16 Mart 2024 Cumartesi

"Dune II" Yok.

   Üşenmemiş birincisi hakkında yazmıştım. Bunun için onu da yapamayacağım. Ben yandım siz yanmayın. Sinemada izlemeye değmez.

"Gwendy'nin Düğme Kutusu" Çeviri Kurbanı.

 
   Yıl 1974 Gwendy tombik bir yeniyetme. Bir yabancıdan aldığı düğmeli kutunun yan bölmelerinden birinden enfesşükela bir çikolata (ki bir kere yedikten sonra açlık çekilmemekte ve ikincisi istenmemektedir), diğerinden 800 USD'lık bir antika gümüş para çıkmaktadır. Asıl şenlik kutunun üstündeki düğmelerdedir. Dünyamızdaki her kıtayı simgeleyen renkli düğmelerin yanısıra bir kırmızı bir de siyah düğme vardır ki, kullanmak istemezsiniz. Kutu ile birlikte Gwendyciğimizin hayatı değişmeye başlar, zayıflar, zekileşir, şanslılaşır ve daha neler.
   Tahmin edeceğiniz gibi konumuz hayli ilginç. Sai King yaşlandı zaar, genç ve muhayyilesi yıpranmamış yazarlarla yazası var. Novella bile denilemeyecek kısalıkta (132 s. ama resimler ve bölüm yarımları çıksa 100 sayfanın altına düşer garanti) ama sürükleyici olabilecek bu metin üzülerek söylemeliyim ki çevirinin kurbanı olmuş. Böyle söylemeyi hiç istemem muhakkak ki ne uykusuz geceler, ne erken sabahlarda çevirilmiştir ama okurken haz almayı istemek her okurun hakkı (Canan Kim'in kulakları tatlı tatlı çınlasın. Negzeldi çevirileri!). Aşağıya bir paragraf alıntılıyorum. Ne dediğimi daha iyi anlarsınız.
  S.109 "Son birkaç aydır yanlış çıkışlar oluyor - en azından Gwendy o kadar zamandır doğum kontrol hapı kullanıyor- fakar her seferinde kendini hazır hissetmiyor ve kibar Harry Streeter ona baskı yapmıyor. Tabu nihayet babasının büyük bir iş partisine gittiği cuma gecesi Harry'nin mumlarla ışıklandırılmış odasında kırılıyor ve her saniyesi tahmin edildiği kadar utandırıcı ve harika geçiyor. Gerekli ilerlemeleri kaydetmek için, Gwendy ve Harry ertesi iki gece daha Harry'nin Mustang'inin arka koltuğunda yapıyorlar. Sıkış tıkış olsa da sadece gittikçe ustalaşıyorlar." Ben bunu çevirdim diye kitaba koymaya utanırdım. Kitaba gelecek olursanız, sönük. Türk gibi başlayıp, belçikalı gibi bitirmişler. Şehir içi uzun dolmuş hatlarında başlanır ve bitirilir ama sizin yerinizde olsam şiir dinlerim daha iyi.

13 Mart 2024 Çarşamba

"Bastarden" Piçler yahut Vaad Edilmiş Topraklar.

   Nikolayarsel var, Anderstomascensen var, Medsmikelsen var. O halde kötü bir iş olamaz deyip başına oturduğum, bitirince hemen arşive attığım ve önümüzdeki günlerde bir kez daha izleyeceğim filmdir.
   Ludvig piçtir, o yüzden yüzbaşılığa yükselmesi 25 yıl sürmüştür (asiller 6 ayda gelirler bu rütbeye). Ludvigin aklı fikri zikri pruvası hedefi bir unvan almaktır. Zor bir yola girer, olaylar gelişir. Olaylar 18. yüzyıl sonlarında Danimarka Krallığında geçer. Feodalite tam gazdır (sen ne pespayesin feodalite (ister baron ister abdi ağa). Ludvig askerliğin kütüklüğüne sahiptir (gerçi medsmikkelsen olunca başrol, insan ister istemez bir iltimas geçiyor). Yönetmen ve senarist şimdiye kadar hiç tarihi film çekmedi, nasıl yapmışlar acaba dedim. İyi yapmışlar. Düzen eleştirisi, kişisel gelişim, aşk, sınıfsal eleştiri, entrika, iyilikler, kötülükler, yanlış kararlar, doğru kararlar ve daha neler neler.
   Yönetmen başta olmak üzere sanat yönetmeni, kameraman, senarist; ezcümle ekip süpersonik bir iş çıkarmış. Tüm film boyunca ilmek ilmek işlenen kavramın (bu cümleyi bitirmemeye karar verdim, çok acı spoyler olacak çünkü). 2s7d süren filmimiz, yakın zamanda ikinciye izlenmeyi hakediyor. Fakir pek sevdi. Hayatıyla ilgili paralellikler buldu (piçlik yok ama hafif (bu tabi öznel değerlendirme, nesnelde oldukça) bir kütüklük vardı). Diyeceğim: şiddetle (ne işim olur şiddetle?) hararetle öneririm.
ekşideki bir entari de beni benden aldı ama "ince mehmads mikkelsen"

"Kedi Anaları" Kediler, Kadınlar ve Başka Şeyler.

 170 sayfa, 19 öykü. Başlıktan anlaşılacağı üzere başrolde kediler ve kadınlar var. Şöyle okuyunca insanın içini ısıtacak öykülerden ziyade kızdıracak, sorgulatacak kimi zaman da hüzünlendirecek sayfalar. Yazarımızın dili sert, tasvirleri antrasit, çoğu satırların bazı hatıralardan esinlendiğini söylemek mümkün. 
   Kitabımızın hiçbir yerinde yazarımızın hakkında bir şey yazmadığından ben bir iki kelam edeyim bari: Gülümser Hoca, günümüzde meslektaşlarının arasında azınlıkta kalan, hastasını müşteri olarak görmeyen hekimlerdendir. Son derece klasik bir yaklaşımla şifa dağıtır, teknolojinin imkanlarını da gerektiğince kullanarak. İki kelam ettiğinizde karşınızda içi dışı bir samimi insanın olduğunu anlarsınız. Bastıra bastıra konuşur kelimelerin üstüne. Humoru vardır. Henüz ilk kitabını okuyorum, sırada bir başkası var. O da burada yazılacaktır. 
   Ülkemizde kadının yerini sorgulayanlara, gerçekçi bir bakış açısı kazandıracaktır. Ama diyorsanız ki: şöyle kafamı dağıtacak birşeyler okuyayım; size gelmez!

29 Şubat 2024 Perşembe

"Pupa Yelken" Başucunda...

 Okumalarımı genellikle ikiye ayırıyorum. Bilgi almak için (bkz. bir önceki yayın) bilimsel yayınlar, perspektifimi değiştirmek, diğerkâmlık etmek için romanlar. Pupa Yelken bunların dışında bir yere kuruluyor. 
   Sadun Boro 1960'lı yılların sonunda, kendi yaptığı 10.5 metrelik bir keç olan Kısmet'le üç yılı bulacak bir dünya turuna çıkıyor. O yıllarda seyir, ancak gökyüzü rasatı (sekstant) ile mümkün, chartplotter, uydu telefonunu bırak telefon bile zor ulaşılabilir bir lüks. Demirledikleri limanlarda bazen varması haftalar süren telgrafla haberleşiyorlar. Öyle iptidai ve başedilmesi zor seyirler. Bu yolculukta Sadun Kaptan'a, eşi Oda ve miçoları "Miço" eşlik ediyor. Caddebostan'da başlayan anabasis, Dolmabahçe önlerinde bitiyor. 
   Daha önce dünya seyahatine çıkmış denizcilerin kitaplarını okumuşluğum var. Hatta Pupa Yelken'i yeniyetmeyken de okumuştum (o zaman sonsözler yoktu gerçi). Yaş alıp, serdeki deniz tutkusu kökleştikten sonra bir kez daha okumaya hallendim. Yaşadığım ilginç günler (Çin bedduası: Dilerim ilginç günlerde yaşayasın!) içinde, yatmadan önce Bay Boro ile sohbete oturduğumuz saatler benim için bozkırın ortasında vaha gibi oldu. O yüzden sündüre sündüre 5 ayı aşkın bir zamanda bitirdim. 
   Kitaptaki bilgiler güncel değil. Ekseriyetle gidilen yerin coğrafi, sosyolojik, kültürel özellikleri aktarılıyor okura. Bunlar geçen yüzyılda olduğundan bilgi edinme gibi bir saik yok. Ancak; (bu ancak önemli) Sadun Kaptan'ın üslubu o kadar oyuncaklı ve çekici ki; yazdıklarından bilgi almak ve perspektif genişletme gibi bir beklenti olmaksızın okuru kendine sımsıkı bağlıyor. Bu üslup, Boro'nun şeylere bakış açısı ve eylemleri hakkında okurda bir kanı uyandırıyor ve bu kanı güzel bir yere oturuyor. Bu minvalde, işbu neşriyat kütüphanemin göz hizasında bir yerlerde duracak ve arada yine yeniden okunacak. 
   Denize meraklısınızdır yahut değilsinizdir ama iyi bir insanın nasıl düşünüp nasıl eyleme geçtiğini merak ediyorsanız okuyunuz. Ben okurken zaman tünelinde ve paralel evrenlerde gittim geldim.


Sadun Kaptan 2003'de yeni baskılar için yazdığı sonsözde kıymetli inciler dökmüş. Aklımda kalan iki tanesi şöyle: 

  • Yelken seyrinin en güzel tatmin hissi, yaptığınız havai rasatların sonunda istediğiniz yerde olup olmadığınızı görmenizdir. Günlerce açık denizde seyredersiniz, hava şartları çetindir, sağlam rasat alamayabilirsiniz ama yaptığınız hesaplamalar sizi istenilen zamanda istenilen yerde çıkarırsa; bu çok büyük bir mutluluk getirir. Günümüzdeki elektronik seyir yardımcıları güvenlidir, emindir, kolaydır ama bu mutluluktan yoksundur. 
  • Turizm endüstrisi çok vahşidir. On yıllar sonra gittiğimiz aynı limanlarda, aynı insanları, aynı yaklaşımı bulamadık. İnsanlar, ilişkiler ticarileşmişti. Cesur yeni Dünya, bizim hatırladığımız iptidai ama samimi dünyadan farklıydı. Bunu geçmişe bir özlem değil bir tespit olarak yazıyorum. Yoksa elbette ki herşey değişir ama değişmeden önce yaşadığımız için şanslıydık. 

26 Şubat 2024 Pazartesi

"Bağışıklık Sistemi" Çok Akademik.

 Uzunca bir aradan sonra bitirmeyi başarabildiğim ilk kitaptır.  Bağışıklık sistemi fakire hep ilgi çekici geldiği ve başlığı "kısa bir giriş" olduğu için başladım, hızlı okumayla bir haftada bitti. Yalnız bitirene kadar oldukça ter döktürdü. Uzun da değil (126 sayfa), bölümler okurun ilgisini çekecek içerikte. Tek sorunu tıp fakültesi amfisinde okunsa hiç yadırganmayacak bir akademik üslupla yazılmış olması. Üst üste bilgi bombardımanı, düz insanın (misal: ben) hiç ilgisini çekmeyecek ıncık cıncık ayrıntılarla, detaylı bilgilerle; okuma ilgisini sabit tutması zor. 
   Ben de her benim yapacağım gibi hızlı hızlı okuyup, bölüm sonlarına yoğunlaştım. Ortamlarda bön bön bakmayacak kadar bilgiyi özümsedim ve hemencecik rafa koydum, yakın zamanda bağışlanmak üzere. Aklımda kalan ilginç bilgilerden biri: çok steril ve temiz ortamlarda büyüyen çocukların alerjenik olduğu. Bunun bir bilimsel gerçek olduğunu iddia etmiyor Herrn Klenerman ancak istatistikler bunu doğruluyormuş. Öyleyse bırakın sabileri azıcık çamurda da yuvarlansınlar. Bilgilenmek için önereceğim bir neşriyat değildir. Kısa bir giriş yaftasına aldanmayın, buradaki bilgilerin birçoğunu immünoloji uzmanlarının bile bildiğinden şüpheliyim (ama ispat edemem).

 

13 Şubat 2024 Salı

"Poor Things" Lanthimos'un Son İşi.

   Sayın Lanthimos 2015'de Lobster ile holivutun kanatları altına girince aklımdan yine özgünlüğü gidecek bu cevherin dediydim. Parayı bulunca prodüksiyonlar coştu. Kutsal Geyiğin Ölümü sarsıcıydı. The Favourite ise görsel açıdan aşırı zengin, odaklandığı sorular ise biraz kısıtlıydı. Fakir Şeyleri bu saikle pruvaya almıştım. 2018'den beri sadece üç kısa film çeken yönetmenimiz nasıl bir şey hazırlıyordu acaba?
   2s21d süren filmimiz sular seller gibi akıyor. Fakirin en çok sevdiği tür olan steampunk bir dünya oluşturulmuş. Gözde oyuncusu Emma Stone döktürüyor. Renkler göz yakıyor. Kostümler, dekorlar, CGI'lar (o gemiye bittim (yeşil baca dumanları falan)); kordela bittikten sonra en çok akılda kalan şeyler oluyor. Favourite'de yapılan akıllara zarar dans sahnesinin bir benzeri burada da var (çok sakil durması gerek ama nedense insanın hoşuna gidiyor). Bunun yanı sıra elbette yönetmenimizin verdiği birtakım mesaj kırıntıları, soru başlangıçları var. Nedir: hiçbirinin dibine inmemiş yahut özellikle böyle bırakmış. İzleyiciye de biraz alan bırakmak gerek değil mi?
   Bir uyarı: sabi sübyanla izlemesi sıkıntılı olabilir. O yaşlardaki sabiye bazı pozisyonların açıklanması yüz kızartır. Buna mukabil soft pornoya kayan o kadar sahnede, sinemadaki erkeklerin (onları da gözlemledim bu arada fularımı takıp) aç gözlerle sırıtarak değil, basbayağı gözlerini kısmış, sorgular tarzda izlemeleri gözlerimi yaşarttı. Fakire göre bu bile bir başarı göstergesidir filmimiz için.
   Velhasıl; hem gülümsemek (filmimiz çokça gülümseten ögeleri de içerir ("neden insanlar hep bunu yapmıyor?" sorusu yardırmıştır mesela!)), hem de çeşitli şeylere değişik açılardan bakmak isterseniz izleyiniz efendim.
PS: Okumalar ağır aksak da olsa devam ediyor. Bitince buralarda yazmaya çalışacağım bir iki satır.

12 Ocak 2024 Cuma

"Aşıklar Delidir ya da Yazı Tura" Bulutlu Havalarda Önerilmez.

   Yazarını çok sevmeme ve sadece 447 sayfa olmasına karşın şu ahir ömrümde en uzun sürede bitirdiğim kitaptır.
   Sanem ve Umut. Hayatları, dünyanın öbür ucunda çakışan iki insan. İkisinin de çeşitli acıları var üzerlerinde tüten. Kitabın ilk yarısı Umut'un gözünden, son yarısı Sanem'in gözünden tanık oluyoruz yaşananlara. Son sayfalarda ise iki kişiliğin eylemleri satır satır birbirine geçiyor ancak okur her nasılsa bu ikazsız geçişlerin hangi karaktere ait olduğunu şıpınişi anlıyor (burada yazarı alkışlıyoruz). 
   Havalar bulutlu. Fakir bir delirium halinden (bilmem aşkı bu şekilde adlandırmak doğru mu? (bence doğru)) yavaştan kurtulmakta. İlmek ilmek işlediği eski hayatını geride bıraktı. Vakit geç olsa da yeni bir başlangıç umudunda ancak yeni doğan bir buzağının sarsak adımlarıyla ilerliyor. Böyle hallerde okunacak kitap değildir. Yoksa roman güzel roman. Eski Arakolpa üç günde bitirir, bir sürü satırın altını çizer, yanlarına notlar alırdı. Ancak mevcut halde maşıngaya (bilen var mıdır maşıngayı?) dokunur gibi okudu. Neyse arada Sadun Boro'nun pupa yelkeni kurtarıcı oldu (bitince onu da yazarım). 
   Hüzünlenecek kadar cesaretiniz varsa okuyunuz efendim!

26 Aralık 2023 Salı

Kısa Kısa Üç Film. "Napolyon", "Masumiyet" ve "Hayat"

 NAPOLEON
   Sör Raydliskat 23 yıl sonra Cekiinfiniks'le film çekmiş. Kaçırmadım tabi. Uzun (2s38d) ama akıyor bir şekilde. Görkemli bir prodüksiyon, nefis çekimler, iyi oyunculuklar, muazzam bir sanat yönetmenliği, çok iyi zenaat. Ama kıdemli yönetmenimiz yorum katmadığından, iyi işlenmiş bir belgesel izlemiş gibi oldum. Zaten Napolyon pek sevdiğim bir tarihi karakter değildir. Üstüne özenli bir film yapılmış olsa da hayatını izlemek fakiri baydı. Önerir miyim? Önermem!
MASUMİYET
   Gençliğimde (bir zamanlar maziye bak!) geçen yüzyılda izlemiş ve pek de hazzetmemiştim (bazı şeylerin anlaşılması için zamana ihtiyaç varmış). "Hayat"ı izledikten sonra bir kez daha izleyeyim dedim. Sıkı filmmiş. O zamanlar için uzun sayılır (1s50dk). İzlerken dönemin İzmir'ine, Ankara'sına üzücü bir nostalji hissiyle bakakaldım. Neğacaip yıllardı yahu! Neyse; filmimiz ağır. Yorgunsa zihin, izlemesi kolay değil. Ama hayata başka açılardan bakmak, kavramları anlamak, sinemayı okumak arzusundaysanız arşive atarsınız fakir gibi. Üstelik gencecik Güven Kıraç'ı, Haluk Levent'i, Derya Alabora'yı bombastik oyunculuklarla izlemek de cabası. 
HAYAT
   Hiç bir eleştiri ve bilgi kurcalamadan girdim Sayın Demirkubuz'un son işine. Çok uzun çıktı (3s13dk). Yazılar çıktığında kafamda deli sorular var mıydı? Elbette! Üstelik bunların bir kısmı yönetmenin bilerek açık bıraktığı sorulardı (Hicran niye kaçtı en başta?). Rıza'nın ekseninde yürüyen senaryo bir anda Hicran'a döndü. Olsun, Hicran'ın hikayesi de Rıza'yı aratmadı. Cem Davran'ın 20 dk.lık tiradı sıkmadı (ki fakir kendinden bir şeyler buldu o karakterde (buldukları hoşuna gitti mi? Gitmedi!)). Rüyaların kullanımı beni benden aldı. Çok ince görmüş! Sonu hiç beklediğim gibi çıkmadı ve bendeniz buna pek sevindim. Bitişe yakın görünen hayat ağacını şöyle bir düşündüm altında Hicran uzunca ağlarken. Örümcek ağları, kuruyan dallar. Buna mukabil yeşeren filizler, havalanan kuşlar. Aynı hayat. 
   Aradan fazla zaman geçmeden yine izlerim. Arşivime de alırım. Ahlat Ağacı'nın başrolünü burada pespaye bir yan rolle harcamasının; efsanevi Zeki&Nuri çekişmesinin bir tezahürü olarak görmeli miyim? Bilemiyorum Altan! Her an her şey mümkün bu hayatta. Ancak divâne gönül ister ki gerçek hayat da filmdeki gibi olsun her şey. Geç olsun, güç olsun ama olsun!

PS: Okumalar sektede ama yazmak da bir illetmiş. Bari film yazayım dedi alt akıl.

9 Aralık 2023 Cumartesi

Okumama Dönemi

   Kendimi bildim bileli okuyorum. Okula gitmeden önce fotoğrafsız gazeteleri önüme ters koyduklarında düzeltirmişim, o derece! İlkokulda kütüphane koluyken eve birden fazla kitap alınmasına izin verilmediği için önlüğümün altına kitap saklayıp oburca okumuşluğum vardır. Hep kitaplarım oldu, depremde yitirdiklerimi görünce saklamamaya karar vermiştim. Ancak birkaç yıl tutabildim bu sözü. Sonra yine istife devam. E-kitapta da hayli arşiv biriktirdim. 
   Nedir: son bir aydır okuyamıyorum bir türlü. Ayfer Tunç'un "Aşıklar Delidir ya da Yazı Tura"sı bir aydır duruyor elimin altında. Başladım, güzel roman ama ilerleyemiyorum. Melankolik satırlardandır deyip başkasına sardım, olmuyor. Anladım ki; benim de hayatımda okumaya ara vereceğim bir dönem gelip çatmıştır. Olmayınca olmuyor, zorlamamak gerek. 
   Bu günceyi; okuduğum kitapların bende bıraktıkları izleri aktarmak için oluşturmuştum. Sonra işin içine sinema filmleri, geziler de girdi ama eksende hep kitap vardı. Ayda ortalama dört (sıkılınca sekize kadar çıktı) kitap hakkında iyi kötü bir şeyler yazıyordum. Kırk yılda bir yazdıklarıma yorumlar gelince seviniyordum "kimi kitap kurtları bu satırları okuyor demek ki" diye. Heyhat, kitap yorumlarına yeniden okuma şevkim dirilinceye kadar ara veriyorum. Sinema filmleri yazarım, gezi yazıları yazmıyorum artık çünkü gittiğim yerler hakkında hep bir şeyler yazılmış. O yüzden son iki anabasisimi (Tayland, Laos, Kamboçya, Vietnam, Malezya ile Avusturya, Slovakya, Macaristan) pas geçtim. 
   Uzatmayayım; yazının kısası makbul bugünlerde. Umarım bu okumama tembelliği sürmez. Güneşli günler olsun (şunun şurasında günlerin uzamasına 20 günden az kaldı!).

26 Kasım 2023 Pazar

"Kuru Otlar Üstüne" Uzun Konuşulabilir.

   En nihayet kendimi hazır hissettiğimde, salonlardan kalkmasına az bir zaman kala görebildim NBC'nin son filmini. Anam anam 3s17dk diyerek başladığım kordela, ilk yarısında biraz saate baktırsa da ikinci yarısında nasıl aktığını hala anlayamadığım bir şekilde hızla geçti. 
   Burada NBC filmlerine  ahkâm kesmek haddim değil. Üstüne söylenecek çok şey var. Birazcık fazla göndermeli (Gar patlaması, PKK, sol ideolojinin saikleri, pedofili, ilişkiler, taşra, arkadaşlık vs.). Samet'in çektiği fotoğraflar; NBC filmlerinin her sekansının fotoğraf gibi olmasına, farklı bir katkı olmuş (bu arada çok etkileyiciler). Sayın Ceylan, bu filminde ilk kez dördüncü duvarı yıkarak Samet'in çemberin, döngünün dışına çıkmasını denemiş. Bence gayet de iyi olmuş. 
   Eyyamcı müdürün odasındaki eğitim bir-sen çelengi, babası dağda olan kızın kardeşine giydirdiği botlar, neredeyse hiçbir karakterin içselleştirilecek kadar iyi olmaması, alayında defolar olması (ki veteriner bunu çok güzel özetliyor "çünkü insan") dikkatimi çeken ayrıntılardı. Aslında daha neler neler var ama burası bunun yazılacağı mecra değil. Kafa dengi bir grupla izledikten sonra demli çay ya da fermente üzüm suyu eşliğinde uzun saatler konuşulacak, tartışılacak filmdir. Görülmelidir.

21 Kasım 2023 Salı

"Anatomy of a Fall" Düşündürür, Tartıştırır!

  Uzun (2s31d), her salonda yok (anca Başka Sinemalarda), bitene kadar kimi zaman ilgim düştü, bitince de uzun bir "Eeee?" çektim. Ama! (akıllı birileri "bir cümlede ama varsa öncesini okumayın" demişler)
   Anne, Baba, Çocuk. Dağların tepesinde bir ev. Bir ölüm, bir soruşturma, bir karar ama sizin karar veremeyeceğinizden eminim. 
   İlginç olan: kordelamızda farkedilmeden yedirilen cinsiyetler arası bakış açısı farklılığının izleyiciye de sirayet etmesi. Benim konuştuğum ve filmi izleyen kadınların tümü aynı görüşte, izleyen erkeklerin de tümü aynı görüşte. Ancak bu görüşler tamamen zıt. Çoğacaip değil mi? Yönetmenimiz de filmin sonuna kadar (ve sonrasında da) "doğru budur!" diye bir yönlendirme yapmıyor. Sonra gelsin tartışmalar. Bu tartışmaların konusu genellikle ilişkilerdeki sorumluluklar, roller, görev dağılımları üzerine oluyor ama bunun altındaki katmanlarda konuşulacak şeyler var. Neyse onlara girmeyeyim. 
   Kolay bir pelikula değil. Süresi uzun ve ilişkilerin evrensel kaotizminden fazlaca bahsedilmiyor, polisiye detaylar detaylıca işleniyor (ki beni baydı bir süre sonra), izlediğim için pişman değilim ama herkese de gönül rahatlığıyla önermem. Bilmem anlatabildim mi?

18 Kasım 2023 Cumartesi

"Derz" Hakan Günday'dan Tekrarlar.

 Uzunca zamandır çok satanlarda bir numara. Eh daha önceki işlerini de çarçabuk okuduk, bitirdik (nihai yargımız (sen kimsin ki yazarları yargılıyorsun Arakolpa?) HG'ın memleketimin Chuck Palahniuk'u olduğuydu). Bunu da bir gaza gelip aldık. A o da nesi: içindeki hiçbir metin bu kitapla çıkmıyor okurun gözlerine. 
   Yazarın ve sevdiği öykülerin daha önce çeşitli mecralarda (çeşitli dergiler, web kanalları) yayımlanan öykülerinin bir derlemesi. Yine sert, yine yeraltı (undergroundu baştan yazmadım bu kez), yine muhalif (Hrant (nasıl içim acıyor bilemezsiniz!) var, Tunceli bombardımanı var (bu öykü güzel) var oğlu var). Beklenen frekans gerçekleşmiş, bazılarında düşük ama yine de ortalaması standart sapma göstermiyor. 
   Taze değil ama eskimiş de değil. Okunur yani.

13 Kasım 2023 Pazartesi

"Düşmemiş Bir Uçağın Karakutusu" Tülay German'ın Dilinden Hayatı.

   230 Sayfa. Bir günde, iki gecede bitti. Tülay German; hayatını kısa, sade, akıcı cümlelerle anlatmış. Ama ne hayat! Tülay, özgür bir ruh. Amerikan kolejinde önüne konan iki seçeneği de pas geçiyor (1. üniversiteye mi gideceksiniz? 2. evlenecek misiniz?) "şarkıcı olacağım" diyor. Hayatı boyunca da istediği gibi yaşıyor. Gıpta ederek okudum. Okurken gözüme çarpan isimlerden afalladığım oldu (Alain telefonda "cesaret" diyor (Delon olan), Yves'e bir sahne kostümü diktiriyor (Saint Laurent olan) daha neler). Evlerinin müdavimleri ise ağzımın suyunu akıttı resmen. Abidin Dino'dan, Aşık Nesimi Çimen'e, Yaşar Kemal'den, Nükhet Duru'ya resmen 360 derecelik bir yelpaze. Hakkında sadece "Burçak Tarlası"nı bildiğim kadının (cehaletimin sınırı yok) ne çok yüzü, ne çok şapkası varmış. 
   Hakkında yazılanlarda, söylenenlerde genelgeçer bir önyargı var (sanki aksi mümkünmüş gibi): Erdem Buri ile birlikte olmazsa daha çok tanınırmış, Buri onun önünü kesmiş gibi. Ben kitabı okurken sevdiceğine koşulsuz (hayattan ayıracak kadar) bir sevgi bir aşk gördüm. Bu, iki kişi arasında yaşanır ahali! Tülay mutlu, Erdem mutlu. Size ne oluyor? İyi ki de öyle yapmışlar. 
   Okuyunuz, okutturunuz. Hem dönemin fotoğrafını çeker, hem de özgür bir yaşam nasıl sürdürülür öğrenirsiniz.

11 Kasım 2023 Cumartesi

"Olmamış Kahraman Emeklisi" A.Lidar'dan Sözler.

  Maalesef, İthaki tarafından cildine özen gösterilmemiş (ilk okumada dağılıyor sayfalar) oysa ki içinde inciler saklı bir istridyedir. Şiirin tanıtımı her zaman özneldir. Bunun için yazılan edebi akademik makaleleri okudum, cahilliğime şaşırdım, neler neler gizlenirmiş dizelerin içinde. Bunları hazmetmek için sağlam çalışmak lazım. Ben tembelim. Şiirin bende hissettirdiklerini önemsiyorum sadece (bundan dolayı her "iyi" şaire yakınlık duyamamam!). 
    Olmamış Kahraman Emeklisi, dibe vurulan zamanlarda okunmaması gereken bir kitap. Bazı şiirler tehlikeli. Çıkma aşamasında dibi hatırlamak için okunur ama. Mutad üzre, şairimizin fotografisinin altına hassas yerleri titreten bir şiir bırakıyor ve huzurlarınızdan çekiliyorum.

Hay'dan Hû'ya

ömrüm sanki sayfaları atlanarak okunmuş bir kitap
öylece duruyor rafta
geniş bir zamanda bir kez daha okunacak
bir kez daha okunduğunda fark edilecek
bu sıkıcı fragmanın arkasındaki hakikat!

beni bu bunaltılardan kır civarlarına
yangınlardan çakır dikenlerine
sorulardan çam diplerine ve kalabalıklardan su kenarlarına
savuran neden o zaman anlaşılacak

o zaman bir kez de benim gözlerimle bakacaksınız etrafı
soracaksınız en az bir kez
aslında park ne?
ağaç ne?
aşk ne?
hezeyanla heyecan arasında tek benzerlik ses mi?
hiçbir yere yetmezliğim sadece nefessizlikten mi?
benim beceriksizliğim mi bütün kırılıp dökülenler?
Allah'ı, annemi sevdiklerimi inciten
mesnetsiz soruların sorumlusu tek ben mi?
şehrin ortasında yanık bir yatır gibi
üstüme kondurulan binaları kayıtsızca seyretmenin
bedeli kaç tek ak?
sayacaksınız sayfaları

kırılan küçük şeylerin kimse farkında olmaz
saç teli gibi
dal gibi
kalp gibi 
durup bir kez daha bakıldığında anlaşılırlar
yaşamak ağrısından bezmiş
bükülü bir boyun gibi

okunacak ve anlaşılacak dedim de
hayat esasen 
sayfaları ürküten, kalın bir kitap
alfabesini terk eden bir topluluğun
terk ettiği alfabeyle yazılan
tarihçiler meşgul
arkeologlar halsiz
edebiyat öğretmenleri sınav telaşında
şimdi sayfalarını
kurtların kemirdiği
bu kalın
bu yaşlı
bu yorgun
bu ölü dilli kitabı
kim anlayacak?

ezilmiş bir çimen gibi korkak ve utangacım
etrafımdaki köpekleri seyrediyor kadınlar
uykusuz ve yorgunum en az otoban kenarına
belediyenin zorla diktiği kasımpatılar kadar
hayat bir heyulaymış Hay'la gelip Hû'ya giden
gençken anlamamıştım, şimdi anladım, o kadar!

"Lizbon'a Gece Treni" Zor!

   Raimund Gregorius benden bir yaş büyük. Yalnız yaşıyor, kadim diller öğretmeni antik Yunanca, Latince ve İbranice dersleri veriyor. Diller onun tek tutanağı (tutanak da ne güzel denk geldi buraya!). Bir gün bir kadına rastlıyor ve bir günde hayatı değişiyor, olaylar gelişiyor. 
   Neredeyse bir aydır bitirmeye çalışıyorum. Zor roman. Başlangıçta hızlı ilerledi sonraları tavsadı. Romanın sonuna kadar başında karşılaşılan kadın ve telefon numarası ile ilgili bir ipucu aradım, bulamadım. Raimundo'nun peşinden koşup durduğu Amadeu Prado adlı egosantrik bir doktorun çevresinde gelişen olaylar zinciri fakiri fazla çekmedi. Nedir: şuursuzca Prado güzellemesi yapılmaktadır (sen neymişsin be abi!). Romanda karşımıza sıkça çıkan Prado alıntıları iyidir hoştur ama romanımızın kimin etrafında şekillendiği muallaktadır. Neyse; beni okumadan soğutacaktı az daha. Zar zor bitirdim. Hakkında çok iyi eleştiriler var ama benim açımdan tekrar okunacak roman değil. Filmi de varmış. Başrolde de pek sevdiğim ceremiayrıns, bulabilirsem izleyeceğim. 
   Siz bilirsiniz yani.

28 Ekim 2023 Cumartesi

"Y'ol" Yine Güzel!

 İlk basım 2006, onbirinci basım ise 2020'de (bir şiir kitabı için ne sevindirici).73 sayfa. Daha önceki kayıtlarda var şiir kitabı tanıtılmaz, tanıtılsa da objektif değil olabildiğince öznel olur (herkesin şiiri kendine). Yalnız şairimizin o yıllarda harfleri üst üste kullanma alışkanlığı varmış. Gördük, biliyoruz, hoşumuza da gitti! 
   Mutad üzre (iyiden tekaüte bağladım) yine içime dokunan (bu kez aşkmeşk şiiri değil) bir alıntı yapıyor, huzurlarınızdan çekiliyorum.

ÖTEKİ

Ama siz yükseleceksiniz hep bembeyaz,

onlar aşağıda siyah kalacak!

Sizin başınız bulutlarda dursun onlar balçıkta bacak!

Siz tatlı rüyalarınızı görün, onlar terleyip sıçrayacak!

Kavunun kabuğuna bıçağı indirin siz, onlar kaçışacak.

Genişleyin siz merkezde onlar kenarda daralacak!


Onlar seyrek bir fotoğrafta uzağa bakanlar.

Onlar bir ömür taşlara su tutanlar.

Onlar bir hatırada donmuş duranlar.

Onlar bu dünyada yanmış da külde uyuyanlar.


Siz nasıl da menekşe gözlüsünüz onlarsa hep aç gözlü!

Ah siz ölümsüzsünüz dünya üstünde, onlar ölümlü.

Ve siz nasıl da güzel kokuyorsunuz, insanın hası

Onlar kenarda kirliler; onlar atık, onlar sası.


Ah siz, nasıl da "Siz"siniz buram buram, onlar avam.

Bu cahilin, yoksulun, barbarın ışık neyine, onlar ziyan!


Siz "It was very amazing" derken "and fun"

Onlar özür dileyenlerdi ağacın ruhundan.


Balkonunuz çok yüksek sizin baş döndürüyor.

Dünya pek alçak bir yer olacak yakında öyle görünüyor.

11 Ekim 2023 Çarşamba

"Kim Bağışlayacak Beni?" Birhan Keskin'den Sözler.

  Şiir kitapları diğerleri gibi değil, öyle başlayınca hemen bitmiyor. Başucumda iki ayı aşkın zamandır duruyor. Yatmadan önce kâh başından kâh sonundan bazen ortasından okumadığım şiir kalana kadar kıraat ettim. Yine insanın iman tahtasında değişik yerleri titreten satırlar. Okununca uykuları kaçıran dizeler. Velhasıl, alçak bir rafımda dursun ara ara yine bakarım ben. Yazarımızın gönül koyacağını zannetmediğimden bir alıntı aşağıda. 
RUTH

Dur Ruth,
aşkın karanlık yüzünde dur, öylece.
Hep.
Böyle dursun aşk her zaman hayatında.
Karanlık yüzünde dur aşkın,
sus. Tamamı buydu, de.
Bütün yavanlığıyla süren insanların
kuytularında kal. Orda kal.
Unut Ruth,
unut sen
ben sürdürürüm kalan kısmını, hattın bu ucunu
kervanlar ve sahrayla 
kendime de sana da ağlarım.
Sen sus Ruth, sen konuşma,
sen yavan hayata katıl
orda sürdür mutsuzluğunu.
Sahra nasılsa geçeceğin yer değil.
Ah, Ruth, hala sevgili Ruth,
ortalıkta dönen yalanlarını hissettim, hep.
İsteseydim kolayca ortaya çıkardı.
İstemedim. Senin kendinden kaçırdığın şeyleri
ben nasıl ortaya koyardım!
Sen kendini kandırıyordun,
seyircin oldum
yalanlarını oynayışını seyrettim.
Son âna dek.
Kendini ikna ettiysen beni de ikna et
istedim.
Ruth, mutsuz meleğim.
Sen inandırmakla, inandırmamak arasındaki
o siyah noktada durdun.
Bunun adı işte: zulümdü.
Bu zulümde sen beni bütün uçlarımdan çarmıha gerdin.
Ben bütün uçlarımı kanatarak kopardım kendimi ordan.
Tekrar tekrar,
tekrar tekrar kanattım Ruth,
senin istediğinden fazla kanattım kendimi.
Kendimi kendi zulmümde tuttum, orda kaldım.
Onu çektim. 
Yapmasa mıydım Ruth?
Bunun cevabı artık anlamsız.
Ben zaten Ruth, bana gelecek olan o zulmü gördüm.
Sendekini, sendekileri.
Bendeki tamamlanmadı henüz.
Son sözü benim söylemem neyi değiştirdi?
Hiçbir şeyi.
Bir çocuğun, senin çocuğunun Ruth, kendini
kandırmasından başka neyi ifade eder bu?
Hiçbir şeyi.
Benim son sözü söylemem, bendekileri,
hala bende kalanları
sana eksik gelenleri,
hala söylenecek olanları bitiriyor mu?
Hayır. 
Senin eksik kalanlarını bana söyleyeceklerini
tamamlıyor mu?
Hayır Ruth,
eksik kalanlar çoğalıyor aramızda.
Şimdi, bende kalan boşluğu doldurmak üzere
borçlu değil misin - kendi mutsuzluğunu da
benim mutsuzluğumu da borçlu değil misin bana?
Ama bırak öyle kalsın.
İnsanın yüreğinden geçmeyen borçlar ödenmezler.
Sen Ruth, sevgilim Ruth,
hattın öbür ucundaki derin sessizlik!
Sus. İstediğin kadar sus artık. Öyle kal.
Kervanları ben yalnız geçiririm sahradan
sen yalan hayatını sula.
Aşksız hayatın kenarında dur. 
Sana verilecekleri bekle.
Tamamı buydu, böyle de.

Ama Ruht, ben,
benim söylediklerime, 
benim çığlıklarıma inanmayanların söylediklerine, 
onların çığlıklarına artık inanmayacağım.
Söz Ruth.
Sen benim çığlıklarımı duydun,
bana en yakın uzaklık sendin.
Bir tek sen duydun çığlıklarımı
artık Ruth,
senin söylediğin hiçbir şeye inanmayacağım.

8 Ekim 2023 Pazar

"The Creator" Yapay Zekaya Holivut Bakışı.

 Kuru Otlar Üzerinde'yi izlemeye hazır hissetmiyorum. O yüzden bu Pazar, kafayı pırıl pırıl yapmak için Holivut'un yapay zekaya olan yaklaşımına göz atmak için bu pelikulayı izledim. Anladım ki içinde soru sordurmayan bilimkurgu, özel efektleri ne kadar güzel olsa da çekmiyor artık fakiri (gel de eski günleri arama!). 
   İçinde yapay zeka olsa da (bilimkurguda nispeten yeni sayılan bir tema) iki saati aşan filmimiz (2s13d) buram buram holivut kokan bir kordela (kordela mı kaldı arakolpa?) olmaktan kurtulamamış. Konu şu: yapay zeka tehdit değil, insanlığa bir kastı yok (kişisel olarak katılmıyorum, başka (bkz. homo sapiens vs. neanderthal örneği)). Özel efektler şükela (ki yabanın içine bilimkurgu pek yakışır (ormanın içindeki bir hipergalaktik budist tapınağı misal)), oyunculuklar yerlerde (koskoca kenvatanabe'yi kafası bilyalı android yapmışlar), sanat yönetmenliği çizgi ötesi, senaryoda akıl almaz cevap verilemez sorular dolu. Ne arşivime alırım ne de görmek isteyenlere öneririm. 
   Bu sabah Runkara'da koştum, ardından Mülkiye çoksesli korosunda Muammer Sun'un bir eserini çalıştık, ardından başka faaliyetler falan, oldukça dolu geçen bir pazarın sonunda kafamı rahatlatmak için gittim. Yanarım yanarım giden 80 TL'me yanarım. 

3 Ekim 2023 Salı

"Cin Aynası" Ercan Kesal'dan

   289 Sayfa, Kesal'ın hayatından kesitler. Girizgâh bölümü mükemmele yakın. Biraz oyalandı rahlede, nedeni geliyor. Girizgâhı okuyunca dedim "bunu biraz yavaş sindire sindire okuyayım" ama öyle olmadı. Nedir: yazıların hepsi tek tek ele alınınca pek sarsıcı, pek çarpıcı. Ama (bir cümlede ama varsa öncesini okumasanız da olur) kitabın ortalarına geldiğimde içimi bir kasavet kapladı. Son bölümdeki sinema yazılarına kadar da geçmedi. 
   Yazılarda konu edilen kişiler bir süre sonra tekrara giriyor. Bu kişilere ve yaşadıklarına itirazım zinhar yok. Her yazı ayrı ayrı okunduğunda insanın içinde acı&öfke tellerini titretir lakin art arda okunduğunda ters manyel yapıyor zihinde. 
   Sinema ile ilgili olsun olmasın birçok yazıda bu sanatla ilgili göndermeler var. Kurosawa, Antonioni, Tarkovski, Haneke ve daha niceleri. Yalnızca Nuri Bilge ismi yok. Hayır yazarımızın sinema kariyerinde önemli bir isim de halbuki. Neyse, arada Birhan Keskin'in dizeleriyle takviye yapa yapa bitirdim. Peri Gazozu daha içime sinmişti, bunu okumak acı verici. Siz bilirsiniz yani.