İzleyiciyi, tenis maçı izleyicisi konumuna düşüren filmdir. Bir oraya, bir buraya.
Saymın ve Robin şehre gelir. Saymın'ın şükela bir pozisyonu vardır (müstakbel orta düzey yöneticilik işi, dolgun maaş zarfı, altta Mersedes, süpersonik bir ev, Robin de "Allah sevdiğine bağışlasın" tarzı büyük gözlü, ince belli bir hatundur). Bunlar yeni eve eşya bakarlerken Saymın'ın lise arkadaşı Gordon'a rastlarlar. Olaylar gelişir.
Avustralya'nın sinemaya hediyesi Bay Coyilecırtın ilk yönetmenlik denemesinde güzel bir iş çıkarmış.
Filmin ortalarına kadar "hımm, tipik holivut tarzı gerilim" şeklinde ahkam kesen sinefiller, ilerleyen bölümde "haa öyle değilmiş" derken sonlara doğru "nasıyanee" şeklinde kalakalıyorlardır.
Bay Ecırtın, senaryosunu yazıp, güzelce de oyunculuğunu gösterdiği filmde : karakter nasıl işlenir, altyapı ortada oturtulursa izleyiciye neler olur, kaygan zeminde oyunculuk nasıl yapılır gibi soruların cevaplarını şıppadanak veriyor.
Öyle pahalı bir yapım da değil. Kırılan bir cam, altı tane ölü japon balığı, oyuncuların yevmiyeleri, sıfır özel efektle izleyiciyi ters köşelere yatırarak sonuna kadar gerilimi ayakta tutmayı başarıyor. Üstelik film bittikten sonra üzerinde düşünebiliyorsunuz da. "Bir daha cici çocuklara bel bağlamak için acele etmeyeceğim" tarzı iç kararlar alıyorsunuz.
İki saate yakın filmimiz (108 dk.), çoluk çocukla izlenmez, çünkü sıkılırlar. Yoksa; şiddet, kan, uyuşturucu, seks yok. Ama ciddi bir entrika, yalan, hıyanet, geçmişin günahları, gizli bir gerilim var. Siz bilirsiniz.
Bence izleyin, pişman olmazsınız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder