23 Temmuz 2025 Çarşamba

Salamina-Zachintos-Lipari-Cagliari Ya da Yunanistan, Sicilya, Sardunya Hem de Yelkenle.

 
   Üstte sağdaki foto seyrimizin ilk bacağı, soldaki foto da vardiya arkadaşım Hans dümen tutuyor. Böylece açıkladıktan sonra başlayalım yazmaya...
   Efenim; neden herkeslerin akıllı uslu uçakla gittiği yerlere yelkenle gittim kısaca açıklayayım: crewbayden uzun zamandır yazışıyorduk. Martin (Spirit of Ziana St.nin kaptanı), çık Atinaya gel, Cadiz'e kadar bir ay seyir yapalım deyince ikiletmedim ama bir ofis kölesi olarak bir ay gidemeyeceğim için Sardunya'ya kadar kavilleştik. Yelkeni seviyorum, denizi de öyle, farklı insanlar tanımak ise artısı oldu. Atina'ya uçtuk, Salamina'ya (Atinanın hemen altındaki en yakın ada) feribotla geçtik, dingiyle (teknenin küçük botu) kayığa bindik. Amerika yapımı 25 mt. uzunluğuna mukabil, 2.5 mt. gibi bir eni olan, iki ana direkli bir seyir kayığı. Yaşam yerleri, buzdolabı, tuvaletleri dar. Su&yakıt&pis su depoları geniş. Seyir için ideal. Tayfa şöyle: skipperımız (Martin) İsveçli, vardiya arkadaşım (Hans) İsviçreli, diğer vardiyadaki (iki tane gencecik kız, 1i Martinin öğrencisi) 1 Avustralyalı (Anna) ve 1 İsveçliyle (Celina) fıkra gibi olduk ama çok iyi anlaştık. Çoğunlukla yelken yaptık, toplamda 3-4 gün motor seyri yapmışızdır. Kalan 9 gün hep yelken. Limanlarda hep demirledik (bağlama paraları ciddi üzüyor insanı). 5 Kişi 17 gün toplam 250 lt. tatlı su harcamışız (acaip ekonomiğiz, çünkü depo küçük), elektriği hiç dışarıdan almadık, seyir kumanyalarımız en fazla 90 EUR tuttu (5 kişinin 4 günlük yiyeceği (memleketim pahalı!)). Demirlediğimiz yerlerde hep güzel yerlere gittik ziftlendik. Buna rağmen 18 günlük tatil, memleketimdeki bir haftalık (o da 7 gün altı gece) YP vasat otel tutarından düşüktü. 

   Tek sorun karada fazla zaman geçirmediğimiz için limanlarla ilgili fotoğraf ve gezi bilgim pek kısıtlı. Yine de gezdiğim kadarını yazmaya çalışayım. 
SALAMINA
   Atina'nın hemen altındaki en büyük ada. Pek öyle gezilecek bir yeri yok. Pire'den (Atina'dan belediye otobüsü bile çalışıyor, içi sayılır) 7 gün 24 saat feribot var (15 dk.). Çok büyük bir ticari limanı ve sağlam kapasiteli bağlama yerleri var. 
ZACHINTOS
  Korinti geçmeyi pek istiyordum ama adamlar kanal geçişine 500 EUR isteyince Morayı dolaşmaya karar verdik. Çok da iyi yapmışız. Harika bir hava vardı (20-25 knot rüzgarla 8-10 mil arası süratle gittik). Zachintosa vardık. İyi gezgin dostlarımdan "oraya gitmeyi planlıyoruz, nasıl bir yer?" sorularını duydum sıklıkla.Benim gördüğüm kadarıyla diğer adalardan pek de bir farkı yok. Hani gümrüğün, merkezin olduğu yeri al Midilliyle, Sakızla, Sisamla karşılaştır bir farkını göremezsin. En büyük turistik atraksiyonu: karadan ulaşımın olmadığı bir uçurumun dibindeki gemi enkazı. Turlar oralara gece parti seferleri düzenliyor, deli partiliyorlarmış dediklerine göre. Pas geçtik, dinlenmeye ihtiyaç var. Yunan mutfağının Ege tarafındaki esintileri de yok. Ne kabak çiçeği dolması var ne de doğru dürüst bir zeytinyağlı, ahtapotu da öyle güneşte kurutarak falan yapmıyorlar (sert). Mutad üzre sahilin bir arka paralelinde ana caddesi var. Burası tam turistik. Akşam kalabalıktan geçilmiyor, dediğim gibi diğer adalardan bir farkını göremedim.

LİPARİ
   Benim vardiyaya denk geldiği için (04:00-08:00) Messina'yı tek başıma geçtim. Siyaha boyanmış ışıksız balıkçılar için uyarılmıştım (AIS'i falan da çıkmıyor mendeburların) sadece iki tane denk geldi. Nefis de bir ay vardı, sorun çıkmadı. Sicilya'nın altında Stromboli yanardağının da bulunduğu bir takımadalar var Eolie adaları diyorlar. Vulcano Piano'da (yarı aktif bir volkanı var) bağlamayı bırak demir yeri bile bulamadığımızdan adaların en büyüğü Lipari'de kalenin hemen karşısına demirledik. 
   Lipari güzel ada. Fiyatlar (hem İtalya'nın en güneyi hem de volkanik hem de ada oluşundan) İtalya'dan pahalı. Yine de memleketimle aynı sayılır! Kalenin sağı ve solunda bir merkez var. Aynı denizin karşı yakasındaki Tunus, Fas gibi benzer şehirleşme. Medina (merkez) ve buna bağlı dar sokaklar.
   Kilisenin olduğu küçük bir meydana bağlı daracık (araç giremez) sokaklar, tasarım atölyeleri, güzel trattorialar (lokantanın italyancası (restoran her yerde restoran)), sanat galerileriyle Lipari küçücük cesametine karşın şaşırttı beni. Demirlediğimiz 2 gece de açık müzik etkinlikleri vardı meydanda. En iyi cannoliyi Sicilya'da, bunun da iyisini Lipari'de yaparlarmış. Evet! Dedikleri kadar vardı. Risotto da iyiydi. Başka lezzetler de öyle. Toplu taşıma duraklarını gördüm ama hiç otobüs görmedim. Halkı iletişime açık, nazik, güleryüzlü, yardımsever. 
Buranın da en turistik atraksiyonu adanın en güneyinde bulunan dik adacıklardan günbatımını izlemek. O saatlerde gezi teknesi doluyor mübarek yer. İtiraf edeyim günbatımı etkileyici.

CAGLIARI
   3.5 günlük bir seyirden sonra bu gezimin en büyük şehrine demirledik. Hemen doğudaki plajın açıklarına. Bu arada plajla ilgili bir bilgi: çok uzun bir plaj ve sabahın erken saatlerinden itibaren pek kalabalık. Güneş batana kadar da (neredeyse şemsiyeler birbirine değecek) bu yoğunluk devam ediyor. Şaşırdım doğrusu. (sıcaklık hiç 30 C'nin altına düşmedi). Mimari aynı, sadece diğer limanlarımızdan biraz büyük. Konuşulan dil farklı, bayraklar farklı ama kültürler çok benzer (öğle 12yle 4buçuk arası her yer kapalı kimseler yok etrafta)(akşam yemeğine 8de oturup 12de kalkıyorlar)(hiç aceleleri yok)(bayılıyorum!). Burası koyun peyniriyle ünlü. Bir iki numune aldım, tadımda biraz bişiyler alır gibi oldum (Bkz.6 ay önceki beyin kanamasından koku ve tat yetilerinin gitmesi). Çalışıciiz!
   Toplu taşıma yaygın ve çok kullanılıyor. Kredi kartı geçmiyor, tam para vermeniz gerek 1.3 EUR. ama kimi zaman şoför bilet bitti ilerle diyor, ilerliyorsunuz. Sahildeki ana caddeden ziyade yokuşa tırmanan küçük sokaklarda hayat var. Tepeyi kolaylayınca da oranın cumhuriyet meydanına geliyorsunuz. Akşamları pek bir piyasa yapılıyor. Tepenin üstündeki kaleye yürümeyi gözüm kesmedi o yüzden fikrim olarak kadar bilgim yok. Başka da gezemedim. Bu mevsimlerde gitmek akıl karı değil, taşlardan ateş çıkıyor. Ancak denizde ya da demirliyseniz esintide rahatlamak mümkün yoksa nefes alınmıyor sıcaktan. 
   Her limanda patates kızartmasının 5 para olup karidesin kalamarın 6 para olmasına yine şaşırdım (ki yıllardır böyle bu!). Sokak arasındaki küçük pizzerialarda bile aperol spritz hazırlamayı bilmeleri (bizde niye yok diyor insan) hüzünlü. Turistler fazla (hep aceleleri var, yemeği bile aceleyle yiyorlar). Halkı rahat. Kadınlar erkekler flörtöz (flört iyidir). Yaşanır yani! Hiç bir limanda zincir bir marka yok (starbaks yok mekdanılds, zincir markalı konfeksiyon yok. Herkes yerele kaynak sağlıyor. Ne güzel!
   15 günlük seyirden sonra demirleyip de hava yükselince (bağladığın yerde düşmemek için yatağa tutunarak uyunması) son gece otelde kalıp 40 dakika falan duşun altında kaldım (ilk kez, çünkü seyirde denize girdikten sonra 2 bardak suyla kafadaki tuzu atıyorsun, duş falan yok. Terleyince yelkenleri mayna edip açık denizde yüzülüyor), elimi kolumu açıp öyle yattım (kayıktaki yatak 50-190 cm.), insani boyutlarda klozet kullandım (marin tuvalet, düdüklü tencereden biraz büyük (o da 4 lt.liğinden)), düz zeminde yattım (Lipari, Sardunya seyrinde hava 1.5 gün 25 knotun altına düşmedi, gece 30u bulunca yataktan düştüm, camadana kalkışınca sırılsıklam oldum serpintiden gecenin 3ünde) Ama yine gider miyim, giderim. Psikolojide bir bozukluk var. Yapacak birşey yok!

22 Temmuz 2025 Salı

Salman Rushdie'den "Öfke".

   Malik Solanka, bombastik hayatını (hala sevdiği karısı, yeniyetmeliğin çok başlangıcındaki oğlu, çok saygın bir üniversitedeki akademisyenliğini (Kembriçte profesördü galiba)) bırakıp Londra'dan New York'a kaçar. Akıllı adamdır, yaratıcıdır da ama kontrol edemediği bir öfkesi vardır. Olaylar gelişir. 
   346 sayfalık romanımız Amerikan rüyasının kabus yönünü, baskın medyanın neredeyse sokaklarına kadar insanlara bellettiği yegane şehrinin (Niyork niiyooork!) sahte yüzlerini güzelce faşediyor. Ortanın sonlarına kadar akış harici yaptığı güzel tespitler beni benden aldı ancak sonlara doğru biraz cozuttu sayın Rüşdi. Protagonistimizin (ne işim olur protagonistle) esas oğlanımızın hayalgücünün senaryolarını adeta bir novella uzunluğunda anlatması, akıştan uzaklaşmama neden oldu. Bu arada romanımıza adını veren öfkenin nedenini de anlıyoruz (biraz çakallamıştım, doğru anlamışım). Uzunca bir seyirde okunduğu için e-kitap olarak okuduğum iyi olmuş tekrar okuma için alıp kütüphaneme koymam. Siz bilirsiniz yani.

"Holly" Sai King'den Hollylerin Sonuncusu.

  Bayan King'in sevgili oğlu Stephen, daha önceki romanlarından aşina olduğumuz Holinin sonuncusunu da yazdı. Hacimli de (506 S.). Bu adam bu yaşta (77) nasıl bu kadar üretken oluyor şaşırıyorum. Ama sonra yazdığı "Yazma Sanatı" geliyor aklıma (onu bu günceye başlamadan çok önce okumuş olduğumdan burada yok). Burada Sai King aslında yazma zenaatının inceliklerinden bahsediyor, çokça çalışmak azıcık bir yaratıcılık, her gün belli bir kelime hedefi: tamamdır.
   Kitabımız korkudan ziyade polisiyeye göz kırpıyor. Ancak kötülüğün, aile ilişkilerinin, arızalı karakterlerin yaş aldıkça kendilerini tanıyıp bununla başa çıkmaları (bu Holidir işte) da teşrih masasına yatırılıyor. Özellikle kasıtlı kötülüğün tezahürü pek bombastik olarak işlenmiş. Her King kitabı gibi daha ilk 50 sayfada sizi içine alıyor. Tiplemeler o kadar güzel aktarılıyor ki her okurun hayalinde bir karakter resmi oluşuyor. (ben holiye Demet Evgarı, arızalı profesörlerden erkeğini Kayhan Yıldızoğlunu, kadınını Nur Süreri yakıştırdım misal). Yine mutad üzre kitabın sonlarına doğru tansiyon yükseliyor, gittikçe hızlı okumaya başlıyorsunuz. 
   Nedir: okuduktan sonra değişeceğiniz kitaplardan değildir ama bir başladınız mı sizi rutininizden çıkarıp odağınızın ta merkezine oturur ve başka şeyler durur. Bu da az değildir hani. Ne zaman omuzlarımın üzerindeni gri kitleden yanık balata kokusu gelmeye başlasa açarım bir tane. Tatilde de gideri vardır ama ne yapacağınızı bilemediğiniz zamanlarda okusanız daha iyi.

25 Haziran 2025 Çarşamba

"Incognito, Beynin Gizli Hayatı" Iskalamamak Gerek!

 Incognito - Beynin Gizli Hayatı (David Eagleman) - Fiyat & Satın Al | D&R

   Bir ayı aşkın zamandır ayraçlarımı muhafaza eden neşriyatttır. Çünkü okuduklarımı hazmetmem ve unutmamak için paralel ve tekrarlı okumalar yapmak zorunda kaldım (Bkz.önceki yayınlar). 

   Bayan İğgılmenin sevgili oğlu Deyvid yaman bir iş çıkarmış. Bunda sinirbilimci olmasının yanısıra bilim iletişimcisi olmasının da rolü var sanırım. Kamyon dolusu bilimsel veriyi, okuru daraltmadan ve her insanın içselleştirebileceği çok iyi örneklerle vermesi bunu gösteriyor.

   Bağımlılık yapan dört kimyasala (alkol, nikotin, uyarıcılar (amfetamin gibi), opiyatlar (afyon gibi)) neden düşkün (ve hatta müptela) olur kimileri. Bir adresi bulmanız gerekiyor, haritalara bakıp diğer yandan aracınızı kullanmaya çalışıyorsunuz. Yol uzun gelir, git git bitmez! Yürüyerek arıyorsanız daha çileli! Beybibuumırlar esnafa sorar, cenzii (öyle diyolla) mapsi açar. Hep uzar menzil. Ancak bir kere yerini belledikten sonra, dönüş yolu kolaydır. Hele ki birkaç kez gidince iyiden kısalır. Hayalinizdeki insanı gördüğünüzde bombastik gelir, ayrılınca fos çıkar (aşkın gözü kördür demiş kadim sinirbilimciler).

   Neden?

   İşte; kimi zaman kendinize sorduğunuz (cevabı için de çeşitli seçenekler düşündüğünüz) buna benzeyen içsel sorularının cevabını gayet açık bir şekilde bilale anlatır gibi anlatmış kitap. Sadece bunun gibi zihninizi tırtıklayan sorulara cevaplar vermiyor sizi bilimsel verilerle inkar edemeyeceğiniz bir noktaya da getiriyor. Şu koca ömürde ve bu goca Dünyada hiç bir şey aslında algıladığınız, düşündüğünüz gibi değil (miş). Tüm algınızı (ve hatta kişiliğinizi) şekillendiren şey omuzlarınızın üzerinde taşıdığınız 1.5 kiloya yakın pembe&gri kütle. Bunun üstüne bir de bilinç ve ruh konularına da giriyor usuldan (bu yaklaşımı acaip profesyonelce). Sizi bir tarafa yönlendiriyor (yahu hakikaten öyle!) diyorsunuz ve ters köşeye yatırıyor umulmadık yerde!

   Sinirbilimle akademik olarak uğraşan bir arkadaşıma ve bilimin ipini sıkıca tutmuş başka arkadaşlarıma önerdim. Çoktan okumuşlar. (âlemin cahili benmişim). Sizlere de öneririm. Kitaplığımda dikey raflara değil yatay rafa kaldırdım (arada okumak için).

   Son olarak: eğer ki o gri&pembe kütleyi sıkça kullanmazsanız hayatınızı omuriliğiniz yönetir ve zamanı doğru dürüst algılayamadan bir bakmışsınız ki: A ömür bitmiş! Bunun için ne yapmalı derseniz: konfor alanınızdan çıkın (rutin tehlikelidir!), kendinizi zorlayacak (düşünsel olarak) şeyler yapın (dil öğrenin, ters elinizi kullanın (misal: dişlerinizi ters elinizle fırçalayın), enstrüman öğrenmeye hallenin vs.). Zorlanacaksınız ama kolaylayınca şımşıkırdak oluyorsunuz (şımşıkırdak: hayatı idrak etmek, zamanı sindirmek vs.).

18 Haziran 2025 Çarşamba

"Peri Masalı" Stephen King'den Fantazya.

 Incognito (pek yakında onun için de yazacağım) beyinde yanık balata kokusuna neden olunca paralel okumaya hallendiğim ama sai King'in her zamanki tuzağına yakalandığım için asıl okumama fırsat vermeyen matbuattır.Tuğla gibi de mübarek (703 S.). Buna karşılık es verdirmeden okunuyor.
   Charlie, annesinin trajik kaybından sonra babasıyla bir yaşam süren lise çağlarında bir yeniyetmedir. Münzevi bir komşusuyla yakınlaşır işler gelişir.
   Üstad daha önce "Tılsım"da yaptığına benzer bir şeye kalkışmış ancak bu kez türümüz korkuya değil (çünkü korku ögeleri adeta karikatürize edilmiştir) fantazyaya daha yakın duruyor. Bu kadar uzun olması gerekmezdi 400 sayfa da bence gayet güzel idare ederdi. Nedir: King her romanının başında yaptığı olay örgüsü ve karakter betimlemesini şükela bir şekilde gerçekleştirmiş. Charlie ve babasının yaşadıkları, işin içine fantastik ögeler girmese de ilgi çekici çünkü. İşin içine paralel dünyalar ve fantazi ögeleri (sarışın mavi gözlü prens tiplemesi bile var. O derece!) girince daha renkleniyor ve bazı bölümlerde gereksizce uzuyor. Burada bir girdi yapmam şart: sai King, korkutacağım derken patetik betimlemeler yapıyor ve bu biraz acıklı oluyor. Çünkü günümüzün korku standartı artık o 15 yıl öncesinin bildik klişeleriyle olmuyor. Neyse, yaşına vermek lazım (aslında 77 çok değil bir yazar için ama ustanın gençliği pek çok maddelerle takviyeli geçtiğinden yıpranma biraz fazla). Bu kadar edebi gıybet yeter!
   Hülasa: kafa boşaltmalara birebir gelen, yolculuklarda, kumsalda okunası bir neşriyattır.

3 Haziran 2025 Salı

"Epepe" Ferenc Karinthy'den Kalabalıklarda Yalnız Olmak Üzerine.

    Budai, yetkin bir dilbilimcidir. Helsinki'ye bir dilbilim kongresine giderken uçağı karıştırır. İndiği diyarda (yolculuktaki ne kadar sürdüğü belirsiz uykunun da sonucu) o sersemlik haliyle bir otele kapağı atar. Ancak kimsenin konuştuğu dili anlayamamakta, yazılanları okuyamamaktadır. Daha da kötüsü kimse iletişime de yanaşmamaktadır. Olaylar gelişir.
   Şöyle diyeyim: Kafka haltetmiş! Budai; yabancılaşmanın, sürgit bir fasit dairenin, anlaşılamamanın kitabını yazmış. Düşünün; hayatta en iyi bildiğiniz ve eksene aldığınız bir ihtisasın hiç bir işe yaramaması, bunun ötesinde koca bir hayatın dışında kalıp içine girememek duygusunu o kadar detaylı ve gerçekçi bir şekilde vermiş ki! Kimi çevrelerde kült kabul edilen bu romanı (239 S.) sonuna kadar okumakta oldukça zorlandım doğrusu. Kimi yerlerde kapatıp kendime sorular sormak zorunda kaldım, kimi yerde sosyal teori araştırdım. Her halûkârda hazmı güç geldi. Bu güçlükler içinde süpersonik bir final hayal ediyor insan (misal: Budai uyanır!) ister istemez. Olmadı! 
   Kısacası düşünsel hazları fazlasıyla, edebi ve duygusal hazları eksiğiyle veren bir romandır. Eğer ki iyi bir ruhsal halin içinde değilseniz, kimi zaman kendinizi kalabalıklar içinde yalnız hissediyorsanız yaklaşmayın bence. Ama diğer türlü: ıskalanacak bir iş değil, kafa açar.

"Toraman" Hüseyin Rahmi Gürpınar'dan Evlilik Üzerine

    Şuayip Efendi kızı yaşındaki bir tazeyi (taze de çok yanardönerdir ha!) ikinci karısı olarak alır. O da nesi: Binnaz, oğlunun eski sevgilisi çıkmıştır. 
   Beklenen frekansı veren bir Hüseyin Rahmi incisidir. Bir yolculukta hallendim. Yemin ederim yola çıkış nedenimi unuttuğum oldu okurken ve bir günde de bitti (198 S.). Seyahatin kalanında ekşişeyler okumak zorunda kaldım. 
   Zaten açılışı pek hararetli bir dedikodu sahnesiyle yapıyor. Oradan damara giriyor. Sonrasında kurgu, karakterler daha da sarıyor ve kapanışta üstad her zaman yaptığını yapıp; insan doğası, ilişkiler ve bu kez evlilik müessesesi hakkında tespitlerini veryansın ediyor. Yazıldığı dönem için dahi (Mayıs 1919) oldukça cesur, yenilikçi ve gerçek tespitler. Katılırsınız katılmazsınız, ancak günümüzdeki ilişki koçlarının bile söylediği pek çok şeyi Hüseyin Rahmi, geçen yüzyılın başlarında yapmış. Tüm bunları da en çetrefilli pespaye dizilerle yarışacak bir senaryo ve Ertem Eğilmez filmine yakışır karakterlerle, bombastik bir zamanda yapıyor. 
   Velhasıl hararetle öneririm efendim.

1 Haziran 2025 Pazar

"The Phoenician Scheme" Fenike Planı: Wes Anderson'ın Son İşi.

  Vesendırsın son işinde, iyiden düşürdüğü çıtayı bir "Moonrise Kingdom" seviyesine çıkaramasa da asla bir "The French Dispatch" kadar kötü olmayan bir iş çıkarmış. 
   Yine ilginç bir konu (dejenere bir aile reisinin hidayete ermesi ve daha bir çok katman (aile, devlet, ideoloji, insanevladının ahmaklığı, din, ölüm sonrası yaşam gibi bir çok önemli olguya dair gülümseten tespitler), bir ünlüler geçidi (bilmöriyi tanımayınca (meğer tanrı olarak zuhur ediyormuş) "nerede acaba?" demiştim), müthiş bir sinematik anlatım (simetrinin yine dibine vurmuş, şaryolu çekimler, bombastik dekor, nefis renkler ve daha neler), güzel müzikler, elbette yüksek bir prodüksiyon, acaip göndermeler, ilk bakışta farkedilemeyen onlarca detay (kitap isimleri, kullanılan objelerin olası göndermeleri). Kendi adıma, üstadın filmlerini, Indian Paintbrush'taki kazlar uçup yazılar çıkıncaya kadar keyifle izlerim hep.
   Stream kanallardaki işleri elbette pek ticari. Ha yine 1 dk. izleyince "hımm bunu vesendırsın yapmış" dedirtiyor ama asla sinema salonlarındaki işler gibi değil. Muhterem Bayan Anderson'un sevgili oğlu Ves'in yaptıklarını izlemek bana Murakami kitaplarını okurken hissettiklerimi hissettiriyor. Her zamanki üslubun içinde kimi zaman gülümseten, kimi zaman sorular sorduran ama hep okumaktan haz aldığım bir okuma deneyiminin görsel hali.
   Hazin olan şudur ki: filmimiz asla kalabalık kitleye ulaşamayacaktır. Evvelsi gün vizyona girmiş, sinemada gördüm (ki en küçük salona koymuşlar (sinema işletmecileri hangi filmin ne gişe yapacağını eleştirmenlerden iyi bilir!)), salonun yarısı doluydu ve bir çoğu kahkahalarına engel olamadılar (üstadın önceki filmlerinden daha çok mizah unsuru var), film iyi, sezon müsait (okullar tatil değil, insanlar tatile çıkmaya başladı), hava yağmurlu. Ama en çok bir hafta kalır, sonra biter. 
Velhasıl; uzun süredir yazmaya değer bulmadığım izlediğim sinema filmleri arasından, beni klavyenin başına oturtacak kadar iyi bir iştir. Sadece sinefilllere değil güzel zaman geçirmek isteyenlere de öneririm.

19 Mayıs 2025 Pazartesi

"Siyahlı Sarışın" Yıldız Alatan Bu Kez 90'larda. Yahut zamanla değişen beğeniler.

 Yıldız Alatan bu kez 90'larda yine bir cinayetin peşine düşüyor. Fonda yine Zonguldak, Kılıç, Kulüp, pastaneler, bildik mekanlar, bildik arkadaşlar, yemek tarifleri, günün şarkıları, televizyon programları, gündemi. Okurken gözünüzün önüne geliyor kimi ayrıntılar. Dil akıcı, kurgu sağlam, karakterler güzelce betimlenmiş. Ortasında katili doğru tahmin ettim. Yıldız Hanım her zamanki gibi. 
   Gelelim yazının başlığının ikinci bölümüne. Yaprak Öz'ün bu serisinin tüm kitaplarını aldım, okudum ve beğendim. Bu sefil güncede hepsi hakkında bir iki satır yazmaya çalıştım. Kâriye önerdim. Amma velakin herhalde değiştim son kitaptan bugüne. Hayatımda önemli değişiklikler oldu. Bunun da bana etkileri olmuştur kesin. Bir çok etkiyi gözlemliyordum da okuma beğenime etkilerini de bu kitapta gördüm. 
   Yıldız Alatan'a gıcık oldum! Kendini beğenmiş, kibirli, egosu yüksek biri gibi geldi bana. Yok! bunu doğrudan söyleyecek kadar kötü eylemleri yok. Bilakis sufrajetlikteki sağlam duruşu, bir şeyi bitirinceye kadar yarım bırakmaması, aşçılığı, marifetleri gayet sağlam hasletlerdir.  Ancak, hani okullarda birarada toplaşıp kikirdeşen gıcık kızların bir ekseni, bir başını çeken, bir popüler (en popüler) kızı olur ya güzelce. İşte aynı onun milf hali gibi geliyor. 
   Kitaba gelecek olursak, gıcık olsam da başlayınca bırakamıyorsunuz. 192 sayfa, iş sonrası okumalarla iki günde bitiyor. Siz bilirsiniz yani.

9 Mayıs 2025 Cuma

"Kedi Gezegeni" Mars'ta Sosyal Eleştiri!

   Bir astronotun uzay aracı Mars yakınlarında arızalanır ve düşer. Arkadaşı kurtulamaz, insan başına bilmediği bir gezegende kalakalır. Kedi başlı, insan vücutlu bir topluma karışır, onları anlamaya çalışır, işler gelişir.
   Böyle anlatıldığında kulağa bilimkurgu gibi geliyor değil mi? Değil! 
   Lao She, muhalif bir yazar. Mao'nun kütür devrimi sırasında çok hırpalanmış (mecazi değil!). Karanlık bir ölümü var. Çoğunluk intihar dese de, yaşadığı dönem gözönüne alındığında kulağa öyle gelmiyor. 
   Romanımızın arka planı bilimkurgudur ancak bilimkurgu değil ciddi bir sosyal eleştiridir. Kahramanımızın tepeden düştüğü toplum, çok kadim ve parlak dönemlerini geride bırakmış çökmek üzere olan bir uygarlıktır. Dünyalı; bu toplumu analiz etmeye çalışırken ciddi birtakım tespitler ve çözümler sunar. Hemen her grubu inceler (muktedirler, gençler, aydınlar, eğitim sistemi, toplumsal yaşayış, insanların alışkanlıkları, sosyal kurallar ve bunun gibi belirleyici unsurlar). Ancak, uygarlığın ölümü aslında çoktan gerçekleşmiştir ve kurtarmak imkansızdır. 
   Kendi adıma ortalara gelinceye kadar hızla okudum ve "böyle giderse bu gece bitiririm" diye düşünürken kurgu bambaşka bir hale büründü. Yozlaşan toplumların kimi özellikleri içinde bulunduğumuz çağın ve toplumun o kadar karamsar bir betimlemesiydi ki sindirmesi güç geldi.O yüzden bazen iki üç günlük aralarla sindirilmeye çalışıldı ve üstünde düşünüldüğünde üzdü. Elbette ki eğitim sisteminin o hale gelmesine imkan yok (okullarda devam mecburiyeti olmadığı gibi her öğrenci sınıfı geçiyor, hepsi birincilikle mezun oluyor ve 1 ayda en temel bilgileri dahi öğrenemeden üniversite mezunu diploması alıyorlar.). Ancak sokaktaki vatandaşın buna tepkisi şöyle: "en çok üniversite mezunu bizim ülkemizde var". O ülke dahil hiç bir yerde işe yaramıyormuş. Ne gam! 
   Bu ve bunun gibi daha bir sürü detay. Velhasıl bilimkurgu değil, sosyal yergi içeren bir distopyadır demek daha doğru olur. Bana iyi gelmedi, gülecek kadar hiciv var (bir avrupalıyı güldürür) ama fakiri tedirgin etti.
   Siz bilirsiniz yani.

27 Nisan 2025 Pazar

"Kesikbaş" Hüseyin Rahmi'den Polisiye.

   Atlas Yayınevi'nin yayımladığı edisyonu okudum, nadir kitaplar satan bir internet sayfasından edindim. Kitabın basım tarihi, hakkında en küçük bir bilgi (hakkını yemeyeyim Atlas Yayınevi İstanbul diyor sadece, bir de üçüncü basım olduğu) yok maalesef. Basımının 70'li yılların başı olduğunu tahmin ediyorum. Günümüzde ve son 20 yıldır yayımlanan kitapların ebadında ve puntosunda değil elimdeki kitap. İş Bankası Yayınlarını tenzih ederim, günümüz Türkçesine uyarlayacağız derken ruhundan çok şey yitiren Hüseyin Rahmi eserlerine maruz kalıyoruz sıklıkla. Bu baskıda o ruh kaybolmamış. Çok kereler lugat karıştırarak (Hay ağzınızı pusedeyim Nihat Bey. Ne demekmiş mesela?) kaybolan, unutulmuş fiilleri, sözcükleri buldum ama bu okuma zevkime ket vurdu mu? Elbette ki hayır! 
   Ertem Eğilmez filmleri gibi bir fonda ilerleyen (ve aslında oldukça hunhar bir cinayeti barındıran) bir Hüseyin Rahmi polisiyesi. 168 S. küçük puntolar, sık satır araları ve geniş sayfalardaki bir metin ama. Yeniden yayımlansa 200 sayfayı bulur. Yazarımız bu kez her zamanki tanıdık sularda değil daha karanlık koylarda demir taramış. Yazıldığı yılların (1921) polisiye usüllerinin nasıl olduğunu öğrenmek (soruşturmayı zabıtalar yürütüyor) hayli ilgi çekici. Muhterem, bu kez aralara ahkam sıkıştırmamış ancak sonlara doğru Flora'nın Fani'ye yazdığı mektupta tüm kitaba yetecek kadarını kısa sayfalara yerleştirmiş. Şu vecizeyi benden önce okuyan da işaretlemiş: "Lanet, insanların arasına yerden göğe kadar farklar, ayrılıklar koymaya uğraşanlara." Hazret burada birazcık sosyalizme yakın durmuş. İlginç. Elbette bunun gibi nice hikmetler, kişisel görüşler de bu mektuba yerleştirilmiş. Hepsi de okumaya değer. 
   Şu aralar çok sardım ama düşünsel boşluk vermek için birebir Hüseyin Rahmi eserleri. Hem zevkle okunuyor hem de belgesel tadı (itiraf edeyim biraz da Ertem Eğilmez Filmi izler gibi oluyorsunuz) veriyor. Önümde bir dizi daha kitabı var. Yakında yazarım.

"Meyhanede Hanımlar" Hüseyin Rahmi'den Nalına da Mıhına da!

   Kısacık (sadece 27 S.). Başlangıcından önce üstadla yapılan bir ropörtaj da var (1924'de). Ardından risale diyebileceğimiz (aslında tefrika edilmiş, yani bölüm bölüm gazetede yayımlanmış) uzunlukta bir metin. Genç Cumhuriyetle birlikte çeşitli haklar kazanmış Türk Kadınının; üstadın gözünden bir yansıması. Metindeki genel ruh, hem nalına hem mıhına çakmak şeklinde gerçekleşmiş. Hüseyin Rahmi, yeni hakları kadın gözünden savunur gibi görünse de kimi paragraflarda ifrata kaçan bir tüketimi gösteriyor ve bunun geniş halk kitleleri tarafından onaylanmayacağını biliyor. Yazdıklarının tezahürünü görecek kadar ferasetli bir yazardır çünkü. Böyle olunca "Meyhanede Kadınlar"ın hangi tarafın arkasında durduğunu sezemiyoruz. Yarım saatte okunur, dönemin kadına bakışını sezmek için birebirdir.

"Koyu Mavi Memleket Kumaşı" Hep Aynı Formül ama işe yarıyor!

   Son çıkan kitabını aldım ve hakkını verdi. 36 bölüm, 197 S. Her zamanki uzunluk, kesafet ve formülde yazılar. Sayın Akın'ın kitaplarını okumak dudaklarımın kenarında hüzünlü bir gülümsetmeye neden olsa da hızla ve (hiç sevmem ama) derin bir nostalji hissiyle okunuyor. Yazarımızın formülünü hemen hemen tüm yazdıklarını okuduktan sonra çözdüm galiba. Kimliği belirsiz bir öznenin başına olmadık işler gelir, kimi zaman çok bildik figürlerle karşılaşır, etkileşir ve en sonunda sürpriz: protagonistin adını öğrenir ve şaşırırız. Genellikle bu kurgu kullanılır ama hiç bıktırmaz. Bunun yanısıra malutmatfuruşluğun dibine vuracağınız kimi bilgi yığınlarıyla şaşırırsınız. "Aaa o da öyle miymiş?" diye.
   Benim için üzücü olan kitap bittikten bir ay sonra yazılanların büyük çoğunluğunu hatırlayamamamdır. Hafızam kötü ben ne yapayım! Ancak insanın içinde olmadık kırılgan yerlere dokunan bazı sayfalar kolay unutulmuyor. Bu kitapta da "Koyu Mavi Memleket Kumaşı" bölümündeki Satı Çırpan (milletin vekili kavramının mükemmel bir örneğidir), "Neyle Tutulan Nöbet"teki Özbekler Şeyhi Ata Efendi (aydın din adamı kavramının cisimleşmiş hali) öyle değişik duygular uyandırdı ki. Artık yok olmuş, göremediğimiz ve kuvvetle muhtemel bir daha görülmeyecek kişilikler. Kimi bölümleri okurken gözüme toz kaçtı ondan buğulandı gözlerim, yoksa sulu zırtlak bir adam değilimdir. Hassas yerlerim derinde, Akın da oralara dokunmayı iyi biliyor. 3 saatlik geliş gidiş bir yolculukta bitti. Öneririm yani!

26 Nisan 2025 Cumartesi

"Daisy Darker" Yeni Nesil İngiliz Polisiyesi.

   Önyargı ne kötü! Polisiye Kitap Kulübümüzün (kulakları çınlasındır üyelerin, okuma iptilama yeni boyutlar kazandırıyor) bu ayki kitabının kapağını gördüğümde "Hımm kapak çok ticari, yazarın ismini de hiç duymadım, demek ki piyasa işi kötü bir polisiye" diye ahkamlar kesmiştim. Sevinerek yanıldığımı anladım. 
   Darker ailesi, büyükannelerinin yaşgünü için büyükannenin ikonik evinde bir araya gelirler. Sular çekilince bu yarımadann anakarayla irtibatı gündoğumuna kadar kopacaktır. Aile ilişkileri pek şekerrenk, aile bireyleri de birbirinden arızalı tiplerdir. Geceyarısından itibaren başta nineleri olmak üzere içlerinden biri ölecektir. Fena halde Agatha Teyzenin "On Küçük Zenci"sini çağrıştırıyor değil mi? Evet fonda öyle olsa da romanımız feci halde çok katmanlı ve son on sayfada okuru afallatan bir tvisti (ne işim olur tvistle) şaşırtmacayla doludur.
   Yazarımız Fiiniy güzel bir iş çıkarmış. İlk baktığımda (325 S.) "bu kadar sayfa bir günle nasıl dolar?" sorumu detaylı geri dönüşlerle ilmek ilmek işlemiş. Üstelik okuduğunuz her geri dönüşle canlandırdığınız resim daha da netleşiyor. Buna karşın son sayfalara kadar katilin kimliğini bulmak kolay olmuyor. 
   Zevkle okunuyor, merak ettiriyor, ihtimal hesaplatıyor (başkahramanın ismi dahi akıllıca) ve bitince kimi bölümleri yeniden okuma isteği uyandırıyor. Daha ne olsun! Öneririm yani.

"Gir Kanıma" İskandinav Vampiri.

  Oskar, okulda arkadaşları tarafından "ezik" olarak adlandırılacak kadar içedönük ve karamsar bir çocuk. Yan daireye Eli taşınır. Oskar Eli'den hoşlanır, olaylar gelişir.
   Korku edebiyatını ve İskandinav polisiyesini seviyorum. Dedim "neden İskandinav korkusunu denemiyorum?, belki severim". Ihh olmadı arkadaş. Karakterler hiç içselleştirilecek kadar sıcak değil, insanlar arası ilişkiler acaip donuk, yazarımızın (soyadını okumayı hiç başaramadım) üslubu ve kurgusu aksıyor. İklim sert (oysa polisiyeye yakıştığından korkuya da yakışacağını düşünmüştüm, olmamış bence), öykünün oturtulacak bir mantıksal zemini yok (vampiri hangi mantıksal zemine oturtacağız arakolpa?!). Velhasıl bir ayı aşkın süredir komodinde bitirilmeyi bekliyordu. Emeğe saygı mottom olmasa yarım bırakırdım, o derece!

23 Nisan 2025 Çarşamba

"Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç" Hüseyin Rahmi Klasiği.

  Okuma değil de yazma kabızlığına yakalandığım için okuduğum birkaç kitapa karşın elim ancak klavyeye gidebiliyor. Zor işmiş vesselam!

   Neyse ki Hüseyin Rahmi, neyse ki bir klasik. 182 sayfa, geceleri yatmadan önce yapılan okumalarda bitirmesi üç gün ancak sürdü. Üstad, hem bir aşk hikayesini, hem dönemin hâlet-i rûhiyesini, hem de yaptığı (özellikle halk için) tespitlerle yine okuru gülümsetiyor ve idrakını arttırıyor. 

   Kendi adıma pek bir hazla okuyorum. Hem edebi hazlar, hem düşünsel. Her türlü! Öneririm yani.

5 Nisan 2025 Cumartesi

"Yapıştırma Bıyık" Salah Usta'dan Denemeler.

  171 Sayfa, iki bölüm, 36 deneme. Öyle ufkunuzu genişletmek, sorular sordurmak, perspektifinizi değiştirmek için değil sırf edebi hazlar almak ve malumatfuruşluğu arttırmak için okunur. Yapıştırma Bıyık ve Kendimle Konuşmalar diye iki bölümden mürekkeptir. İlk bölüm Ustanın her zamanki üslubudur. Bilindik isimlerin bilinmeyen işleri, gözünüzün önünde olan ama cemaziyülevvelini bilmediğiniz (ve okuyunca da kimileyin şaşırdığınız) mekanlar ve bilumum malumatfuruşluklar. İkinci bölümse daha bir mutfaktan yazılmış gibidir. Burada Ustanın verdiği bilgiler değil kendince birtakım saptamaları vardır (bilhassa yazınla ilgili bölümler). 
   Bendeniz Salah Ustanın kitaplarını asla kafa açmak için değil dimağı dinlendirmek ve edebi hazlar almak için okurum. Bu kez de öyle oldu ve şu aralar yolculuklarla vakit geçirdiğim için (bence yolda okunacak kadar hafif sıklette de değildir) biraz uzun sürdü tamam etmem. Hülâsa; rafine edebi hazlar almak için öneririm efendim.

19 Mart 2025 Çarşamba

"Yırtıcı Kuşlar Zamanı" Ahmet Ümit'in son polisiyesi.

Yırtıcı Kuşlar Zamanı: Yeni Başkomser Nevzat Romanı

   Bir kitap kulübüne katıldım. Her ay bir kitabı masaya yatırıyoruz. Aynı kitabın polisiye seven okurlar tarafından farklı yorumlarını dinlemek pek güzel. Önceki kitap kulübü tecrübelerimden daha renkli. Bu ayın kitabını da bitirmiş bulunmaktayım.

   Yine bir Komser Nevzat (evet komiser değil komser!) romanı. Bu kez yaşadığı büyük travmanın failinin peşine düşüyor tesadüfen (doğanın işleri!).  Hem Nevzat'ın yaşadığı majör depresyonun etkilerini, hem yeni yaşantısını gözlemlerken fonda hızla çürüyen toplumun suç dünyasındaki etkilerini görüyor ve bir yandan gizemli bir davanın seyrini temaşa ediyoruz. 447 Sayfa üç günde (iş sonrası okumalarda) bitti. Dil akıcı, bölümler hep bir sonrakine başlamak için gerekli çengeli atarak bitiyor (çok satan polisiyelerin ortak paydası). Sevdim mi sevdim. Amma; tamamen öznel bir değerlendirme yaparsam Nevzat'ın hiç humorunun olmamasına bir türlü ısınamadım kardişim. Adam adeta bir KHK'ya atfen yapılmış içişleri nizamnamesi tadında. Evet, dürüst, analitik düşünüyor (gerçi kitabın ortasından itibaren faile ait yaptığım tahmin doğru olmasına karşın zehir hafiyemiz bunu son 20 sayfaya kadar ayamadı), inatçı ama humoru yok. Belki bu da bir tarzdır, beğeneni vardır. 

   Velhasıl (şimdilik) üç ödüllü bu polisiyenin gideri vardır. Hem zihin boşaltır hem de güzel vakit geçirirsiniz.

 Ahmet Ümit

11 Mart 2025 Salı

"Efendibey Ayla" Eski Türkiye Ne Güzelmiş!

 

   Geçen yıl basılmış (2024). Uluslararası Emekçi Kadınlar Gününde dedim "bir ilk kadın kitabı okuyayım". 217 sayfa ama Ayla Hanımın yazdıkları 169. sayfada bitiyor. Ondan sonra hakkında yazılanlar ve uzunca bir fihrist var.
   Ne yalan söyleyeyim ilk bölümleri bitirdikçe biraz yavan olacağını düşündüm. İlk kadın yazı işleri müdürü olarak daha fazla ipucu&arka plan beklerdim. Maslahatgüzar düzeyindeki bir memurun kara kutu olması gerektiğini ziyadesiyle içselleştirdiğinden çalıştığı siyasiler ve iktidar için, iş ve ideoloji olarak tek bir söz açık vermemiş. Belki de bu kadar makbul olması bu yüzden. Çalıştığı önemli siyasi figürler sadece kişiliklerine yönelik (o da sadece olumlu özellikleri) ön plana çıkarılmış. Ancak yazılanların (sadece küçük bir bölümü olduğunu sandığım ve hatta neredeyse bildiğim) verdiği kadarıyla o dönemin (1972'den 2000'li yılların başına kadar) siyasi figürlerinin nasıl dürüst ve iş ahlakına sahip, toplumun ne kadar naif olduğunu anlıyorsunuz. İşte bu da çok hüzünlendiriyor fakiri. 
   Yazarımızın ketumluğu bir yana, kimi düşüncelerini, tespitlerini, olaylar karşısındaki tepkisini, gerek maaşla ve gerekse gönüllü olarak yaptığı işleri okudukça ister istemez bir sempati geliştiriyorsunuz. Yanında çalıştığı bakanın "söyle bakalım hayatında hiç büyük adam gördün mü?" sorusuna rahatlıkla yıllardır çalıştığı odacıyı gösteren biri ister istemez yakınlık hakkediyor (çok yönlü bir kapaktır, anlayana!). Düşünsenize günümüzün değer yargılarıyla o gününkünü kıyaslamayı. 
   O dönemin memleket hallerini görmek için okunur, kadınlara hassaten öneririm.

8 Mart 2025 Cumartesi

"Şahmerdan" Sait Faik'ten 19 Öykü.

   141 Sayfa, 19 Öykü. En son geçen yüzyılın sonlarına doğru okumuştum. Eskidiğini zannederek yanıldığım öyküler (kimisini hala hatırlıyorum) hiç eskimemişler, eskimezler de sanırım. Sonunda, Ara Güler Ustanın Sait hakkındaki 4 sayfalık bir yazısı da var, çok sahici, çok yalın. Nedir: gözünüzde canlandırdığınız karakterin yerine konan gerçeği hiç hayallerinizdeki gibi değildir (birazcık kaşmerdikozdur! (bu da Salah Ustadan)). Ne gam! Benim için aslolan, sanatçının karakteri değil, eserleri ve bende dokunduğu yerlerdir. Sait Faik, şimdiye kadar okuduğun öykücülerin içinde başka bir yere kuruluyor. 
   İnsanı anlatıyor, fonda gerçek yaşamla. Kimisinde kendinizden birşey buluyorsunuz, kimisinde "hayat işte!" diye içinizden geçiriyorsunuz. İlk okuduğum yıllardan bugüne, okuma zevkim değişti, daha eleştirel oldum. Bu öyküleri de okurken içimden geçirdiğim "hep de şehir hayatını yazıyor ama" düşüncesinden sonra langadank taşradan öyküler geliyor. 
   Yazarın sahiciliği, öykülerdeki diyalogların çok gerçek olması (hiç de edebi bir üslupla konuşup ahkam kesmiyorlar) tasvirlerin çok sade ve yerinde olması, öykülerde bir tanecik fazla cümle olmaması, bir kelimelik fazlanın olmayışı ve dilin sadeliği, yazılanların hala yaşanabilme ihtimali (hem de yüksek ihtimal (duygular ve davranışlar zor değişiyor)) ve daha yazmaya erindiğim nice şeyden oluşuyor. Adeta, belgesel yada NBC filmi izler gibi oluyorsunuz. Salah Ustanın yazdıkları kafada girdaplar oluşturunca açtım ve bir günde bitti (işin garip yanı Salah Ustaya da, zihnimi daha da anaforlandıran bir kitabın yan okuması olarak başlamıştı! sonraki okuma merhalem Cin Aliler olacak zaar!)
   Velhasıl Sait Faik Abasıyanık öyküleri her zaman okunur.