Boyalı sopa, sedefli deniz helezonu, fasulye konservesi, gümüş tatlı kaşığı ve kirli çorap.
Yan yana yazıldıklarında bile zihne bir hoşluk verebilecek bu nesneler, iş bu kitabımızın başlıca karakterlerindendir. Bunun yanı sıra, BM binasının karşısında ortak bir restoran açan İsrailli Spike ve Arap Abu. Sıradışı sanatçılarımız Ellen Cherry ve Boomer da arz-ı endam etmektedirler.
Karakterler böyle renklerden oluştuğunda, kitabımızın neleri dürtüklediğini çıkarmak için dedektif olmaya gerek yoktur. Bay Robbins, genele geçere (sanat, günlük kaygılar, göbek dansı vb.) çaktığından beş misli kadar din ve siyasete gönderiyor veryansınlarını. Lakin bunu öyle gülümseterek yapıyor ki, mütedeyyin okur dahi gülümseyerek okuyor satırları.
Konuyu anlatması okumasından zor. O yüzden merak edenler açıp okusunlar efendim. Sadece "yolunu bulmaya çalışan iki sanatçının öyküsünü" değil, çok daha farklı sulara yelken açmış dalgacı bir edebiyatın sayfalarını da aralayacaksınız.
Dikkatinizi toplayabilmişseniz bir Tom Robbins kitabını okurken sıkılmanız ya da uykunuzun gelmesi; toplumun %60'lık dilimine dahil olduğunuzu gösterir ki; bu durumda kitabın sonunu getirmenize hiç gerek yoktur. Doğrudan televizyona bakakalabilirsiniz (çok geç).
Kitap hakkında yegane eleştirim : konunun, ortalardan itibaren feci halde dağılmasıdır, yaklaşan sabotaj mı, restoranın başarısı mı, esrarengiz göbek dansçısının kimliği mi nereye odaklandığı belirsizdir. Ama bütün bu detaylar, TR müptelalarını, sayfaları çevirmekten alıkoyamamaktadır. Robbins kitaplarına yeni başlayanlar için ise, mis gibi bir okuma rehberi yazmış idik. Bir zahmet onu okurlarsa, hazmı kolay olur (işkembe çorbası mı bu arakolpa ?)
Uzatmayalım sevgili okur ! Adamımıza aşinaysanız alır okursunuz, değilseniz ve din konusunda ufuk açmak isteyenlerdenseniz yine alır okursunuz, kitap okumayı seviyorsanız yine alır okursunuz. Her türlü yani.
Kitaptan altını çizdiğim bazı satırlardan seçmeler :
"...... çürütür; tıpkı siyasi inançların ahlakı, dinsel inançların da ruhu aşındırması gibi."
"İnsanlar küçükken bebek arabasına konularak itilip kakılırlardır. Yaşlandıklarında da tekerlekli sandalyeye konularak itilip kakılırlardı. Bu ikisinin arasındaysa sadece itilip kakılırlardı."
"Yaradana duyulan özlem Homo Sapiens'in içinde vardır. Yaradan'a ruhlarımızı genişleterek ve beyinlerimizi aydınlatarak yaklaşırız. Bu iki şeyi hızlandırmak bizim varoluş misyonumuz belki de.
İyi ve güzel. Ama böyle bir etkinlik, ticaretin ve siyasetin özlemleriyle çelişir. Siyaset bi hakimiyet kurma bilimidir ve ruhunu genişletme ve aydınlanma sürecine giren kişilerin, denetim altına alınmalarının zor olduğuna dair kötü bir ünleri vardır. Bu yüzden siyaset kazanılmış hakları korumak amacıyla, dini çok uzun zaman önce gasp etmiştir. Krallar rahipleri arazi ve ziynet vererek satın aldılar. Onlar el ele verip karanlık havuzları boşalttılar ve onun yerine balık havuzlarını koydular. Balık havuzlarının duvarları cehalet ve boş inançlardan yapılmış, birbirlerine korkuyla tutturulmuştu. Bu havuzlara "sinagog", "kilise" ya da "cami" dediler." Bu alıntıyı daha iyi anlamak için o bölümü tümüyle okumak gerekir ama ben yazmaya üşendim.
"Din, kurumlaşmış mistisizmden başka bir şey değildir. Bu işteki bit yeniğiyse şudur. Mistisizm, kurumlaşmaya hiç elverişli değildir. Mistisizmi örgütlemeye çalıştığımız anda onun özünü yok ederiz. Öyleyse din, mistikliğin yok edildiği, yahut en aza indirgendiği mistisizmdir."
"Hayat bu kadar ciddiye alınmayacak kadar ciddi !"
"İyiyle kötüye ilişkin mutlak standartları savunan herkes tehlikelidir. Elinde dolu bir tabanca bulunan bir manyak kadar tehlikelidir. Aslında, iyiyle kötüye ilişkin mutlak standartları savunan kişi, genel olarak, eli tabancalı manyağın ta kendisidir."
"Eğer Tanrı yahut ülke adına işleniyorsa, ne kadar iğrenç olursa olsun, kamuoyunun bağışlamayacağı hiçbir suç yoktur."
".. yani, ötüki dünyadaki yaşamı vurgulamak, yaşamı inkar etmektir. Kafayı cennete takmak, cehennemi yaratmaktır."
"Din, Tanrının elini kolunu bağlama girişimiydi. Tanrı, sonsuza dek akan, ebediyen hareket eden, kayan bir biçimdi. Onun doğası buydu. Mutlaktı gerçekten de; mutlak mobil, mutlak aşkın, mutlak esnek, mutlak gayrişahsi. Onun tanrı ve tanrıça yönleri vardı fakat onun erkekliği ve dişiliği, yıldızlığından ya da tornavidalığından daha fazla değildi. O tüm bunların toplamıydı ama bu toplam asla bir tebeşirle kara tahtaya yazılamazdı. Tanrı, tanımlamanın, bilmenin, anlamanın ötesindeydi. Tanrı; yaratmak bölü yok etmektir, demek onun yapılabilecek en yakın tanımıydı. Ama zayıf ruhlar, bön zekalar bununla yetinmemişti. Onlar Tanrıya ille de bir surat takmak istediler. Üstelik ona insanların (öfke, kıskançlık, kızgınlık gibi) basit duygularını yakıştıracak kadar ileri gitmişler ve bir an durup da, eğer Tanrı bir varlıksa, hatta yüce bir varlıksa dualarımızın onu çoktan, fena halde sıkmış olması gerektiğini düşünmemişlerdi.
Tanrı genişleyen bir şeydi, dinse daraltıcı."