Monoton, sıradan, tekdüze, rutin (daha fazla sıfat bulamadım) hayatınız varken, bir film izliyorsunuz ve hayatınız değişiyor. İzlediğiniz filmde tıpkınız vardır. Gugıl hazretleri sağolsundur, oyuncuyu bulur (ne tesadüf ki aynı şehirde yaşamaktadır), araştırmaya başlarsınız. Haşyetle idrak edersiniz ki sesiniz, vücudunuzdaki yara izleriniz dahi aynı, lakin karakterleriniz yin ve yang gibi birbirinin tersidir. Olaylar gelişir.
Senaryo Hosesaramago'nun kitabından uyarlanmış (sağlam), yönetmenbey Denisvilönöv daha önce çok iyi işler kotarmış (mahkumlar, içimdeki yangın vs.) (sağlam), başrolümüz Ceykgilenhol (umarım doğru telaffuz edebilmişimdir) kimi zaman bakış itibarıyla Küçük Emrah'ı çağrıştırsa da fena oyuncu değil (orta sağlam), Kanada&İspanya ortak yapımı (yani standart holivut olamaz); ortaya çok sıkı bir film çıkması kuvvetle muhtemel görünüyor. Belki de çıkmıştır, ama ben anlamadım.
Fakirin ahir ömründe iki günde izlediği tek filmdir (şu ana kadar). Tek seferde izlemeyi bobinler kaldıramadı, kafam önüme düştü. İkinci bölümü ikinci gün izlerken fark ettim ki ilgim düşmemiş, son sahneye kadar yavaş yavaaaş artan bir tansiyonla izledim, son sahnede birazcık zıpladım, o sahnedeki Ceyk'in yüzündeki ifade silsilesini (var böyle bir silsile !) daha iyi görmek için sardırıp bir kez daha izledim. Sonra bir parmak single maltın da (ardbeg'e selam olsun) yardımıyla beyin kıvrımlarımı kıvrıştırarak göndermelere, metaforlara akıl yordum. Annesinin "3.sınıf aktör", karısının "okul nasıldı" sorularına kafa yordum. Hani Gregor Samsa'ya da aşina bir insanım. Kerouac da okudum Ginsberg de.
Yarım saat sonra falan pes ettim. Yok arkadaş ! ben o kadar felsefi göndermeyi net alabilecek derinlikte değilim. Ya çok kötü film, ya çok derin film. Bilmiyorum, bilemiyorum.
Son söz : araknofiller uzak dursun...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder