141 Sayfa, 19 Öykü. En son geçen yüzyılın sonlarına doğru okumuştum. Eskidiğini zannederek yanıldığım öyküler (kimisini hala hatırlıyorum) hiç eskimemişler, eskimezler de sanırım. Sonunda, Ara Güler Ustanın Sait hakkındaki 4 sayfalık bir yazısı da var, çok sahici, çok yalın. Nedir: gözünüzde canlandırdığınız karakterin yerine konan gerçeği hiç hayallerinizdeki gibi değildir (birazcık kaşmerdikozdur! (bu da Salah Ustadan)). Ne gam! Benim için aslolan, sanatçının karakteri değil, eserleri ve bende dokunduğu yerlerdir. Sait Faik, şimdiye kadar okuduğun öykücülerin içinde başka bir yere kuruluyor.
İnsanı anlatıyor, fonda gerçek yaşamla. Kimisinde kendinizden birşey buluyorsunuz, kimisinde "hayat işte!" diye içinizden geçiriyorsunuz. İlk okuduğum yıllardan bugüne, okuma zevkim değişti, daha eleştirel oldum. Bu öyküleri de okurken içimden geçirdiğim "hep de şehir hayatını yazıyor ama" düşüncesinden sonra langadank taşradan öyküler geliyor.
Yazarın sahiciliği, öykülerdeki diyalogların çok gerçek olması (hiç de edebi bir üslupla konuşup ahkam kesmiyorlar) tasvirlerin çok sade ve yerinde olması, öykülerde bir tanecik fazla cümle olmaması, bir kelimelik fazlanın olmayışı ve dilin sadeliği, yazılanların hala yaşanabilme ihtimali (hem de yüksek ihtimal (duygular ve davranışlar zor değişiyor)) ve daha yazmaya erindiğim nice şeyden oluşuyor. Adeta, belgesel yada NBC filmi izler gibi oluyorsunuz. Salah Ustanın yazdıkları kafada girdaplar oluşturunca açtım ve bir günde bitti (işin garip yanı Salah Ustaya da, zihnimi daha da anaforlandıran bir kitabın yan okuması olarak başlamıştı! sonraki okuma merhalem Cin Aliler olacak zaar!)
Velhasıl Sait Faik Abasıyanık öyküleri her zaman okunur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder