Bir kişi düşünün.
Çocukluğu; ailesinin ölümü kandırmak amacıyla kız çocuğu kılığında geçsin,
Dört yaşında damdan düşüp, tüm hayatını etkileyecek sağlık sorunlarıyla uğraşsın,
Kurtuluş Savaşında doğduğu yeri, düşman işgalinden kaçmak üzere alelacele terketsin,
Tüm okullarını birincilikle bitirip çok genç yaşta profesör olsun,
Her mecliste sözü dinlensin,
Otomobil kullanmayı, soba kurmayı bilemesin,
Süleyman Demirel gibi reisicumhur olacak öğrencileri olsun,
O yıllarda yazdığı ders kitabı bugünlerde dahi başvuru kitabı olsun (üstelik teknik de bir eser)
Piramidin hem altından hem üstünden sevilsin,
Bakan olmamak için atmadığı taklalar kalmasın (nassı yaane !),
Bilimin kurumsallaşıp, yaygınlaşması için elinden geleni ardına koymasın,
Her daim geçim sıkıntısı çeksin,
Yahya Kemal'i de, Oğuz Atay'ı da, Cahit Arf'ı da (bu kim diyenler bir zahmet 10 TL'nın ardına bakıversin) tanısın,
Naaşını imam bulunamadığından oğlu yıkasın (işte burası çok dokundu bana).
İşte bu insan : Mustafa İnan.
Roman gibi bir hayat, şiir gibi bir roman.
Erdal Bey istemiş (fakir için Erdal Bey deyince akla bir kişi gelir). Hocanın hayatını roman yapmaya karar vermişler. Bayan Atay'ın sevgili oğlu Oğuz da bihakkın yaptığı işin üstesinden gelmiş.
Veriler kallavi, kalem güçlü. Ortaya çıkan sonuç hem Oğuz Atay'ın güzel sosyolojik kritiklerini, hem de Hocanın kısacık ama bir kaç ömre sığacak etkinliklerini bir güzel anlatıyor.
Memleket hallerine, o güzel atlara binip giden o iyi insanlara merakınız varsa okuyunuz, okutturunuz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder