İlk filmi Hereditary iş yapınca demiştim "holivut bu adama sarar" diye. Nitekim aradan bir yıl geçer geçmez Ari Aster'in ikinci filmini de gördük. Yine ilki gibi rahatsız edici, yine ilki gibi güzel.
Bir takım gençler İsveç'e hem tatil, hem akademik kaşıntılar hem de ilişkilerini tazelemek adına yaz ortası festivalini izlemeye izole bir komüne giderler. Olaylar gelişir.
İlki gibi yine iki yönlü izlenebilecek bir film. Önce birincisi : gore korku filmi olarak izlenimlerimiz: Bayan Aster'in sevgili oğlu bu tarz filmlerde genellikle sapık rolüne yerleştirilen ezikkayıp amerikan redneckleri (Bkz.robzombie filmleri) yerine gayet de uygar zarif kibar İsveçli köylüleri, kasavetliklostrofobikyeşilsarıfiltreli çekimler yerine adeta tv reklamı kıvamında aydınlık güneşli kırları koyuyor ve bu tip filmlerde bir ilki gerçekleştiriyor. Yükselen kafaları verdiği sekanslarla "hımm demek bu kafaları yaşamışlığı var!" dedirtiyor, öyküyü dantel gibi işliyor ve şükela bir sona bağlıyor.

Yok eğer filmimizi, fularımızı beremizi takıp izlersek bu kez farklı yerlere odaklanırız. Misal fakir şöyle çıkarımlar yaptı: modern toplum acıları sağaltmakta başarısız kalırsa acılı ruhlar kendi cehennemlerini yaratan kapalı komünlere sığınmakta bir beis görmez. Bu komünler TKP'de olabilir, kuşsevenler cemiyeti de, Menzil cemaati de... Kendi kozalarına kapanmış topluluklar (bunda eğitimin ve sosyal çevrenin hiç bir dahli olmaksızın (ki Aster de bunu örneklemek adına refahı en yüksek olan toplumu İsveç'i vermiş)) toplum, ahlak, etik, din (artık ne derseniz deyin kısacası süperegoyu oluşturan tüm kavramlar) hilafında kendi cehennemlerine kolaycacık geçebilirler (nereden bilebiliriz mormonların uç ayinlerini? menzilcilerin hatmelerini?). Bu ve buna benzer bir çok çıkarım yapabilir, senaryonun açık bırakılan uçlarına çeşitli mintanlar dikebilirsiniz.

Tanıtım için çok teşekkürler.
YanıtlaSil