İlk romanı hoşuma gitti ya, bir de en sonuncusunu okuyayım dedim. Pek hoşuma gidince yavaş okudum (bu kez başarabildim) ve üç haftadır (sadece yalnız ve okuma ışığında) rahlemde kuzu gibi yatıyor. Bugün bitti. Çok güzeldi. Mecbur aradakiler de okunacak.
Romanımız Portekiz'de açılıyor İspanya'da kapanıyor. Açıldığı gün Mariza'yı, kapandığı gün Luz Casal'ı canlı dinledim. Tesadüf mü tevafuk mu bilemedim. Ama pek hoşlandım. Kapanış da And Kafe'nin nefis terasında, kapanışa uygun bir zaman/zeminde oldu. O yüzden kitap fotografisi fakirden bu kerelik. Seher travmatik bir kişilik (aynı ilk romanda olduğu gibi burada da kayıp bir anne, üstüne evsizlik, evsizliğe alışmak ve yalnızlığa iptila durumu var). Nazan Öncel dinleyen Seher menzilde hayatına son vermek için Portekiz-İspanya arası bir hacıyolunda yürüyüşte (Camino). Yanında vefakar dostu Oğuz (Ogo) ve sonradan katılan Şerbet (Şerbet'i tanıtamayız okumanız gerek) var. Romanımız iki kanallı ilerliyor, bir yandan kahramanlarımızla taban tepiyor diğer yandan Seher'in terapisti Çiğdem ile seanslarına şahit olarak geçmişi didikliyoruz. İlk romanda olduğu gibi bunda da ahkam kesme yok (yahut en az seviyede diyeyim (muharririmiz kızmaz umarım makul bir iki alıntı altta var)). Yazarımızın dili pek şetaretli. Çiçeklerle müzeyyenler, geçmişle rabıtalar, ziyayla büyülenen gözler gibi pek çok üstü tozlanmış (ne hazin!) ama şımşıkırdak kelimeler günyüzüne çıkıyor. Yazarımıza; henüz 42 yaşında olmasına rağmen bu güzel (ama unutulmaya yüztutan) kelimeleri kullanarak hatırlanmasına vesile olması nedeniyle alkışlar gönderiyoruz yürekten. Romanımıza dönelim. İlk yarıda zuhur eden reyhan kokulu ademkişisini (Yakup) okuyunca "hah, aşk romanına evrilecek güzelim iş!" dedim, hayıflandım. Boşuna içlenmişim, Sayın Yıldırım pek güzel bir ters köşeye yatırdı fakiri. 453 sayfalık romanı hiç sıkılmadan, bazı yerlerini bir kaç kez okuyarak, kimi yerlerde gugıllayarak (Lord Creator'un "Beyond" şarkısı yok spotify'da aramayın, iyilik olsun diye şuraya bırakayım bari), altını üstünü çizerek, derkenarına notlar alarak bitirdim. İlk romana olan göndermeler pek bir ısıttı içimi (Unutma Beni Apartmanı). Kitabı da gözönünde bir rafa kaldırdım ki, seneye tekrar bakayım. Son tahlilde; ahir zaman feylesofumuz Cem Yılmaz'ın dediği gibi: "Herşey içimizde"
"Belki yaşla ilgilidir. Bir şeyleri elimde tutmak için uğraşmaya inanmıyorum artık. Bırakmaya inanıyorum. Ben artık tutmayayım, sıkmayayım, endişe etmeyeyim, öyle kendi haline bırakayım herşeyi, kalacakları varsa kalsınlar, gideceklerse de gitsinler istiyorum. (S.328)"
"Ev dediğiniz dört duvar değil ki, orada sizi sevecek, saracak biri.(S.382)"
"Oysa yıllardır kendimi taşımayı bildiğimi sanmıştım......Öldürmeyen güçlendiriyor mu bilmem ama hakiki zorluklar mıh gibi ayakta tutuyor insanı. Ancak her şey olup bittikten sonra ortaya çıkıyor hasarın hakiki boyutu....... Öldürmeyen güçlendiriyor mu bilmem ama güçlendirmeyen öldürüyor sonunda. Güçlü olmaya çalışmaktan yıldım."