İki saat, altı hikaye. İlki ordövr olarak pek kısa verildiğinden beş hikaye de diyebiliriz. En iyi yabancı film oskarına aday da gösterilmiş. Alsaymış olurmuş.
Öfke, kızgınlık eksenine oturtulan kısa filmciklerin her biri farklı arka planlarda aynı duyguyu işliyor. Hepsinin kendine özgü renk kullanımları, tiplemeleri, kamera açıları ve müzikleri vardır. Dizi olarak yapılsaydı da izlerdim ya böyle ardı ardına seyretmek de başlı başına keyif.
Başlangıç yazılarının arka görseli olarak vahşi hayvanların zuhur etmesi ile akıl fikir ürünü bir eserle karşı karşıya olduğumuzu anlıyoruz. Açılış filmi ve yüzünü asla göremediğimiz esas karakter "Gabriel Pasternak" (ki Allaam insana Pasternak kini vermesin) ile şöyle bir koltuklarımızda doğruluyoruz. Sonraki yol kenarı restoranı hikayesi (ki Delicatessen'e küçük bir selam çakmak farzdır) ile yavaş yavaş ısınıyoruz. Ardından gelen yol hikayesi (ki Duel'e de bir selam gönderelim) son sözü ile kahkahaları hakketmektedir (isteyen sırıtır). Daha sonraki kısa film, otopark mafyası ve çekicilere gıcığı olan sinefile hitap eder (kendi hesabıma sonunu sevmedim (fazla holivudvari)). Ardından eserin tümünün en ciddi tespitleri barındıran öyküsü vardır. Suç, ceza, kefaret, dürüstlük gibi değerlerin pek ibret verici bir şekilde teşrih masasına yatırıldığını görüyoruz. Finali, düğünle yapıyoruz. Ama ne düğün ! Anlatılmaz yaşanır.
Sevdiceğimle birlikte hiç ilgimiz düşmeden, ibret ala ala, ders çıkara çıkara (elbette içimizden) izledik. Pek de güzel vakit geçirdik. Fazla metafor, subliminal mesaj vermeden, hayatımızda gereksizce yer alan öfke ve kızgınlık gibi önemli duyguları sorgulayan, alay eden, eleştiren sanat filmi olmayan, hiç sıkmayan, üstelik ispanyolca konuşulan (ingilizce filmlerden gına geldi) sıradışı bir filmdir. İzleyen pişman olmaz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder