Ticari bir metamorfozun öyküsüdür.
Bankaya kredilerini ödemeyen Denisneş; bankayı temsil eden emlak simsarı (sansar gibi) Rikkarvır tarafından evinden sepetlenir. Feci yolsuz olan gencimiz, Rikkarvır'ın yanında bir iş bulur, gittikçe yükselir, olaylar gelişir.
Konu budur.
Son derece tanıdık bir senaryo. Holivut böyle senaryoları seviyor. Kapitalizmin akbabaları tarafından tekmelenen Denis, akbabaların yanında çalışmaya başlayınca önce kerkenez, sonra akbabalaşıyor. Doğduğu eve "benim evim" diye duygusal bir şekilde bağlanması, parayı bulunca aynı evi anacığına dahi söylemeden satıp bir kaşane almasını engellemiyor. Burada yönetmenin güzel renk ve filtre oyunlarıyla; havuzlu, kocaman ve lüks fışkıran evlerin, içinde insanlar olmadan beton duvarlardan oluştuğunu görüyoruz.
Temelde dürüst olan insanların para ile nasıl baştan çıkarılabileceğini görüyoruz.
Kapitalizmin acımasız yüzüne şahit oluyoruz.
Bendenizin favori oyuncularından Maykılşenın'ın abartısız oyunculuğuyla canlandırdığı sansara antipati geliştiriyoruz.
Ağlak kaşları ile rol kesen Endruyvgarfiyıld'a önce acıyor, sonra kıçını ıslak havlu ile hırpalama isteği duyuyoruz.
Anneyi canlandıran Loradörn'e karşı hiç bir şey hissetmiyoruz.
Arka bahçesinde kameriye yapmak için 30 bin dolar borçlanıp, sonunda evine haciz gelen insanlara hayret ediyoruz.
Ve böyle devam edip gidiyor.
Film fena değil. İş günü akşamı, evde izlenir.
Benim takıldığım : amerikalıların, ekonomik zorluklar, krizler ve tasarruf konusundaki hayat görüşleri oldu. Bu topluluk, işlerini kaybettiklerinde, parasızlık çektiklerinde yaşam standartlarından asla taviz vermiyor, çareyi borçlanmada buluyorlar. Herhangi bir şeyi almak istediklerinde de, ilk akıllarına gelen evini ipotek edip, borç almak. Taksit kavramı ile hayatımıza giren bu olgu, günümüz tüketicilerinin de mottosu (ne işim olur mottoyla kuttoyla) düsturu.
Oysa tüp ve sanayağ kuyrukları ile yokluğu bilen bizim kuşak, bir ihtiyacı almak isteği duyduğunda, önce tasarruf yapıp, harcama musluklarını kısıyoruz; anaparanın çoğu toplanınca da sağdan soldan küçük borçlar alıp, istediğimize sahip oluyoruz. Böylece kapitalizmin sevmediği modeller oluyoruz (iyi ki de). Bilmem okuyan olur mu bunları ama : bir şey almaya niyetlendiğinizde aman diyim miktarın hepsini bankaya borçlanmayın, biraz tasarruf edin bakalım birikim yapabiliyor musunuz ? Eğer öyleyse isteklerinizi biraz erteleyip birikiminizi güçlendirdikten sonra (alacağınızın en az %50'sini) kalan miktarı kredi alarak sahip olun. Bankaların şakası yok.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder