30 Nisan 2017 Pazar

"Asaf Halet Çelebi - Bütün Yazıları"

   Çelebi, tombulca bir insan. Mevlevi muhibbi. Cihangir'de doğmuş (Galata Mevlevihanesine yürüme mesafesi). Beylerbeyi'nde bir yalıda yaşamış. Bir süre Fransa'da kalmış. Çağdaşlarının aksine yaşamını memuriyetle kazanmış (kendi halinde gaile derdi var !). Kendi diktiği kıyafetleri giyer. Yakasındaki gülün solmaması için, sapını ceket cebindeki su şişesinde taşır (şimdi burada çok ince bir görüş rica ediyorum sevgili kâri : gülü yakasında taşıyacak kadar çok seviyor ama çabuk ölmesine de tahammülü yok). Baudelaire'i, Bhagavat-Gita'yı, Şeyh Galip'i sufilik potasında birleştirebilecek donanıma sahip ve bunu kullanıyor. 
   Mevlevilik, klasik Türk Müziği, şiir konularında, yumuşak mizacının çok dışında bir üslupla kalem oynatabiliyor (kalemi çelikten yontulmuş ve en nazik noktalara batırmaktan hiç çekinmiyor). Hacı Arif Bey'e Serdar Ortaç muamelesi yapıyor misal ! Mozart'a zıpçıktı (haydi buyrun !). Tam bir malumatfuruş (İstanbul'un semtleri hakkında yazdığı yazılara bir baksanız !). Yazılarında kullandığı üslup osmanlıcaya yakın ama şiirleri okuduğunuz zaman afallıyor okur. En ünlü şiir kitabının adı "Om Mani Padme Hum". Ada vapurlarında satılan en ünlü şiirleri "siddharta", "Mariya". 
   "Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz" atalarsözünü (pek de severim) boşa çıkartıyor. Yazdığı şiirleri okuduğunuzda aklınıza Dino, Mualla tarzı bohem kişilikler geliyor ama karşımıza çıkan karakter : bildiğimiz saray katibi kılıklı bir zat. 
   Asla çağdaşları kadar popüler olmamış (ne yazık !). Şiirleri döneminin ilerisinde olduğu halde, zahiren kadim olması hasebiyle (al işte bak ! üsluptan esinleniyorum (üslup zayıflığı belirtisi)), kenarlarda köşelerde kalmış. Hep milletvekili adayı olmuş, hep yenilmiş, yine olmuş, daha iyi yenilmiş.  
   İşte bugüne kadar fazla göz önüne çıkmamış şairimizin (aslında eleştirmen de denebilir) şiirleri haricinde yazdıklarını YKY almış, toplamış, basmış. İyi de yapmış. Biraz uzun (586 sayfa). Yazılanlar muhtelif : hint edebiyatı da var, kendi edebiyatımız da, kasaplar, kediler, İstanbul'un semtleri (boğaziçini bildiğini iddia edenler bir de üstadın iskele sıralamasını okusunlar da şeşibeş olsunlar !), mevlevi geleneği (bir ayin-i şerif tarifi var ki, semanın sadece dönmek (ki ayinin küçük bir bölümüdür) olduğunu zannedenler mutlaka okumalı), Şeyh Galib (bilhassa Şeyh Galib), sanat akımları, şiirin halleri (vuzuh, şekil, ruh anı vs.), düdüklü tencere, Mevlana ve Şems (Celaleddin Rumi'nin hayatında hiçbir zaman imamet edip namaz kıldırmadığını ve postnişinlerin de böyle yaptıklarını ilk kez okudum), müzik (buradaki üç tenkit yazısını ayrıca bir yerlere not aldım, ara ara okuyorum), konferans konuşmaları, röportajlar, çağdaşları hakkındaki düşünceleri ve daha neler.
   Edebiyatımıza meraklıysanız erinmeyin okuyun. En azından ilginizi çeken başlıkları okuyun. Bir edebiyatçı kahvesinde yuvarlacık gövdesini islemleye yerleştirdikten sonra yakasındaki gülü koklayan, cebinden çıkardığı teneke kutudaki envai çeşit (demirhindi olur, sarı kimyon olur) şekerlemeleri size uzatıp "buyurmaz mısınız efendim ? zihne şetaret veriyor." diyen bu çelebi edebiyat dervişini tanımamak olmaz !
"renkler güneşten çıktılar
renklar güneşe girdiler
renkler güneşsiz öldüler
ne renk gerek bana
ne renksizlik"

"Bana ait olan hiçbir şeyim bulunmadığı için servetim sonsuzdur" S.192

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder