Garip saç traşlı ama zihninden kıvılcımlar çıkan yazarımız; dörtkolluya binerek yapılan yolculuğu uzun zaman önce tamamlamasından mütevellit (iyice tekaüde bağladım (dörtkollu ne ? : (tabut tabut!))) telif ücreti gibi bir sorun olmuyor (bu da dehşet girift bir girizgah cümlesi oldu!) ve Bay Şopenhauer'in kitapları pek ucuza bulunuyor.
Eristik Diyalektik pek bir ilgimi çekince, hazretin diğer yazdıklarına şöyle bir bakalım istedim ve en merak ettiğim konulardan biri olan, ölüm hakkında yazdıklarını okudum.
Risalemizinin (64 sayfacık çünkü (ama ne yoğun 64 sayfadır o öyle!)) başlığı uzun. Ama "Ölüm ve İçgüdü İlişkisi" gibi hatırlanırsa daha kolay anlaşılır. Hayatın sona ermesi (aynı başlangıcından önceki süreç gibi) muğlak bir kavram. Yaşam dediğimiz sürecin ne öncesi ne de sonrası hakkında hiç bir pozitif kanıta sahip değiliz. Bunun hakkında dinler çok çeşitli şeyler söylüyorlar ama bilimsel açıdan yaklaşıldığında rasyonel aklın inanabileceği hiç bir bilgi yok (bilgimiz yok, fikrimiz var!). Hal böyleyken bu konuda yazacaklarımız ancak bu hayat ve boyutta gözlemleyebildiğimiz, yaşadığımız tecrübelerden faydalanarak yazılıyor.
Örnekleyelim : fil vardır. Diyelim Avustralya'da yaşıyordur. Bizler filin varlığını (her nasılsa) biliyoruz. Ama hiç görmemişiz. Yalnızca filin var olduğunu biliyor ve hakkında çıkarımlar yapıyoruz. Dikkat ederseniz sıklıkla görülen bir hayvan değil, oldukça farklı yapıda bir örneği örneklemeye çalıştım. Fil hakkında herkesin bir fikri var. Çeşitli tarifler yapılıyor ama fil görülmemiş. Fili sadece hayatının sonunda Avustralya'ya gidenler biliyor ama geri dönüp anlatma şansları yok (o kayık seyahatin sonunda yakılıyor). Kaçımızın aklına o devasa büyüklük, tüysüz vücut, o kocaman dişler, hortum falan gelir.
Ölüm de böyle. Tıpkı doğmadan önceki süreçte olduğu gibi : tam bir bilinmezlik ve bilinçsizlik hali. Neyse, sündürmeyelim...
Artur Bey, konu hakkında çok didaktik yazmış. Nedir: kendisi fil hakkında hiç bir bilgiye sahip değildir. Böyle olunca yaşananlardan yola çıkarak ölümü yazmış. Yaşam hakkında iyi bir gözlemci olunduğunda, yaşamın karşıtı hakkında da yazılabilir aslında. En azından bu yaşamda karşımıza çıkanların ölümde olmayacağını düşünebiliriz. Bayan Şopenhauer'in sevgili oğlunun risalesinden çıkardığım ana sonuç : "her ne kadar ölüm, bir canlıya yapılacak en büyük kötülük, en ağır ceza olarak görülse de; tıpkı yaşamın öncesinde olduğu gibi mutlak bilinçsizlik ve yokoluş olacağını varsayarsak, yaşamın da pamuklara sarılarak geçmediğini idrak eder ve bilgi ile yaşamı değerlendirebilirsek ölümden korkacak bir şey yoktur." kısacası "bilgi ile ölüm korkunuzu yenebilirsiniz ama içgüdüsel ölüm korkusunu zaptetmek zordur."
Benim aklımda kalanlar bunlar oldu. Elbette aşağıdaki asık suratlı ihtiyarın yazdıkları bunlarla bitmiyor. Daha neler var. Okumak gerek...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder