Önceden belirteyim : bu kitabın hiç bir edebi ve akademik değeri yoktur. 172 sayfa boyunca kronolojik bir sırayla yazarın başından geçenleri (adeta bir günlük okurmuşçasına) okuyoruz. Ancak kitap çok önemli bir kitaptır.
İsmail Oruç'un güncesini uzun zamandır takip ediyorum. Hayatına emeklilikten sonra verdiği yön, (birazcık benim de gitmek olduğu istikamet olması hasebiyle) çok ilgi çekici. Bay Oruç, bu günceyi okuduğunu tahmin ettiğim insanlar gibi biri. Yıllar boyu masa başı işlerde çalıştıktan sonra yaş ilerleyince, beden de küçük küçük arızalar vermeye başlayınca, ekonomik olarak azıcık rahatlayınca, emeklilik hak edilince; zihin muhasebeye başlıyor. "Ne kadar zamanım var? şimdiye kadar nasıl yaşadım? bundan sonra nasıl yaşayacağım?" türü sorular, uykuları kaçırıyor.
Bay Oruç, işte tam da bu aşamadayken önemli bir karar verip, denizle hemhal olmaya karar veriyor. Ama nasıl olacak bu işler? Emekli olunca gelir yarı yarıya düşüyor. Deniz zengini sever diye bir deyimimiz var. Küçük bir kayık almaya kalksanız bile bütçeyi zorlar. İş almakla bitmiyor, bakımı, kışlaması, bağlama yeri. Bunlar hep sorun.
İsmail Bey, yılmıyor. Önce 2.5 metrelik bir kayık yapıyor (evet! kendi elleriyle). Sonra da Devekuşu maceraları başlıyor. Yıllarca karada başını kuma gömerek yaşadığı düşüncesiyle ilk yelkenli teknesinin (ve daha sonra ikincisinin) adını Devekuşu koyuyor. Devekuşu-1'i de kendi imal ediyor. Bu arada bütçesi elverdiğince yelken eğitimleri alıyor (ki kitabı okudukça eğitimlerin insanı ancak bir yere getirdiğini (ilk adımı atmaya sağladığını) asıl önemli olanın denizde yaşanan tecrübeler olduğunu belirtiyor. Yetmiyor, her yelkencinin "o küçük tekneyle bu seyir olmaz" diyeceği rotaları yapmaya başlıyor.
İşte bu kitap; rotası değiştirilen bir hayatın kısa özeti. Kabul etmek gerekir ki yazarımızın öyle edebi bir anlatım kaygısı yok. "Aslan burnu'nu geçerken teknemin bordasına vuran azgın dalgalar, üzerime serpintiler yağdırıyor; bu arada yerle göğün birbirine girdiği kurşuni hava ümidimi kırıyordu. Buradan nasıl kurtulacaktım?" gibi teatral cümleler yerine son derece yalın bir anlatım var. Devekuşu-1'in İzmir ve Marmara seyirleri çok güzel anlatılmış. Her amatör denizci bu kitaptan yararlanarak kendi rotasını çizebilir. Kendi adıma "içine su katılınca beyazlayan sıvı" betimlemesine bittim doğrusu. Kitapla ilgili tek eleştirim : şu anda yazarın aşina olduğu (doğrusu yıllardır kullandığı) denizcilik terminolojisine dair bir küçük sözlüğün, kitabın sonuna yerleştirilmesinin faydalı olacağı.
Aşağıdaki bağlantıya tıklayınca izleyebileceğiniz küçük röportajı izleyinceye kadar Sayın Oruç'un ortopedik engelini hiç bilmiyordum. Ne ağ güncesinde ne de başka mecralarda hiç bahsedilmemiş. Önemli olmadığını düşünmüş olsa gerek ancak tekneyle tek başına yapılan boğaz geçişleri, fırtınalı havalar ve yelkenlinin tek başına abranması düşünüldüğünde oldukça zor olduğunu kabul etmek gerek. Kıvrılmayan bir diz, elliyi aşkın yaş ve emekli geliriyle bu işleri başarmak mangal gibi yürek gerektirir.
İsmail Oruç, amatör denizciliğe gönül vermiş ve bunun yaygınlaşması için elinden gelenin fazlasını yapan bir insan. Kendi adıma: Devekuşu-2 ile yaptığı Göcek seyrinin çeşitli bacaklarında limanlayacağı yerlerdeki amatör denizcileri, bir sonraki limana kadar (bila ücret) seyre davet ettiğini biliyorum. Yazarla birlikte inanıyorum ki : bakışlarımızı ve hayatımızı biraz daha denize çevirsek, memleket daha yaşanılır bir hale gelir.
Kitap önemli kitap. Alıp okumak ve devamını beklemek hatta en iyisi kitapta önerilenleri hayata geçirmek gerek.
Teşekkürler İsmail Oruç...
Tavsiyeniz için teşekkür ederim ... Selam ve Dua ile ...
YanıtlaSilEzber bozan insan hikayelerini seviyorum.Umarım İsmail Oruç gibi örnekler çoğalır.
YanıtlaSilHep birlikte umalım :)
Silbu tarz kitapları okumayı seviyorum. kişinin kendiyle yüzleştiği kısımları özellikle daha çok seviyorum.
YanıtlaSilSadece başlarda var ama kitabın tümü bir yüzleşme zaten... Umarım bu yüzleşmelerden yüzümüzün akıyla çıkarız :)
Sil