Engin Hoca 181 sayfalık "Hayat"ı 2002'de henüz kuantum fiziği günümüzdeki kadar popüler olmadan önce yazmış. Malumunuz: atomaltı fizikte parçacıkları tanımlamak mümkün değildir. Bunların teorik mevcudiyetini mümkün kılan, aralarındaki ilişkidir. Bunun psikanalize yansıtılması ise hayli ilginç. Birey olarak fazla bir değerimiz yoktur demeye getiriyor Engin Hoca, bizleri tanımlayan başkalarıyla kurduğumuz ilişkilerdir. Tartışılır. Ama farklı bir bakış açısı. Sadece bu değil; Gazzali'den Zohar'a Feynman'dan Ursula K.Le Guin'e İdris Han'dan Karl Gustav Jung'a savını destekler yönde alıntılar da var. Katılırsınız katılmazsınız ancak bölüm aralarında geçen kimi tespitler oldukça çarpıcı (mahdut miktarda alıntı fotoğrafın altında var).
İlk bölümün başlangıcı Konfüçyüs'ün "En zor şey, karanlık bir odada bir kara kediyi bulmaktır. Özellikle odada kedi yoksa" deyişiyle açılıyor ve kapanış sayfasında beni oldukça etkileyen bir cümle var. "Bana göre, hayat bir dizi rastlantı ve bizim o rastlantılarda birlikte nasıl varolduğumuz ya da olmadığımız. Önce günaydın, sonra biraz haz, biraz acı, biraz aşk, biraz hayal kırıklığı, biraz sıcaklık, biraz yalnızlık, biraz boyun eğme, biraz başkaldırı ve ardından iyi geceler. Düş gücü ve tutkuları engellenmişler için hayat, çocukken oynadığımız oyunların büyüyünce izin verilmeyen oyunsuzluğu. Bence hayat, burada saydıklarımla ve saymadıklarımla, tartışılması gerekmeyecek kadar sıradan ve yalın. İnsanlık tarihi boyunca onu karmaşık bir hale getirme yönünde öyle ustalaşmışık ki bazılarımız bununla ilgili bir şeyler söyleme ihtiyacını duyuyoruz; hayatın kendisinden çok, onu çözülmesi zor bir yumağa nasıl dönüştürdüğümüzü anlatabilme umuduyla." Bendeniz okurken katılmadığım yerler olsa da haz aldım. Elbette siz bilirsiniz.
"Korkmadığımız ve savunmada olmadığımız zamanlarda güzelleşiyor ve daha anlamlı bir hal alıyoruz, üzerimizdeki örtünün yükü hafiflediğinden. Ama çoğu zaman, acımasız çalşma koşullarının, klişeleşmiş sosyal ayinlerin ve yakın ilişkilerimizdeki abartılı beklentilerin ortasında savrulup, şartlanmalarımız doğrultusunda kendimizi dış dünyaya endeskleyiveriyoruz. Bir başka deyişle, yaşantılarımızın başlangıcının bizden değil çevremizden kaynaklanmasını beklercesine kendimizi dış etkenlere bırakıverme eğilimindeyiz, zedelenme ya da anlaşılamama korkularımızdan ötürü risk almaktan kaçınarak." S.166)
"İnsan ya da aslında doğadaki her varlık sürekli olarak bir dengeye ulaşma çabası içinde. Ancak eğer ulaşılan bir denge durumu fazla uzun sürerse bu yeniden dengesizliğe dönüşebiliyor ve yaşanmakta olan "durum"u yeniden "sürece" dönüştürme ihtiyacı beliriyor. Bu ihtiyacı fark edemeyenlerin hayatı yavaş yavaş kurumaya başlıyor, çoğu zaman yetişkinliğe ulaşmakta olan çocuklarına karşı bağımlılık geliştirerek." (S.86)