiz konu, elbette ki boşuna kıyamet gibi olumlu eleştiri (Stanislaw Lem, Stephen King, Neil Gaiman gibi ağır topların şıkırdak sözleri var arka sayfada) ve ciddi ödüller kazanmamıştır. Romanımızın ortalarından itibaren; konuşan bulteriyerler, yazdıkça mücessemleşen karakterler, araya sıkıştırılıveren bir aşk üçgeni, onyıllar öncesinden planlanan (sadece planlansa iyi gerçekleşen de) doğumlar/ölümler/trafik kazaları/diş çıkarmaları ve daha neler vardır.İşin garip tarafı bu garaip olaylar öylesine aktarılmaktadır ki okura, hiç de garipsenmemektedir.
Yazarımızın "Aşık Hayalet"ini 2012'de, "Beyaz Elmalar"ını ise 2013'de bu sefil ağ güncesinde tanıtmaya çalışmıştım. Ancak şüphesiz ki bu üçlünün içindeki inci; iş bu kitaptır. Fantazya ödülleri almasına karşın, ilerleyen sayfalarda bir gotik tekinsizliği sezmenize neden olabilecek bu kitap, tam da bu sıralar okunabilir. Okundukça (ki okumaya iptila meftunlara ilaç gibi gelir) zihin açar, muhayyileyi şıkırdatır, ruha letafet verir. Yakın durunuz efendim!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder