Bu adamı seviyorum. Gülüşü hınzır, hayata bakışı dalgacı, kitapları seller sular gibi akıyor.
Bilipilgrim, Dresden'in bombalandığı esnada şehirde savaş esiridir. Olaylar gelişir.
Biliyoruz ki, Bay Vonnegut bu kitapta yazılanları kurgulamamıştır.Arka kapakta yazdığı üzre "Unutmayın; hepsi yaşandı bunların. Aşağı yukarı. En azından savaş kısımları gerçek.".
Kurt Bey, Dresden bombardımanında "5 Numaralı Mezbaha"nın üç kat alt bodrumunda kaldığından, bu katliamdan kurtulan çok az insandan biridir. Hayat kendisini çeşitli yerlere savurmuş ve ona en yakışan yazarlık köşesinde takılıp kalmıştır. Mesleği süresince bu metni defalarca yazmış, defalarca yırtmıştır.
Kitabı bitirdiğinizde (en azından savaş kısımlarını) bir insan kişisinin bunu nasıl yazacağını, nasıl yazamayacağını anlar gibi oluyorsunuz. Düşünün : savaş bitmek üzere, esirsiniz, hayatınızda gördüğünüz en güzel kentte (en güzel kıvrımları olan kentte) şımşıkırdak bir mapusluk çekiyorsunuz, kentin ürettikleri : klarnet, sigara, ilaç gibi savaşa doğrudan katkı olan ürünler olmadığından bombalanma riski yok (zannediliyor), savaş sanki buraya teğet geçmiş, hava saldırısı talimleri bile teatro gibi yapılıyor (Toto Karaca'ya selam olsun). İşte bu durumda yapılan hava saldırısı, şehri ay yüzeyi gibi yapıyor. Kahramanımız da hasbelkader kurtulup, sonrasına şahitlik yapıyor. Şaka değil 135 bin (YÜZOTUZBEŞBİN) kişi (çoğunluğu sivil) ölüyor (Hiroşima ve Nagazaki'nin toplamından fazla). Nereden bakarsan, (en azından) posttravmatik stres bozukluğu yaşar insan. Bay Vonnegut da yaşamış olmalı ki, kitabını gayet dalgacı bir şekilde yazmak zorunda kalmış. Ciddi yazsa insan kafayı yer çünkü.
Kahramanımız Bilipilgrim, Dresden sonrası bir zaman gezgini olarak yaşamayı tercih eder. Kah Dresden'dedir, kah Tralfamadorya (hayali bir gezegen)'da, bazen hayatının sonunda, kimi zaman başındadır.
Akil okur, bunun zavallı Bili'nin, Dresden travmasının sonraki hayatında yarattığı bir kaçış olduğunu şıpınişi anlar. Gerçekle başa çıkabilmek için, Bili Tralfamadorya'yı yaratır, uzaylıların "insanat bahçesinde" mecburen bir film yıldızıyla çiftleşmek zorunda kalır, öleceği anı görür, uzaylıların ilginç (düşünmeye değer) zaman kavramını öğrenir. Ve kitap zınk diye biter.
Bay Vonnegut'un bu en önemli yapıtının böyle küçük hacimli olması yanıltmasın okuru, küçük ama yoğun. Dalgacı uslübun altında yatan inanılmaz hüzün ve acı, digemkâr okuru taa cigerinden (ciğerinden değil) vurur. Yaşadığı topluma yönelttiği sipsivri kirpi tikenlerini (dikenleri değil) kendi toplumumuza uyarlarız. Savaş şakşakçılarını sinkafla anarız. Kitap bittiğinde ise Yaşar Kemal Ustanın (ustabaşı) sözünü bir kez daha zikrederiz "Savaş icat eden, görmesin cennet !".
Okumak mecburi, kütüphanenizde bulunmasında ise fayda var. Çeviriyi kanatlandıran Algan Sezgintüredi'ye alkışlarımızı yollamayı da ihmal etmeyelim. Ruhu olan bir metin kazandırmış dilimize.
Bilipilgrim, Dresden'in bombalandığı esnada şehirde savaş esiridir. Olaylar gelişir.
Biliyoruz ki, Bay Vonnegut bu kitapta yazılanları kurgulamamıştır.Arka kapakta yazdığı üzre "Unutmayın; hepsi yaşandı bunların. Aşağı yukarı. En azından savaş kısımları gerçek.".
Kurt Bey, Dresden bombardımanında "5 Numaralı Mezbaha"nın üç kat alt bodrumunda kaldığından, bu katliamdan kurtulan çok az insandan biridir. Hayat kendisini çeşitli yerlere savurmuş ve ona en yakışan yazarlık köşesinde takılıp kalmıştır. Mesleği süresince bu metni defalarca yazmış, defalarca yırtmıştır.
Kitabı bitirdiğinizde (en azından savaş kısımlarını) bir insan kişisinin bunu nasıl yazacağını, nasıl yazamayacağını anlar gibi oluyorsunuz. Düşünün : savaş bitmek üzere, esirsiniz, hayatınızda gördüğünüz en güzel kentte (en güzel kıvrımları olan kentte) şımşıkırdak bir mapusluk çekiyorsunuz, kentin ürettikleri : klarnet, sigara, ilaç gibi savaşa doğrudan katkı olan ürünler olmadığından bombalanma riski yok (zannediliyor), savaş sanki buraya teğet geçmiş, hava saldırısı talimleri bile teatro gibi yapılıyor (Toto Karaca'ya selam olsun). İşte bu durumda yapılan hava saldırısı, şehri ay yüzeyi gibi yapıyor. Kahramanımız da hasbelkader kurtulup, sonrasına şahitlik yapıyor. Şaka değil 135 bin (YÜZOTUZBEŞBİN) kişi (çoğunluğu sivil) ölüyor (Hiroşima ve Nagazaki'nin toplamından fazla). Nereden bakarsan, (en azından) posttravmatik stres bozukluğu yaşar insan. Bay Vonnegut da yaşamış olmalı ki, kitabını gayet dalgacı bir şekilde yazmak zorunda kalmış. Ciddi yazsa insan kafayı yer çünkü.
Kahramanımız Bilipilgrim, Dresden sonrası bir zaman gezgini olarak yaşamayı tercih eder. Kah Dresden'dedir, kah Tralfamadorya (hayali bir gezegen)'da, bazen hayatının sonunda, kimi zaman başındadır.
Akil okur, bunun zavallı Bili'nin, Dresden travmasının sonraki hayatında yarattığı bir kaçış olduğunu şıpınişi anlar. Gerçekle başa çıkabilmek için, Bili Tralfamadorya'yı yaratır, uzaylıların "insanat bahçesinde" mecburen bir film yıldızıyla çiftleşmek zorunda kalır, öleceği anı görür, uzaylıların ilginç (düşünmeye değer) zaman kavramını öğrenir. Ve kitap zınk diye biter.
Bay Vonnegut'un bu en önemli yapıtının böyle küçük hacimli olması yanıltmasın okuru, küçük ama yoğun. Dalgacı uslübun altında yatan inanılmaz hüzün ve acı, digemkâr okuru taa cigerinden (ciğerinden değil) vurur. Yaşadığı topluma yönelttiği sipsivri kirpi tikenlerini (dikenleri değil) kendi toplumumuza uyarlarız. Savaş şakşakçılarını sinkafla anarız. Kitap bittiğinde ise Yaşar Kemal Ustanın (ustabaşı) sözünü bir kez daha zikrederiz "Savaş icat eden, görmesin cennet !".
Okumak mecburi, kütüphanenizde bulunmasında ise fayda var. Çeviriyi kanatlandıran Algan Sezgintüredi'ye alkışlarımızı yollamayı da ihmal etmeyelim. Ruhu olan bir metin kazandırmış dilimize.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder