Stalin ölür, olaylar gelişir.
1 saat 47 dakikalık filmimize iki açıdan yaklaşabiliriz.
Sinematik açıdan yaklaşırsak : başarılıdır. Her ne kadar dar bir bütçeyle çekildiği dikkatli gözlerden kaçmasa da (kalabalığı veren yakın plan çekimler, aynı mekanların kullanılması, ekonomik müzik, ekonomik dekor/kostüm (nasıl kötü takım elbiseler) /efektler vs.) bir tiyatro oyunu havasında akıp gidiyor. Oyunculuklar karikatürize (kimbilir belki de özellikle öyle yapıldı). Senaryo; piyanist kız ekseninde başlasa da sonraları pek çok kez ray değiştiriyor (Kruşçev, Beria, Svetlana vs.). Buna karşın salon komedisi havası filmin sonuna kadar kendini izlettirmektedir.
İdeolojik açıdan yaklaşırsak : tarihi gerçeklere yaslandığı iddiası yoktur ancak dönemin bu kadar pespaye bir şekilde aktarılması (şimdi örnekleyeyim de ne düşündüğüm anlaşılsın : on yaşını aşmamış kopiller arsada top oynuyorlar, iki iri yarı rakipten biri oynadığı zeminin kötülüğünden maçı kaybediyor, yere düşüyor. Diğeri bu düşen çocuğu tekmeliyor, bu da yetmiyormuş gibi karşısına geçip hayın hayın gülüyor. İşte bu film o gülme işini yapıyor) ne derece doğrudur bilemiyorum. Bana pek doğru gelmiyor.
Yaşadığımız hayata yansımalarına gelecek olursak : mutlak gücün batıl olduğunda, güce tapanların nasıl da yozlaşıp, yeni duruma göre pozisyon almalarını gösterdiği için çok ders vericidir.
Bakınız : ikinci cümlede "iki açıdan yaklaşabiliriz" dediğim halde kendimi yalanlayarak üç açıdan yaklaştım (Hern Alzheimer ! Hoşgeldiniz !).
Ben sevmedim, sizi bilemem !
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder