216 Sayfa ama "hatırat" bölümü ancak sonlara doğru az bir yer kaplıyor. Bunun öncesinde kitabı yayıma hazırlayan Tahsin Yıldırım'ın yazara dair, balkan harplerine dair yazdığı uzun bir girizgahı okuyoruz. Tarih bilgim yazılanlar konusunda ahkam kesmeme mani ancak satır aralarında ciddi bir İttihat ve Terakki düşmanlığı seziliyor. Yazan, görüşlerinde haklı mıdır yoksa tersi midir bilmiyorum (bu konuda çok çeşitli fikirler çarpışıyor). Ancak meseleye her iki taraftan bakmak hasebiyle bu bilgiler de değerlendirmek üzere dağarcıkta bulundurulabilir.
Hatırat ise öyle böyle değil : çok kötümser, çok karamsar. Akşamları okuduğumda uykularım kaçtı. Belli ki savaşın hengamesi içinde çok çalakalem notlar alınmış ancak genel hava uyku kaçıracak kesafette. Son bölümde yazarın yazdığı kişisel mektuplar da ayrı bir fasıldır. Burada görüyoruz ki : medarı maişet motorunu yürütebilmek, edebiyatçılar için her daim gündemde olmuştur.
Bu arada; dönemde şeker hastalığı bilinmediği için (şekere yakalanmıştır) üzüm hoşafı, pekmez diyeti uygulanan ve bu yüzden sadece 36 yaşında yapayalnız ölen, öldükten sonra kimse tanımadığı için naaşı kadavra olarak kullanılan (ki fotoğrafı bile vardır (bakmayın ! içiniz kaldırmaz)), daha sonra edebiyatçı dostları tarafından cenazesi sahiplenip bir hazireye (Kuşdili Mahmut Baba Haziresi) defnedilen ancak 19 yıl sonra "yol geçecek" diye kemikleri Zincirlikuyu'ya nakledilen, ulusal vefasızlığımızın müstesna örneği Ömer Seyfettin'in (hangimiz onun öyküleriyle büyümedik ki) hayat hikayesini incelemenizi öneririm.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder