Bakmayın kapakta Eros'un hınzır bir canlandırmasının olduğuna, okuyacağınız kitap öyle internet fenomenlerinin moda "aşk" kitaplarından değil, ciddi ciddi "aşk" olgusunu akademik olarak inceleyen bir eserdir.
Aşk diye adlandırdığımız öfori halinin tanımı her biri ayrı bir dünya olan insankişilerinin sayısı kadar olduğundan bu konuda ahkam kesebilmek ciddi bir risk.
Bu arada psikanalizin babası Bayan Freud'un oğlunun bu konuda söylediklerini anmamak olmaz : "Bugüne dek aşkın özü hakkında geniş çapta bir beyanda bulunma cesaretini bulamadım. Sanıyorum ki mevcut bilgilerimiz bunun için yeterli değildir." Ve nihayet ömrünün son dönemlerinde : "Aşk hakkında gerçekten çok az şey biliyoruz." itirafı.
Hal böyleyken "Aşkın Son Sözü"nü söylemek bir hayli zor. Yazarımız da bu konuda ahkam kesmekten ziyade olguların tanımlarını yaparak başlıyor işe. İnsanoğlunun yerküredeki mevcudiyetinin bilinen tarihinden başlayarak kadın ve erkeğin rabıtalarını, sosyal konumlarını, dinleri, mitleri, tarihi aşkları inceleyerek (ki bunların içinde Tristan ve Isolde olduğu kadar Leyla ile Mecnun da vardır) konuyu günümüze dek taşıyor. (bu arada tarihte bilinen en şiddetli anaerkillik karşıtı uygulamaların İbranilere ait olmasını da (Bkz.S.65) şaşırarak öğrendim)
Cengiz Hoca klinik bir psikiatr sıfatını da hakkettiğinden konu hakkında, bu konuda ahkam kesen pek çok popüler kişiden daha fazla deneyim sahibi. İşte bu avantajı da incelediği aşk hallerini örneklerken yapıyor. Zira karşısında patolojik hale gelmiş yaşantılar var, bunların önemli bir kısmının da müsebbibi de : aşk.
Tanım ve serim bölümlerinin olduğu ilk kısımlar sular seller gibi akarken, kitabın ortalarından itibaren Fromm, Froyd, Şopenhaver gibi ağırtopların bu konudaki yorumlarını almaya başlıyoruz ve sık sık ısınan beynimizi soğutmak için arada Galip Tekin çizgileriyle yeniden yorumlanmış "Puslu Kıtalar Atlası"na göz atıyoruz. Omuzüstündeki kitlenin çekirdeği soğuyunca hop yeniden aşkın çeşitli hallerine dönüyoruz. Kendi açımdan her üç kişiliğin aşk tanımları beni fazla açmadı. Lakin son bölümde Teodor Reik ve kuşatıcı aşk kuramı, fakire çok yakın geldi. Elbette farklı düşündüğüm yerler var, ancak öncekiler kadar değil.
Kitapta sadece aşk üzerine yazılmıyor. Misal : Reik'in aşağıdaki tanımı beni benden almıştır. "Yaşamın normal ritmi, genellikle kişinin kendisinden duyduğu hafif bir hoşnutluk ile kişisel eksikliklerin ve yetersizliklerin bilinmesinden doğan hafif bir hoşnutsuzluk arasında salınıp durur." devamı da var ama üşeniyorum yazmaya. (Bay Reik'in kitaplarını da mecbur edineceğiz artık)
Aşkın sadece batı otoritelerinin söyledikleriyle sınırlı değil, bu konuda çok ciddi birikimi olan kültürümüzün sağlam unsurlarıyla (misal : Mevlana) açıklanması, fakirin beyin kıvrımlarının daha da bir bürümcüklenmesine yol açmıştır.
Velhasıl son bölüme dek, bu konudaki ciddi insanların "aşk" hakkındaki görüşlerini bir bir inceliyoruz da finalde yazarımız son sözünü pek içime dokunacak şekilde söylemiş."Aşka Aşk Olsun !"
Aşık olduğunu zannedenlere, aşkının bittiğini zannedenlere, aşık olup olmadığını bilmeyenlere, hülasa : aşkla yolu kesişecek herkese gerekebilecek bir rehberdir. Yakın durunuz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder