27 Şubat 2022 Pazar

"Licorice Pizza" Aman Diyeyim!

 
   İmdi: yönetmen PTA'ı "Kan Olacak"tan beri takipteyiz. Kimi işleri zor olsa da izlediğime pişman olduğun pek bir şey yoktur. 3 Oskara aday gösterilen filmini de malum ortamlara düşünce (sinemalara gelmesini bekleyemeden (ki iyi olsaydı orada da izleyecektim)) izleyiverdim. 
   Oldukça uzun (2s13d) olan filmimiz bittiğinde şaşakaldım. 15 Yaşında bir yeniyetmenin kendinden on yaş büyük bir kadına (Yaradanın gücüne gitmesin ama yaratılırken pek aceleye gelmiş bir kızımız (yok! kendine ait bir aurosı var ama genelgeçer star pırıltısından pek uzak) (buna mukabil PSH'ın oğlu (hem fizik hem de oyunculuk gücü olarak) babasına yetişmeye çalışıyor) aşık olmasını işleyen kordelamızı kimi zaman içimiz geçerek de olsa izlemiştik ancak birbuçuk saatten sonra aydık ki: ne zaman birşeyler olacaktı? Heyhat! hiçbirşey olmadan kordelamız kesildi. 
   Malumunuz son zamanlarda iyi yönetmenlerin kendi özyaşamlarına ait işler pek revaçta (Bkz. Roma, The Hand of God). Ancak burada anlatılanların PTA'a ait bir geçmişe dair izler taşıdığının bir işareti yok (gerçi senaryoyu da kendi yazmış ama bilemem). Pelikulamızda hayat olağan akışında seyrediyor. Olaylara izleyiciye kendini yerleştirme gibi bir olay örgüsü yok. 70'li yıllarda San Fernando Vadisinde yaşanan kimi olaylara kenardan bakıyoruz. Derken filmimiz bitiyor, yazılar çıkıyor. Ödül adaylıklarına yahut yönetmenin önceki başarılarına, olumlu eleştirilerine kanıp iki saatinizi ziyan etmeyiniz efendim. Ben yandın, siz yanmayınız!

"Deli İbram Divanı" Uzunada'nın Uzun Öyküsü.

 
   Şimdi bitti! 204 Sayfalık bir Sait Faik öyküsü okumuş gibi hissediyorum. 
   İzmir'in hemen yakınında romanda hep Köstence olarak geçen Uzunada'da yaşanan bir trajedi anlatılıyor novellamızda. Ortaların sonuna doğru başlayan ve bir yere kadar paralel ilerleyen sayfalar sonlara doğru birleşiyor ve nihayete eriyor. 
   Okuması pek keyifli, yazarımızın anlatımı hiç yormuyor okuru. Mekan betimlemeleri, karakterler gayet güzel işlenmiş. Bir olayın anlatımında sıkça tatlar ve kokular, sesler devreye giriyor ki bunları gözümüzde canlandırmak pek kolay oluyor. Olaylar da ibretlik. Hem dönem (DP dönemi), hem de toplumsal yaşam güzelce akıtılmış satırlara. Denizle hemhal sayfaların çokluğu da fakiri mest etmiştir. Nedir: roman olabilecek kesafette değil, öykü olarak da çok kesafetli kalan bu çalışmaya novella demek daha kulağa yatkın gelmektedir. 
   İnsanın harisliğini, küçük yerlerin cehennemliğini, İzmir'in bir zamanki hallerini ve burnunuza aniden geliveren yosun&iyot kokusunu okurun muhayyilesine aktarır, başarılı bir iş yapar.
   Şansım; son birkaç seferdir hep uzun olmayan ama iyi kitaplardan açıldı. Şikayetçi değilim. Deli İbram Divanı'nı edebiyat sevenlere öneririm.

23 Şubat 2022 Çarşamba

"Tiamat" Nihayet!

 
   Ön siparişle ısmarlamıştım. Helecanla (evet, heyecan değil!) bekliyordum. Elime geçip de  şöyle elimle tartınca bir üzüldüm (160 diyor ama önünü arkasını çıkarın 158 sayfa falan). Uzun İhsan Efendi'nin yazdıklarını sekiz yıldır bekliyordum. Dile kolay. 
   Kendi kendime verdiğim sözler boşa çıktı tabi (şöyle ki: her gün bir bölüm okuyacağım, günde 5 sayfadan fazla okumayacağım vesaire). Bir kere kitabımız zaten hepi topu bir bölüm (o bakımdan sözümü çiğnememiş oldum). Toplam 7-8 saatlik bir durumu anlatıyor. O kadar yavaş okumaya çalışmama karşın bir günde bitti (yanlış anlaşılmasın sabahları işe giden, akşamları güvercinimle hasbihal eden bir insanım). 
   Kitabımız bildiğiniz steampunk bir korku hikayesinin İOA üslubuyla yazılmışı gibi geldi önce. O oyuncaklı dil, okuru sıklıkla gülümseten tespitler, betimlemeler gırla gidiyor. Ancak önceki kitaplarının aksine burada tansiyon yavaşça yükselmiyor. Bir anda pik yapıyor ve hep pikte devam ediyor. Kendimi FPS oyunlarının içinde bulur gibi oldum bir anda. Hal böyle olunca bir günde bitirmek de gayet normal kabul edilebilir (muharririn kendini beyhude aklama çabaları). 
   Şöyle bir benzetme yapayım: diğer İOA kitapları bir degüstatörün kıymetli bir şarabı tadımı gibidir. Ne zaman istersem, neresinden başlarsam başlayayım okuma hazzı alırım, sonuna gelmek için acele etmem. Tiamat ise çok susamış birine uzatılan bir şişe soğuk taze su gibidir. Bir an önce okuyup sonuna gelmek ister, bir sonraki sayfayı merak eder durursunuz. 
   Bundan sonra yazacaklarım kitap hakkında kimi bilgiler içerdiğinden, eğer okumaya niyetliyseniz okumayabilirsiniz.
   Feylesof titrli, fakirin yazdıklarını pek severek hatmettiği Uzun İhsan Efendi hakikaten de bir steampunk korku novellası mı yazmıştı ? (ne banal).  Bir gece uyuyup düşünceler yerli yerine oturunca Tiamat'ın külli metafor olduğunu aydı fakir. Tiamat kendi içinde yaşanabilen kapalı çevrim bir sistem. Bu sisteme pek afilli, kıymetli, fülfürüşlü bir ganimet gelince herkesler seviniyor ama kazın ayağı öyle değil. Önce bu nesnenin bilime mi, dine mi gönderme olduğunu çıkaramadım lakin o yedi mıhın yedi günahı simgelemesi ihtimali yüksek. Bu durumda aklıma gelenleri yazmamanın daha doğru olacağını düşünüyorum.
   Velhasıl; pek velveleli,gulguleli bir İOA romanı okumak isteyenlere de, derin metaforlara kafa yormak isteyenlere de öneririm. Lakin uyarımı yapayım: diğer romanlarına benzemez!

22 Şubat 2022 Salı

"Tüm Panayırların Heyulası" Gotiğe Daha Mütemayil.

 
   282 Sayfa, 20 öykü. İthaki ve Kayıp Rıhtım kafa kafaya verip bir öykü antolojisi hazırlamışlar. İçeriklerin de bilimkurgu, fantazi, polisiye ve korku olduğunu açıklamışlar. Bize de alıp okumak düştü.
   Bilimkurguya meyilliyiz ya, göz hemen bilimkurgu öykülerini aradı. Heyhat! Öyküler arasında böyle bir ayrım yok. Son sayfayı çevirdiğimde ise bilimkurgunun bu antolojideki rolünün pek cılız olduğunu düşündüm. Türler tamamdır ancak tüm öyküler ve türler sadece "dışlanmış", "yabancılanmış", "heyula", "ucube" kavramlarının çevresinde dönmektedir. Hal böyle olunca da öyküler bittiğinde içinizi çekmeyip bir off koyveriyorsunuz. 
   Subjektif olarak söylemek gerekirse; bugünlerde okunmayabilir, ancak türün müptelalarına öneririm.

18 Şubat 2022 Cuma

"Der Knochenmann" Avusturya Humoru.

  
Brenner 19 yıllık polislikten; "iş yaparken beni görünce kimsenin yüzü gülmüyor" diyerek ayrılmış, haciz tahsilatçısı olarak çalışmaya başlamıştır (gerçi şimdi de kimse o çalışırken yüzüne gülmüyordur (Brenner'in acıları)). Bir gün Alexander Horvath adlı bir ressamın borcunu araştırmak üzere Slovakya sınırına yakın bir kasabaya gider, olaylar gelişir.
   Avusturya komedisi bilmezdim. Bu filmle öğrendim, güzelmiş. Daha ilk sahneden (elbette humor nedir bilen bünyelerde) damarı yakalıyor ve sonuna kadar bırakmıyor. Birazcık daha kısa olması halinde (1s57d) şükela olabilecek pelikulamız, yine de yoğun bir çalışma gününün ardından, sisli bir bozkır kentinde seyredilebilecek ve zihninizi gündemden uzaklaştırabilecek bir kordeladır. Yalnızca, içerdiği şiddet ve kimi gerçeğe yakın sahneler (gidildiğinde bir daha tavuk yenmemesine neden olabilen tavuk çiftlikleri, mekan sahibinin gulaş yememesi (neden? neden?), çifte sarma teneffüsünde olan o boş boş tavana bakma isteği, cinsiyet değiştirme operasyonunun cerrahi illüstrasyonları vs.) hassas bünyelere ve kesinlikle sabi sübyana uygun olmayabilir. Ancak yönetmenin çok ince gördüğü yerler var (bunlar da sadece sinema filmi okuyabilen sinefillere gelir!). Bence izlemeli...

17 Şubat 2022 Perşembe

"Hafiyeler Önde Gider" 23 Yıl Sonra Yeniden!

 
   1999'da kütüphanemi kaybettiğimde Salah Bey'in tüm antolojisi de (haydi deneme antolojisi diyelim de başımız ağrımasın (zira sadece iki kitabı haricindekiler, denemelerdi)) yıkıntılar altında kalmıştı. Galiba eski günleri anımsattığından 23 yıldır okumadım Salah Bey'i.
   Buraya kadarmış. Sel Yayınları 1001 Gece Denemelerini yeniden basınca (bakmayın üstteki fotoğrafa, ben Sel edisyonunu okudum (sadece kitaba ayrı, yazara ayrı fotoğraf kullanmayayım diye bu kapağı tercih ettim)) dayanamadım aldım, oturdum başına bir günde bitti.
   118 Sayfa, 11 deneme. Konular muhtelif. Abdülhamit'in hafiyeleri de var (ancak denemelerin sadece biri hafiyelerle ilgilidir dikkat!), edebiyat gıybet dünyası da. Ancak şöyle bir şey var ki, 23 yıldır pek özlediğimi idrak ettim: Salah Bey'in purpuruklu, gaydırıgubbaklı, fülfürüşlü, şönizli&rötizli üslubu. İşte dilimize attırılan taklaları, kelimelerin nasıl olup da böylesine su parkı kaydırağında kaydırır misali kullanıldığını görmek için okunacak bir cevahir. 
   Velhasıl; bugünden itibaren (e-kitap versiyonunu bulamadığım ve son zamanlarda birçok kitap yoka düştüğü (bu da ecza deposu jargonudur) için mecburen biraz bekleyerek) Salah Bey'in denemeleri bu mecrada daha sıkça yayımlanacaktır.
   Sadece bilgi için değil haz için okuyanlara samimiyetle öneririm.

13 Şubat 2022 Pazar

"Nil'de Ölüm" Christie'den Kenneth Branagh'a


   2s7d (uzun) ama hiç sıkmıyor Agatakristi Teyzenin kimbilir kaçıncı kez sinemaya aktarılmış Nil'de Ölüm romanının en son versiyonu. 
   İlk on dakikada, Poirot'un burnunun altında öyle oklu kirpi bıyıkları neden koyuverdiğini anlıyor ve hafiften hüzünleniyoruz. Film biterayak yönetmen (ki güzel iş çıkarmış, ne yalan söyleyeyim) Belçikalı hafiyemizin son halini faşederek gönül defterini artık araladığının sinyalini çakmaktadır. 
   Renkler, dekorlar, CGI efektler, oyunculuklar, kostümler ve kurgu gayet iyidir. Haftasonu güzel vakit geçirmeye birebirdir. Sinema sanatına bir katkıda bulunmamakla birlikte iyi bir zenaat vaadetmektedir. 



"Otostopçunun Galaksi Rehberi" Dördüncü Sorti!

   Bu, geç kalmış bir yazıdır.

   Nedir; kitabımız (beşibiryerde) 2005'de Kabalcı tarayından yayımlanır yayımlanmaz alınıp okunmuş, daha sonra bu eylem iki kere daha tekrar edilmiş, ancak bu sefil günceye aktarılmaktan imtina edilmiştir.

   Herşeyin (gündem, sağlık, fiyat etiketleri, herkes) üstüme geldiği zamanlarda zihnimi şenlendirmek için bir kez daha okuyunca (başlıktaki 4. sorti buradan geliyor) "artık buraya da geçsin" saikiyle oturduk klavyenin başına.

   Arturdent, kendi halinde bir adam. Sabah kalkınca bir de ne görsün: evi bir otobanın rotası üzerinde olduğundan yıkılacaktır, evin önünde sarı greydeyler! Arturcuk ciğerlerinde ateşler, yana yakıla buna engel olmaya çalışırken; arkadaşı Fordprefekt bunu bir hışımla alır bir puba götürür, altı arjantin ısmarlar ve olmadık şeyler olur.
   
   Bu olmadık şeyler üst resimde gördüğünüz üzere ateş tuğlası kesafetinde bir kitabın 710 sayfasını doldurur (üstelik pirekukusu puntolar ve sık satırlarla). Eserin cesameti her başına oturduğunda fakiri bir ürkütür. Öyle çantanıza sığdırıp toplu taşımada, plaj çantasına koyup şezlongda okuma şansınız yok (pek ağırca mübarek!). Ancak okumaya başladıktan sonra bu korkunun yersizliğini anlayıp, çabucak bitiverince şaşırır kalırsınız (bana dört seferinde de aynısı oldu). DNA (Douglas Noel Adams, dostlarınca böyle çağrılıyor), her paragrafından humor sızan bir metin yazmış. Kimi sayfalarda şöyle bir sava rastlar derince düşünürsünüz: "Ben var olduğumu kanıtlamayı reddediyorum der Tanrı, çünkü kanıt inancı yadsır ve inanç olmadan ben bir hiçim." . Bazı sayfalardaysa galaksi başkanı Zaphod "ama belki de ben birdenbire onu yapmak istemez olmuşumdur." beyanı vererek kıkırdatır okuru. 
   
   Her okuyuşumda pek kafasıkarışıkiçinedönük bir ruh haliyle oturduğum Rehber, son sayfasını çevirdiğimde zihnime bir letafet hissi verdi. Belirtmeliyim ki: bu eserde romanlarda olduğu gibi bir serim düğüm çözüm beklemeyin. Aynı İOA kitaplarında (Tiamat yarın çıkıyor, çoktan sipariş ettim, en az ikinci okumadan sonra bu mecrada!) olduğu gibi her sayfasından alınacak hazlar olmasına karşın sonu pattadanakçadır. 

   Yazı uzar, iyisi mi şöyle bitirelim. Rehberimiz, Bilim ve Ütopya'da hasbelkader yayımlanan yazılarımın birisinin konusu olacak, orada daha detaylı bilgiler fazlasıyla verilecektir. 

   Haydi iyi okumalar.

12 Şubat 2022 Cumartesi

"Rafetçe" Dostlarının Gözünden Rafet Ekiz Güzellemesi.

   Rafet Ekiz, trafik kazasında ölür. Morgda 13 gün bekler. Derken eşi dostu arkadaşları bulur yoksa kimsesizler haziresine gömülüp gidecektir.  
   Resimden hiç anlamam ama anlayanlar kendisinin iyi bir ressam olduğundan bahseder. 2007 Yılında arkadaşı Vecdi Çıralıoğlu bu kitabı derler. Ekiz'in çevresindekiler onu anlatır. Yazılanlardan anladığım kadarıyla pek bohem, derbeder, kimseye eyvallah etmeyen, oldukça hararetli bir yaşamı olmuş. Sadece 53 yaşında başka bir aleme göçmüş olduğu düşünüldüğünde bu kadar anıyı biriktirmesi (ki bunlar sadece yazılanlar) hayatı dolu dolu yaşadığını gösteriyor. Memleketimin (bir dostumun deyişiyle) "ressam mafyası" içine girmemiş (bakınız girememiş değil "girmemiş"), güçtapar olmamış, nevi şahsına münhasır bir insanmış. Yazılarını takip ettiğim Güneri İçoğlu'nun yazılarında kitabı görünce aldım ve bir ahir zaman dervişinin pek heyheyli yaşamını 360 sayfada okudum. 
   Kitabın son sayfası pek hazin (ressamımızın ağabeyiciğiyle (o da heykeltraştır) birlikte yattığı kabrin fotoğrafıdır). Her nasıl yaşanırsa yaşansın son böyle oluyor demek ki. 

11 Şubat 2022 Cuma

"Profundo Carmesi" Çok Sert Kıpkırmızı!

   İki çocuk annesi bekar ve obez bir hemşire, kırık kalpler sayfasından peruğu konusunda obsesif bir dolandırıcıyla tanışır, olaylar gelişir.
   İki saate yakın sürüyor (1s54d). 1996 Meksika yapımı. Renkler, çekimler şaşırtıcı derecede düşük beklentimin üzerindeydi (bilmem belki kırmızının çeşitli tonları baskındı ondan!). Çok ham ve çok sert bir filmdi. Aşkın ve tutkunun insanları nasıl değiştirebileceğini, neler yaptırabileceğini gayet iyi aktarmış yönetmen Arturo Ripstein Bey. Ancak belirtmeliyim ki hassas bünyelerin kaldıramayacağı kanlı sahneler vardır, sabi sübyana ise zinhar yaklaştırılmamalıdır.

"Bir Masalda İki Kral Olmaz" Eğlence Dünyasının Perspektifinden Türkiye.

   Çok bölüm var, 184 sayfa. Bir akşam başlanıp aynı gece bitirildi. Sacit Aslan, babası Fahrettin Aslan'ın "Gazinocular Kralı" olması hasebiyle hayatına dokunanları, gördüklerini yazmış. Sadece istediği şeyleri yazmış, belli ki yazarken kendine bir otosansür uygulamış, buna mukabil, okuduklarım magazin değeri pek yüksek şeyler (misal: dönemin en büyük medya patronu Simavi'nin Gönül Yazar'dan gayrimeşru bir kızı olması, Intercontinental otelinin bir katını kendine ayırıp orada Nükhet Duru, Sezen Aksu ve daha niceleriyle olan geçici beraberlikleri, devlet erkanına yapılan eskort ve kokain tedarikleri ve daha neler...). 
   Erzurum'dan "taşı toprağı altın" diyerek gelinen İstanbul'da, sadece bir ömür süresince otel ortacılığından, gazinocular krallığına yükselmek de ilginçmiş hani.
   Edebi hiçbir değeri olmasa da eğlence dünyasının gözünden memleketimizin durumunu görmek isteyenler bu kısacık anı kitabını es geçmeyecektir. Çok acaip şeyler var!

9 Şubat 2022 Çarşamba

"Nightmare Alley" Parlatılmış Eskiler!


   Giyermodeltoro seviyor dönem filmleri çekmeyi. İyi de beceriyor, itiraf etmeli. En son işi "Suyun Şekli" de böyle zamanlarda geçiyordu. Ancak onda özgün bir hikaye işlenirken bunda tembelliğe kaçıp 1947'de çekilen versiyonunun yenisini çekmiş.
   Sığ bir dolandırıcının yükselişi ve tehlikeli sularda yüzüşünü konu alıyor filmimiz (elbette ki 1930'ların sonunda). Eski versiyonunu (ne işim olur versiyonla?) halini izlemedim. Muhakkak o da güzeldir (Başrolde Tayrınpavır var. Nasıl güzel olmaz!). Senaryo güzel. Mesaj açık (1940'ların usulü). Oyunculuklar fena değil (Nuumirapas'ı sevemedim gitti, ayrıca Bredliikuupır da (özellikle son 10 dk.da (neydi o tombiş elmacık kemiklerinin yansıtması gereken sefalet?)) eleştirmenlerin aksine bence bu role fazla gitmemişti). Süresi uzun (eskisinden 40 dk. daha uzun (2s30d)). Ancak yönetmen Bey'in sanatı demeyeyim de zanaatı hakikaten üzerinde durulmaya değer. Görüntü, renk, kadraj (her aynalı sahne inceden görülmüş, uzun uzun düşünülmüş. Belli), müzik, kurgu, kostümler, dekorlar; hülasa bir sinema filmini izlerken aklınıza, gözünüze, kulağınıza dokunacak herşey çok özenli seçilerek işlenmiş. Kendi adıma kordelayı izlerken pek keyif aldım. 
   Ancak (cümlenin bir yerinde "ancak" varsa öncesini okumayın diyordu bir akıllı kişi!); bu görsel ve işitsel şölenin bir zihinsel şölene dönüşmesi için 1940'ların senaryoları yeterli olmuyormuş. Gördük. Bu filmi uzun zamandır bekliyordum ama izleyince beklentilerimi düşük tutmam gerektiğini öğrendim. Tamam film güzel, mesajı faydalı ama nebliyim verilen mesaj biraz demode (ya da demode demeyelim de) eski moda (çok fazla işlenmiş, defalarca ısıtılmış) bir öğüt sanki. Mesela bir Microhabitat'da aldığım hazzı alamadım. Yine de bu (sağlam) film yokluğunda bir haftaarası izlenecek filmdir. Dönem filmlerini sevenler mest olacaklardır.

29 Ocak 2022 Cumartesi

"Kalem Efendisi" Yeniçeriden Sonra Osmanlı'nın En Zor Yüzyılı.

   Son Yeniçeri'nin bittiği yerde başlar romanımız. Sabit, Vaka-i Hayriye'den her nasılsa kurtulup Sarı Ağa'sının yanına varmayı başarmıştır. 246 Sayfalık romanımızda üç kuşağın yaşamları ön planda olmak üzere dağılan bir imparatorluğun son anlarını görürüz. 
   Bir önceki romanın teatral havası yoktur bu kitapta. Yıllar hızlı akıp geçmekte, kişilerin yaşadıklarından ziyade toplumun yaşadıkları daha ön plandadır. Okuması keyiflidir yine de (iki gecede bitiverdi). Ben olsam sıkıcı tarih kitaplarından ziyade bu tip romanları da bir paralel okuma yaptırırdım okullarda. Eminim tarihe meraklı genç zihinlerde bir iki kıvılcım çaktıracak sayfalar olacaktır. Her iki kitabı da tarih ve edebiyat sevenlere öneririm.

25 Ocak 2022 Salı

"Microhabitat" İzleyiniz Efendim.

 Miso'nun üç iptilası var: iyi viski, sigara ve webtoon çizmeye çalışan kifayetsiz bir erkek arkadaş. Hayat Miso'nun üzerine geliyor. Kiraya zam, sigaraya zam, içkiye zam (nasıl tanıdık geliyor mu?). Miso, profesyonel hizmetçi. Akıllı, güzel ve çalışkan ama hayat onu buraya getirmiş. Saçlarının beyazlamaması için bir ilaç kullanıyor her gün. Miso; kimseye yalan söylemiyor, kimseye yük olmuyor, hiç kimselere bir kötülüğü yok.  Bilakis, hayatta karşısına çıkanlara hep bir iyilikle yaklaşıyor. Ama hayat yine de üstüne geliyor Miso'cuğun. Oturup bir hesap yapıyor ve vazgeçip vazgeçemeyecekleri üzerine kendine bir yol çiziyor, olaylar gelişiyor.
   Jeon Go-Woon'un ilk uzun metraj filmi. Anlatacaklarını seyirciye şükela bir şekilde aktarmış. Ahkam kesecek kadar bilgim yok ama hiçbir aksiyon, efekt ve hatta duygusal gerilimin olmadığı filmi, 1s46d boyunca hiç ilgim düşmeden izledim. Yazılar çıkınca oturdum düşündüm, sorular sordum, cevaplar bulmaya çalıştım. Ama "Microhabitat" bende anlatılması güç duygulan, hissedişler yarattı. Bir filmden daha ne beklersiniz ki? Üstelik festival filmi gibi gizli metaforlar falan yok. Apaçık mesajlar var (görmesini bilene). Arşive attım, demlenince bir kez daha izlerim.
   Başrolde arzı endam eden Esom, müthiş oynamış. Rol de kendisine bir o kadar iyi yakışmış. Hayat, tercihlerimiz, arkadaşlıklar, ilişkiler ve daha fazla şeyler için güzel bir film. Öneriyorum, izleyiniz, izlettiriniz.

"Kabakçı Mustafa" Reşat Ekrem Koçu'nun Kaleminden.

 Tarih anlatıcısı olarak nitelendirebileceğimiz Reşat Ekrem Koçu (REK), Kabakçı Mustafa olayını renkli kalemiyle 188 sayfada aktarmış biz tarih meraklısı okurlara.
   Son Yeniçeri'yi (Bkz. bir önceki kayıt) bitirdikten kelli, fakiri aldı bir merak: "bu işin başka yönlerini nereden okuyabilirim acep?" diye. Baktım ki, kitaplığımda bu hazine yatıp durur. Kimbilir ne zaman okumuşum. Koçu'nun üslubu karamelize olup kup griyenin (Baylan'a selam olsun!) içine dökülen şekerler gibi. Şımşıkırdak okunuyor. Yazarımızın tarihçi olarak nitelendirilmemesindeki en büyük etken dipnotu pek sevmemesidir. Reşat Bey, açar arşivini, kurcalar, araştırır, destancıların destanlarını, kadı sicillerini hatmeder. Tüm bunları kaleminin imbiğinden geçirir ve yazar. 
   Sayfaları çevirdikçe Sayın Çamuroğlu'nun da bu eserden faydalandığını anladım. Öyle ki Benli Halime Destanı ve daha pek çok ayrıntı buradan alınmıştı. Duraklama döneminin pek renkli bir fotoğrafını okumak isteyenlere hararetle öneririm.

22 Ocak 2022 Cumartesi

"Son Yeniçeri" Reha Çamuroğlu Yorumuyla Vaka-i Hayriye.

 
   Petru, daha yeni yetmeliğin sonundayken Osmanlı'ya esir düşer, Sarı Abdullah olur. Arif Ağa, Sabit Ağa ve daha niceleri ile meclislere girer, Arif Ağa'nın kızı ile evlenir. Pek şenlikli bir dönemde İstanbul'da yaşamıştır. Sultanlar gelir gider, Kabakçı Mustafa'nın divanında bulunur, dem alır, dem verir, piyaleler dolar boşalır ve nihayet menzile ulaşılır Nazarım. 
   Son 15 yılda üçüncüye okuyorum. 436 sayfalık kitabın sadece birkaç bölümünden bile film senaryosu çıkabilir. Anlatım o denli renkli, konular o kadar ilgi çekici ki (benim aklıma gelen serdengeçtilerin, patlamayı beklerken hissettiği gerginlik (sinemaya aktarmak o kadar kolay, prodüksiyon o kadar masrafsız ve konu o denli ilgi çekici ki!)) haliyle okumaya hasret kalınıyor kimi zamanlar. Osmanlının artık durakladığı, Balkanlarda milliyetçilik hareketlerinin başladığı ve elbette Yeniçeri ocağının dejenere olduğu dönemlerdir. Diğer romanlarının aksine burada güzel bir anlatımı vardır Bay Çamuroğlu'nun. Bektaşiliğe azıcık teşneyseniz sonlara doğru İ.Hakkı Demircioğlu&Erkan Oğur'un "Zahit Bizi Tan Eyleme"si dilinize takılır. 
   Elbette ki romanımız (adı üstünde romandır) kurgudur. Tarihi bir belge değildir, sübjektiftir. Yine de bugüne kadar gördüğümüzün dışında bir bakış açısının idraki açısından okunması gereklidir. Resmi tarihi de sıkıcı belgelerden/kitaplardan öğrenmek yerine renkli bir hatırlatma olması açısından, bunun kapağını kapar kapamaz Reşat Ekrem Koçu'nun "Kabakçı Mustafa"sına başladım. Bitince bu sayfalarda!



20 Ocak 2022 Perşembe

"Yıldızlar ve Sen" Mario Benedetti Uruguay'dan Memleket Hallerini Yazıyor.

   Kısacık, küçücük bir kitap. Artık hayatta olmayan Alan Yayınları taa 1988'de basmış. İçinde Uruguay'ın Yaşar Kemal'inin (tasvirleri Ustanınki gibi cesametli değil ama!) seçme öyküleri var. Yazarın bu isimli bir öykü kitabı yok. Burada bir parantez açıp bu kesin bilgiyi nasıl öğrendiğime gelelim.
   Pür edebiyat seven bibliyofil bir dostumun kitaplığından ödünç alınarak okunan bu kitap, işbu dostumun Uruguay diyarlarına gitmesine neden olan bir neşriyattır (muzır denemez ama hınzır denebilir). Kitap kurdumuz, sahafa girer "Yıldızlar ve Sen" i sorar. Çalışanlar, ilgili olmalarına karşın bilemezler. Sonra öyküler anlatıldıkça, bu öykülerin çeşitli kitaplardan seçildiği ortaya çıkar. Yaa böyle işte.
   Gelelim kitaba: kimisi bir sayfadan kimileri ise 3-4 sayfadan mürekkep insan halleri. Benzerlikler olduğundan (nitekim, askeri darbe sonrası bir hayatımız da oldu evelallah!) birçok öyküde kendi hallerinizi bulabilirsiniz. Hepsi herkese gelmez ama birçoğu birçoğunuzda çeşitli duygular uyandırır. Öykünün de misyonu bu değil midir? Bulursanız okuyunuz.

14 Ocak 2022 Cuma

"The French Dispatch" Jackson Polloch Tablosu.

   Arturhovitzır'ın oğlu Cünyır (Bilmöri), Fransa seyahatinden dönmez ve küçük gazete ilavesini yarım milyon aboneli aylık yayına döndürür. Ölümüyle derginin kapanmasını vasiyet eder. Bizler de iki saate yakın bir süreyle (1s47d) bölüm bölüm bu yayına göz atarız.
   Kasta şöyle bir bakalım:  Beniçyodeltoro, Edriyınbrodi, Tildasvintın, Frensismekdormınt, Searsironen, Kristofvoltz, Timotikalame, Livşrayber, Liyaseydu, Edvırdnortın, Elizabetmos, Cefrirayt, Metyuamalrik. Bir de yönetmenin takıntılı olduğu oyuncular var: Ceysınşvartzmın, Bilmöri, Ovınvilsın, Vilemdefo, Babbalaban (Anderson; feci takıntılıdır bu adama, filmlerinde hava durumu sundurur yine de oynatır). Gözlerim Ancelikahüyustın'ı aradı mamafih dışsesmiş kendisi, bilemedik. Kast nereden bakarsanız rüya takımı. 
   Yönetmenin filmografisine sahip olacak kadar da seviyoruz (düşünün 1996 tarihli Bottle Rocket bile var arşivimde (kötüdür o ayrı!)). En son Köpekler Adası işini de pek sevmiştik. Bu ahvalde fakir, deli gibi gösterime girmesini bekledi. Sadece bir iki salonda bir hafta oynadı. Salgının pik yaptığı zamanlardı, gidemedim. Malum ortamlara düşünce, sakin bir gecemi ayırıp, telefonu kapatıp adam gibi izledim. 
   Çok üzgünüm, hayalkırıklığım büyük. Nedir: fakir Büyük Budapeşte Oteli'nde olduğu gibi derli toplu bir hikaye ve psikopatik bir görsel tatmin ummuştu. Görsel tatmin fazlasıyla tamamdır ancak hikaye konusunda aynı şeyleri söylemek zor. Bir dergi okuduğunuzu düşünün. İlginizi çeken ve çekmeyen bölümler olacaktır muhakkak. Burada da Cunyor'un ölümüyle dergiyi bölüm bölüm geziyoruz. Şehir Rehberi, Sanat, Politika, Yemek bölümleri bizleri isimlerinden farklı mecralara sürüklüyorlar. Bir şehir isyanı da görüyorsunuz, mahpus damlarına düşmüş dahiler de. Her olayın kendi içerisinde bir dinamiği var şüphesiz ancak sinema filmi dediğimiz olgunun bütünlüğüne yaklaşamıyor maalesef. 
   Buna mukabil Wes Bey, zenaatını konuşturup sanat seviyesine yakın bir çekim tekniği kullanmıştır. Şöyle söyleyeyim: hani yeni model aksiyonlarda herşeyin donup kahramanın hareket ettiği sahneler CGI ile çekilir ya! Burada herkesler donmuş taklidi yapıyor, Havada kıvrık duran zincirler kaynaklanıp sabitleniyor. Sahne ancak öyle donuyor. Zaten filmin sonundaki elektrikçi, marangoz, set teknisyeni sayısını görünce anlıyorsunuz farkı! Sekans geçişleri, aksiyon ve senaryonun rabıtası bombastik verilmiş. Sinema okullarında ders olarak okutulabilecek örnekler film boyunca devam ediyor ama senaryo çok önemliymiş. Bunu idrak ediyoruz. 
   Velhasıl, filmimizi izlemek Ceksınpolok tablosu temaşa etmek gibidir. Yeterli yetkinliğiniz yoksa, anlayamayabilirsiniz. Sadece Wesendırsın fanları (onlar da arıza denebilecek kadar tutkulularsa) için önerebilirim.

12 Ocak 2022 Çarşamba

"The King's Man" Suyunun Suyu!

   Serinin ilk iki filmini izlemiş ve beğenmiş biri olarak, üçüncü (ama kronolojik olarak aslında birinci) filmi de es geçmeden hemen biletimizi alıp koltuğumuza kurulduk.
   O da nesi! Bu son filmi de aynı yönetmen yönetmiş olduğu halde gereksizce uzun (2s11d), senaryonun aksadığı, karakterlerin altlarının boşlukta kaldığı, izleyicinin ara sıra esnediği kof bir filmle karşılaştım.
   Evet, daha önceki kordelalarda gördüğümüz organizasyonun ortaya çıkışı güzelce anlatılıyor ama nedendir bilmem, onlarda aldığım izleme hazzını ve beni gülümseten anları bunda bulamadım. Neticede; üzerinde güneş batmayan bir imparatorluk Dük Oxford'un da söylediği gibi "cesaretle değil, çalarak, çırparak, hile, desise" ile oluşturulmuş (bunu itiraf etmelerine de şaşmadım değil!). "Gentle man" demek o zamanlar ölüm sebebiymiş, şimdiki gibi bir olumlama ifadesi değil. 
   Ayrıca mavi kanlı kahramanlarımızın (olayın geçtiği 1910'lu yılların sonu gözönüne alındığında normal gelen ama şimdi gözü tırmalayan) sömürgelerine ve başka renkten insanlara yaklaşımı (Ben olsam Cimonhonsu'nun yerine bu rolü kabul etmezdim (öyle "Nemsahip" demeler falan yakışıyor mu senin etkileyici büstüne Cimon?)) kanıma dokundu. 
   Anlaşılan holivut bu senaryoda ekmek gördü ki; aynı yönetmenle anlaşıp bunun pek çok versiyonunu da çekecek gibi geliyor fakire. Umarım böyle alelacele çekilmez de, ideolojisine karşı olsak da güzel vakit geçirmek adına keyifle izleyebiliriz. 

4 Ocak 2022 Salı

"Zamir" Türk Palahniuk mu?

  Zerre (bence Zere'dir o!), yeni bir hayata gönderdiği çocuğunun ardından kalan hesaplarını görür. Çocuğun yanında bomba patlar, yüzü kaybolur. Olaylar gelişir.
   Zindankale zor akınca  hemen buna başladım. Diğer Günday kitaplarında olduğu gibi çabucak bitti 368 sayfa. 2000 Yılını tasvir ediyor ama bildiğimiz 2000 değil. Bir nevi anakronizm. Bu kez Bayan Günday'ın sevgili oğlunun pruvasında; uluslararası siyaset, yardım STK'ları ve savaş&barış var. Çok uluslu bir barış programının yedi sunucusundan biri olan Zamir'in hayatındaki çift kanallı akışı, ağzımız açık izliyoruz. Bu pek velveleli akışın içinde, yazarın dikte ettiği ancak okurun da kendi terazisinde tartarak kullanmasını önerdiğimiz birçok çıkarımı var. Örneğin Almanya'da yaşayan milyonlarca Türk'ün Almanlar tarafından geri gönderilmesi. Bunun için Alman Hükümetinin ortaya koyduğu argümanları okuyunca "hımm neden olmasın!" bile diyebiliyorsunuz. "Expat", "Göçmen" ikilemi de hakeza. Çabucak saran, çabucak biten, belki ikinci okumayı bile hakeden bir kitap. Üslup olarak medyatik yeraltı yazarı (bakınız burası oksimorondur) Palahniuk'u andırıyor. Onun kitaplarındaki hissi aldım yer yer. Yine de öneririm.