Mervıl kahramanlarından, iftarlık gazozlardan, osman pazarlamalardan, ediredmeyn'in ilk transseksüellerden birini canlandırdığı kordelalardan (koşarak uzaklaşıyorum. Adam feci halde Yılmaz Morgül'e benziyor (YM'ü bile daha çok seviyorum)) kaçınarak izlediğim "Room" (mükemmel çeviri mucizesiyle "Gizli Dünya" olmuş (olmuş mu ? olmamış)), pek iyi geldi.
17 Yaşında bir sapık tarafından kandırılıp kaçırılan Joy Newsome; bir odadan mürekkep kulübeye kapatılır. İki yıl sonra bir oğlu olur (Cek). Cek, beş yaşına geldiğinde olaylar gelişir.
İki bölümlü bir film. İlk yarıda Annenin oğlu için tasarladığı evren modellemesini görüyoruz. Aklımıza gelen kaçış planlarının neden işe yaramadığını bir süre sonra dinliyor ve neler olacağını merak ediyoruz. İkinci yarı ise tamamen farklı. Ki filmin farklılığını yaratan asıl unsur, ikinci yarı.
Frank'ten tanıdığımız Leniebrehemsın birinci yarıyı filmin tümüne yayarak çok sıradan bir iş yapabilirdi. Ama iyiki de yapmamış.
İki saatten iki dakika kısa filmimiz (hadi yazayım bari 118 dk.), yarısı 12m2'lik bir yerde geçse de hiç dikkat düşmeden, asla sıkılmadan izleniyor. Adrenalin filmin yarısında pik yapıyor, kağıt peçeteler ikinci yarısında.
Sığ sinefil olarak filmin alt mesajlarına, metaforlarına hiç kafa yormadan dümdüz izledim. Pek çok yerde göz buğulanmasına yakın hisler duydum (misal : Cek'in köpekle ilk teşerrüfü, büyükannesine onu sevdiğini söylemesi, anne oğul pencereye bağırma seansları, saçlarını kesme kararı, merdivenden ilk inme teşebbüsü, dışarı çıktığı ilk anlarda yaşadığı algı şoku vs.).
Film bittikten sonra ise biraz metaforlara kafa yordum.
Oda'nın bize dayatılan gerçek olması, asıl gerçeğin kapının dışında olma ihtimali.
Aklımıza gelemeyen bazı ihtimallerin sevdiklerimiz için daha iyi olabilme ihtimali (cek'in bir cami avlusuna kilise apsisine bırakılması ihtimali)
Bu ihtimallerin acıtıcı sonuçları olabileceği,
Basın denilen acımasız makinenin (elektrikli bıçak) parmak, ekmek demeden tüm kesimleri yapabileceği (bilen bilir, elektrikli bıçakla parmağa dalarsanız, düz bıçak gibi kolay kurtulamazsınız),
Yer merkezli evrenden, güneş merkezli evrene geçişin insanoğlu üzerindeki etkileri (bu benzetme, tamamen geçirmekte olduğum eğitim periyodundan kaynaklanıyor),
Çocukluğumuzun geçtiği yerlere yıllar sonra dönünce, hatırladıklarımızın gerçekte olandan daha büyük görünmesinin hikmet-i mucibesini,
Ana gibi yâr olmadığını,
Bazen biyolojik babaların sonradan seçilen babalar kadar hoşgörülü olmayacağını,
Hayvan sevgisinin sağaltıcı etkisini,
Umudun gücünü,
Ve buna benzer birçok doğrudan, subliminal meşazı, metaforu düşündüm. Düşündüm de ne oldu ? "Bir şeyler yapmak gerek" dedim.
En son bunu deyip bir şeyler yaptığımda Ergenekoncu olmuştum. Şimdi "paralelci" olmayı göze alamadım. Oturdum oturduğum yerde kuzu kuzu. "Bari" dedim "yazayım".
Ceykıptrembliy, iyi oyuncuymuş yalnız.
Çocuklar sıkılır (yoksa bırazın izlesinler), siz sıkılmazsınız, hem de hiç.
Yapabilirseniz izleyin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder