Hazır yeşil pasaporta vize istenmiyorken, hava parçalı bulutlu ve yağmursuzken, bayram tatili de denk gelince Ekim başı Bulgaristan'ı üstünkörü bir gezdik.
Gezimiz spontane ve iki aile birarada tek bir araçla olduğundan ulaşım maliyetimiz hayli düşük oldu. Gitmeden evvel, rotamız hakkında diğer bloglarda yazılanları inceledik, araştırdık ama bir çoğundan istifade edemedik. Çünkü yazılanların tümü de yaz sezonunda yazılanlardı. Yazacaklarım Ekim ayı izlenimleridir. Yüksek sezonda senaryo çok daha farklı olabilir, okurun dikkatine sunulur.
İstanbul-Edirne otoyolunun, Kırklareli sapağından Dereköy yoluna girdik. Kırklareli'nde, daha önce okuduğumuz Birtat Köftecisine uğradık. Hakkında yazılanların aksine pek memnun kalmadık. Piyazdaki kırmızı lahana sırıtıyordu, köftesinin öyle hatırda kalan bir lezzeti yoktu, havalandırma yetersiz olduğundan üstümüz başımız saçımız köfte koktu. Kısaca öyle pek peşinden koşulacak bir yer değil.
|
Dereköy Sınır Kapısı |
Dereköy sınır kapısı, köhne ıssız bir yer. Aradaki bölgede bir Duty Free var. Burada alkollü içki, sigara ve parfüm, çikolata gibi Duyutifirii klasikleri var, ancak dükkan sadece vitrinden oluşuyor, içeri girilecek bir yer yok. Çeşitler sınırlı ancak ağlanacak kadar değil. Çıkış yaparken çıkış pulunu oradan alıp, pasaport çıkışlarını yaptırıyorsunuz. Sınırlarımızdan çıkıp Bulgaristan'a girdiğinizde sizi sefil bir gümrük karşılıyor. Çamurlu bir sudan geçen aracınıza "dezenfeksiyon ücreti" olarak 5 leva, 3 euro ya da 10 TL. ödedikten sonra sınır polisine giriş yaptırıyorsunuz. Araç için uluslararası sigortayı, tavsiyeler üzerine Bulgar tarafında yaptırdık. Hiç bir fark yok. 1 aylık uluslararası sigorta 63 euro. Bizim tarafta da aynıydı. Yani, bizim tarafta da yaptırabilirsiniz. Sınır polisi bagaja şöyle bir bakıp, girişleri yapıyor. Giriş yapılan yerin hemen ilerisinde "vinyet" denilen çıkartmayı alıyorsunuz (10 leva). Bunu aracınızın ön camının sağ alt kısmına yapıştırıyorsunuz. Çıkışta altta bulunan barkodu iade edeceksiniz, sakın kaybetmeyin (bu konuda acaip bir hassasiyet içindeler).
Bir girdi yapayım : para durumu şöyle ki; 1 euro 1.95 leva. Yani 1 TL, 1.5 leva (takriben)) Sınır girişinde uygulanan kur, ülkenin içindekilerden biraz yüksek. 1 euro : 1.93 leva.
Bulgaristan'a girdiniz. Malko Tarnovo'ya gelinceye kadar 10 km. yol bozuk, dar. Ama orman o kadar kesif ki, yolun bozukluğu dikkat çekmiyor. Malko Tarnovo pek harap bir nahiye, eski dönemde yapılmış sosyal konutlar dökülüyor, hayli virane, camı çerçevesi olmayan evlerde bile insanların oturduğunu gördük. İlk dikkatimizi çeken şey : ormanların çokluğu, tarım alanlarının azlığı oldu, öyle yayılan hayvan sürüleri de görmedik. Boş alanların çoğu ekilmemişti. Buna mukabil, halkta ciddi bir odun istifleme çabası vardı. Aynı tip kamyonlar ormandan habire odun yüklemişlerdi. Hiç kömür görmedim.
Malko Tarnovo'dan sonra bozuk olan yolun niteliği yükselse de niceliği değişmiyor (yani asfalt güzel ama yol dar). Çift şeritli yollar sadece büyük şehirlerin girişlerinde var.
Önce Burgas'a vasıl olduk. Burgas'a varıncaya dek "Nişikli" seyahatin en az dört otobüsüyle karşılaştık. Anladığımız kadarıyla Nişikli Tur bu güzergahta hayli popüler. Ofislerinin önü hep kalabalıktı. Burgas'a önce hayli büyük bir limandan geçerek geliyorsunuz. Ne zaman sahil ağaçlanıyor, o zaman canlı olan merkeze geldiğinizi anlıyorsunuz. Nişikli Tur ofisinin yanındaki döviz bürosundan (makul bir değerde) dövizinizi bozdurabilirsiniz. Ofisin biraz yukarısında denize çıkan sokağın sol tarafından bulunan restaurant (Biostro Pucka diye okudum ama yine de bilmiyorum) Bulgaristan standartlarına göre yüksek fiyatlara sahip olmasına rağmen dekorasyon (bir geminin içi olarak tasarlanmış), servis ve lezzetli porsiyonları nedeniyle kesinlikle önerebileceğim bir yerdir. (deniz mahsullü spagetti : 8 leva, siyah paella 12 leva (ki kaçırmayın)) Aracınızı parkederken sağa sola iyi bakın değnekçi gibi dolaşan birileri varsa park ücretini muhakkak ödeyip makbuzunuzu alın. Öylece parkederseniz lastik kilidi takıyor ve 15 leva ceza alıyorlar. Bir günden fazla kalırsa da aracı çektiriyorlarmış, dikkat !
|
Spaghetti frutti de mare 8 leva, 12 TL. iki kişiye yeter. |
Burgas'ın ana caddesi Ekim ayında bomboş. Bir çok dükkan kapalı, sahildeki güzel ormanlık park ıssız. Fazla oyalanmadan, Nessebar'a doğru yola koyuluyoruz.
|
Nesebar Girişi |
Nessebar, Burgas'ın yarım saat kadar kuzeyinde, Unesco Dünya Mirası kapsamında değerlendirilen özel bir yerleşim. Aynen bizim Cunda gibi karaya bir köprüyle bağlanmış bir ada. Mimarisi pek etkileyici. Evlerin tümü Osmanlı üslubunca yapılmış ve restore edilmiş, küçücük adada yoğun bir ibadethane varlığı var. Küçük kiliselerin, bazilikaların çoğunda Bizans mimarisinin etkileri görülüyor. Attığınız her adım sizi küçük meydanlara, şık kafelere, daracık arnavut kaldırımlı sokaklara ve denize çıkarıyor. İlginç ve görülmesi gereken bir yer. Bizler adanın kuzeyinde kalan Stankoff Hotel'de kaldık. Aslında tek konuklar da bizlerdik. Üç kişilik odaya 93 leva verdik, oda temiz, geniş, manzaralıydı. Kahvaltı patetik bir ahvalde tezahür etti. Bay Stankof önümüze yedi alternatifli bir liste koydu. Omlet yerseniz reçel yiyemeyeceğiniz ilginç bir menü. En doyurucu gibi olanı seçtik. Pek de iyi sayılmazdı.
|
Nesebar Sokakları |
|
Nesebar Sokakları |
Akşam yemeği için adanın güneyinde kalan sahil lokantalarını seçtik. Kıraça ve barbun tava, midye, Kamenitsa bira, rakije, şopska salata (ki eşeğin önüne doğranmışçasına kaba kesilmiş, soğan, hıyar, domatesin üzerine rendelenmiş peynir (ki gram zeytinyağı yoktur bu salatada) den oluşan bu tabak pek popülerdir), üstü sarımsak ve kaşkavallı kızartılmış tırnak pidelerden oluşan yemeğimize beş kişi için 80 leva para verdik. Balıklar kızarırken çok yağ çekmiş olmasına rağmen midyeler (iyice temizlenmiş kabuklu midyeler sarımsaklı, yağlı suda haşlanıp doğrudan masaya getiriliyor) bu açığı kapatıyordu. Hesap bize makul geldi. Nessebar iyi hoş da, kış aylarında pek makbul değil. Her yer kapalı, bazı sokaklarda insana "hidrojen bombası düşmüş" ya da "28 gün sonra" atmosferi yaşatıyor. Gündüz neyse de (bazı turist grupları gezmekte oluyor) gece iyice "Hakkari'de Bir Mevsim" e bağlanıyor Nessebar. Burada bir gece kalmakla isabetli bir karar verdiğimizi anlayıp pruvayı Varna'ya çeviriyoruz.
|
Nessebar'dan aklımızda kalan tek lezzet. |
|
Nesebar Adasının Güneyi |
|
Bu da Kuzeyi |
Nessebar Varna arası 100 km. Yollarda hız sınırlarına uymanızı öneririm. Sürat aşımını nasıl gördüklerini bir türlü çözemedim ama sık sık gördüğüm çevirmelerde, bizi sollayanların asık suratlarla ceza yediğini gördük.
Varna, Bulgaristan'da gördüğümüz en büyük kent. Birkaç hareket merkezi olduğunu sanıyorum ama biz en merkezi olanında vakit geçirdik. Şehre Burgas tarafından girerken büyük bir limanı geçip ağaçlıklı sahile varınca (aynen Burgas'ta olduğu gibi) merkeze yaklaştığınızı anlıyorsunuz. Katedral ve karşısındaki opera binasının hemen yanındaki Butik Splendid Hotel'de kaldık. Otel, Bulgaristan standartlarının epey üstünde, odalar ve imkanları geniş, üç kişilik süit odaya gece başına 110 leva verdik ki makul sayılır. Kahvaltı tatminkar. Tek ve en önemli uyarım şudur : aracınız varsa muhakkak emniyetli (mümkünse kilit altında) bir yere parketmeniz. Konaklamamız sırasında Türk misafirlerden birinin BMW aracı çalındı. Tam otelin önüne parketmiş, gece yarısını geçen saatlerde varlığı sahiplerince kontrol edilmiş iki yaşındaki araç, sabah buharlaşmış idi. Resepsiyon "otelimizin önü güvenlidir, gönül rahatlığıyla parkedebilirsiniz." demesine rağmen bu olayın yaşanması herkesi tedirgin etti. Mağdurların polislerle yaptığı görüşmelerde ise son iki haftada aynı sokakta çalınan dört araç olduğunu öğrendiğimizde ise ürpelerimiz dineldi (tüylerimizin diken diken olmasının arnavut aksanıyla söylenişi). Otelin 20 metre ötede kilitli bir park yeri var, orayı tercih edin.
Varna'nın merkezi, sahildeki parkın girişine uzanan ana caddeyi çevreleyen sokaklar, meydanlar ve diğer küçük caddelerden oluşuyor. Park, devasa bir oluşum. En güzeli de : parkın yaşlı ağaçlarla dolu olması. Uzun yürüyüşler, kafa dinlemek ve vakit geçirmek için ideal. İçinde akvaryum, delfinaryum, planeteryum, denizcilik müzesi var. Girişte denizcilik müzesini gördük, ilginçti. Özellikle köprüüstü birbuçuk metrekare olan avcıbot, görmelere seza idi. Vaktiniz bizim gibi kısıtlıysa, parkı gezdiren küçük bir tren var. (gidiş dönüş 2 leva) Varna'da vakit bolsa parka gidilir. Parkın sahil kısmında büyük kısmı kapalı olan biiç tabir edilen kıyı kulüpleri var. Deniz sezonunda çok hareketli olacağı kesin. (ama benim kanım her daim dalgalı, bulanık olan Karadeniz'e bir türlü alışamadı).
|
Denizcilik Müzesinin İstimbotu |
|
Varna Parkının Treni ! |
|
Varna Parkının girişindeki Digital Cloud |
|
Parktan bir görünüm. |
Yemek için parka giden caddenin baş köşesindeki "Happy Grill"i tercih ettik. Mönüler resimli, porsiyonların gramajına kadar yazıyor. Fiyatlar makul (zaten Bulgaristan'da fiyatlar hep makul). Lezzetler fena sayılmaz. Garson kızların 20 cm.lik kırmızı etekleri ve 2.5 cm.lik tırnakları standart. Derin dekolte, tercihli standart. Özellikle aranacak bir mönü yok ama sarımsaklı ve kaşkaval/beyaz peynirli ciabattaları pek güzel. Porsiyonlar büyük, fiyatları 6 ila 8 leva arasında gidip geliyor, Kamenitsa bira 3 leva (Zagorka yok ! sorduğumuzda "ayy ne banal" der gibi bakıp yok dediler. Oysa biz sevmiştik.).
|
Hepigrilin Cabatası |
Akşam yemeği için Katedralden merkeze giden caddenin sol tarafında bulunan "Darzalas" şarap evini tercih ettik. Eski bir evin şarap kavını restoran haline getirmişler, ortam çok güzel, mutfak başarısız, müzikler güzel (ender sakin Bulgar ezgileri), fiyatlar ehven (beş kişi şaraplı, mezeli, et yemekli hesap 80 leva, kadeh şarap 3, yarım kilo şarap 5, litrelik şarap 10 leva (bu arada gelen sofra şarabı güzel, yemekten sonra ikram ettikleri kuru üzüm aromalı şarap daha da güzeldi)). Ambiyansı için önerebilirim, karnınız aç değilse daha da öneririm.
|
Darzalas Şarap Evi |
Varna yakınlarında (hemen çıkışında) bulunan Aladzha Manastırı, yarım günü ayırabileceğiniz ilginç bir yer. Hristiyanlığın ilk dönemlerinde keşişlerin kayalara oydukları bir manastır, AB'den gelen fonlarla güzel bir müzeye dönüştürülmüş. Giriş 5 leva. Hoş bir peyzajın çevrelediği girişi geçince kayalara oyulmuş manastıra ulaşıyorsunuz. Pek etkileyici değil ama yukarıdan ağaçların üstünden Karadeniz'i görmek, insanda hoş duygular uyandırıyor. Manastırın haziresi ana yapıdan 600 metre uzakta. Küçük bir patikayla ulaşılıyor. Mezarlık görmeye değmez ama yol pek etkileyici. Yaşlı ağaçların çevrelediği, gökyüzünün güçlükle görülebildiği, sessiz sakin bir patika. Müzenin çıkışında bulunan ilginç ahşap bir mimarisi olan sergi evinde satılan hediyeliklerden ağaç oymaları, hediyelik olarak akılcı bir alternatif. Fiyatları da magnetten biraz pahalı (5 levadan l0 levaya kadar). Manastırın çevresinde rota mesafeleri tabelalarda belirtilmiş yürüyüş rotalar var. Trekkingcilere duyurulur.
|
Aladzha Manastırı |
|
Manastırın Girişi |
|
Kayalara oyulmuş yaşam yerleri |
|
Kayalara oyulmuş yaşam yerlerinin devamı |
|
Yukarıdan Karadeniz |
|
Uzaktan görünüm |
|
Mezarlık Yolu |
Bir başka akşam yemeği için tercihiniz : kaldığımız otelin hemen yanındaki Fame Cafe olabilir. Minimal dekoru, iddialı mutfağı, makul fiyatları, kulak tırmalamayan müzik seçimi ile karın doyurmak ve vakit geçirmek için ideal bir yer.
|
Fame Cafe |
Şehir merkezinde 24 saat açık kumarhaneler var. Bunlar emniyetli, sıcak, yeme içmenin bedava, sigara içmenin serbest olduğu cazip yerler. İçeridekilerin çoğunluğunu Türkler oluşturuyor. Hepsinin gözünde hipnotik bir bakış, gizli bir tutku; bu steril dünyada ömür tüketiyorlar. Dünyadaki tüm örneklerinde olduğu gibi buradakilerde de müşteriyi/müptelayı bulunduğu yere tutsak etmekteki tüm gizli/açık yöntemler uygulanıyor. Altı saatte bir yapılan çekilişler, her gün gittiğinizde (size verilen karta) yüklenen açıktan krediler, penceresiz (dolayısıyla vakitten azade) atmosfer, adrenalini yükselten playlist, loş ışıklar, mini etekli güleryüzlü hostesler, krupiyeler ve daha neler. Yarım saat zor dayanabildim.
|
Tek kolluların tutsakları. |
Akşamları ıssızlaşan sokakları, ortayaşlı vatandaşların ilginç bir karamsarlıkla boşluğa baktıkları bankları, yaşlı ağaçları, temiz caddeleri, gıcık taksi şoförleri, makul ötesi fiyatları, iddiasız mutfağı, acar araba hırsızları, gereğinden fazla şekerli dondurmaları, asık suratlı gümrük memurları, pek az görebildiğimiz roman vatandaşları ile Bulgaristan'ı ne sevebildim, ne sevemedim. Gittiğim yerlere yazın gitseydim kesin daha farklı hissederdim ama Ekim'de Bulgaristan böyle işte.
Gitmeye niyetlenenlere bir nebze faidemiz olduysa ne mutlu bize !
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder